Hayatı
Köklü bir ulemâ ailesine mensup olarak 4 Zilhicce 1050’de (17 Mart 1641) Dımaşk’ta doğdu. Nablusî nisbesi, dedelerinden İbrâhim b. İsmâil’in Kudüs’te yaşarken Nablus’a geçerek bir süre burada ikamet etmiş olması dolayısıyladır. On iki yaşında kaybettiği babası tanınmış bir âlim olan Nablusî, ilk olarak babasından ders aldı. Ayrıca Necmeddin el-Gazzî, Ali ed-Dâğıstânî, Muhammed b. Ahmed el-Üstüvânî gibi âlimlerin ders halkalarına katıldı. Tahsil hayatında gösterdiği yetkinlik sebebiyle yirmili yaşlarında iken Emeviyye Camii’nde dersler vermeye başladı. Onun İbnü’l-Arabî, İbn Seb’în ve Afîfüddin et-Tilimsânî gibi vahdet fikrini güçlü bir biçimde işleyen yazarları okuması da bu döneme rastlar. Bir devlet görevi edinme beklentisiyle 1664-65 yılında İstanbul’a gelen Nablusî’nin, yolculuğu esnasında Hama’da ikamet eden Kâdirî şeyhi Abdürrezzâk b. Şerefeddin el-Geylânî’ye intisap ettiği kabul edilir. Sonraki dönemde Dımaşk’a bağlı olan Meydan’a kadı olarak tayin edildiyse de bu makamda fazla durmadı ve tekrar Emeviyye Camii’ndeki derslerine geri döndü. 1087/1676’da Buhara’dan Dımaşk’a gelmiş olan Şeyh Ebû Saîd el-Belhî’nin elinden Nakşibendiyye hırkası giydi. 1091/1680 yılında evinde halvete çekilerek kendini ibadet ve tefekküre verdi. Bu dönem onun telif ve fikir hayatı açısından bir dönüm noktasıdır. Yedi yıl kadar süren bu halvet hayatında bir yandan Kur’an ve sünnet üzerinde derinleşirken diğer yandan tasavvuf çevreleriyle irtibatını sürdürerek özel bir gruba dersler verdi ve eserler kaleme aldı. Halvet döneminden sonra Nablusî’nin hayatında seyahatleri dikkat çeker. 1100/1688-89 hem velîlerin kabirlerini ziyaret etmek hem de hacca gitmek amacıyla yolculuğa çıktı. Önce Lübnan’a, ardından Kudüs ve Halîlürrahman’a, daha sonra Filistin, Mısır ve Hicaz’a, son olarak da Trablus’a gitti ve bu yolculukların önemli kısmını müstakil eserlerde ayrıntılı bir biçimde anlattı. 1115/1703’te Dımaşk’taki Selimiye Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Bir taraftan medresede dersler verirken diğer taraftan evinde İbnü’l-Arabî’nin eserleri üzerine sohbetler yaptı, ayrıca Emeviyye Camii’nde Buhârî okuttu. Şehrin ileri gelenlerinin tavsiyesiyle 1135/1723 yılında Vali Osman Paşa tarafından müftülük makamına getirildi, ancak bu atama İstanbul’un onayı alınmadan yapıldığı için görevinde birkaç ay kalabildi. Nablusî 24 Şâban 1143’te (4 Mart 1731) Dımaşk’taki evinde vefat etmiştir. Öğrencileri arasında Muhammed b. İbrâhim ed-Dekdekcî, İbnü’t-Tâcî diye bilinen Muhammed b. Abdurrahman el-Ba‘lî, İbn Abdürrezzâk, İbn Kennân, Ahmed el-Menînî, Muhammed b. Murad el-Murâdî, Muhammed b. Abdurrahman el-Gazzî, Hâmid el-İmâdî, Muhammed Emîn el-Muhibbî, Hüseyin b. Tu’me el-Beytümânî ve özellikle Halvetiyye’nin Bekriyye kolunun kurucusu olan Kutbüddin Mustafa el-Bekrî anılabilir.
Öğretisi
Abdülganî en-Nablusî çok yönlü kişiliğiyle ve kişiliğini eserlerine yansıtmasıyla tanınır. Sûfî olduğu kadar fakih, kelâmcı, müfessir, muhaddis, tarihçi ve şâir olan Nablusî farklı hacimlerde üç yüze yakın eser kaleme almıştır. Bu külliyat içerisinde tasavvufun merkezî bir yeri vardır. Eserlerinde daha çok şârih kimliğiyle öne çıkan ve tartışılagelen meseleleri yeniden ele alışıyla dikkat çeken Nablusî öncelikle İbnü’l-Arabî, Abdülkerîm el-Cîlî ve İbnü’l-Fârız’ı şerhetmiş, daha sonra Ebü’l-Hasan eş-Şüsterî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Molla Câmî, İmâm-ı Rabbânî, Aziz Mahmud Hüdâyî gibi sûfîlerin metinlerine şerhler ve hâşiyeler yazmıştır. Daha çok şerh sayılabilecek metinler kaleme almış olmasına karşılık önceki görüşleri nakletmek ya da derlemekle sınırlı bir faaliyet ortaya koymamış, mevcut fikrî tavırları yürürlükteki tartışmalarla da ilişkilendirerek tasavvufî düşüncedeki Endülüs-Mağrib üslubu ile Fars-Anadolu üslubunu kendi yazılarında birleştirmeye çalışmıştır. Nablusî’nin temel mesaisi İbnü’l-Arabî ve eserleri üzerinedir. Ömür boyu İbnü’l-Arabî’yi okuyan ve okutan, büyük bir saygı ve sevgi duyarak onu mânen rehberi kabul eden Nablusî, vahdet-i vücûd konularının hem edebî örneklerde içerilen hem de nazarî tartışmalarda kendini gösteren yönlerini kuşatan sistematik metinler yazmasıyla dikkat çeker. Nitekim el-Vücûdü’l-hak isimli eseri İbn Teymiyye ve Aliyyü’l-Kârî sonrası polemik literatüründe ele alındığı şekliyle vahdet-i vücûdun kelâmî-felsefî yönlerini konu alan en kudretli metinlerden biridir. Ayrıca, İbn Teymiyye sonrasında tasavvufun tüm uygulama alanlarına yöneltilen eleştirilere sistematik biçimde cevap veren bir dizi eser yazmıştır. Mesela Mevlevî semâını savunduğu ve Mevlevî âdâb-erkânını konu aldığı el-Ukûdü’l-lü’lüiyye adlı eseri bu yönüyle güzel bir örnektir. Tasavvufî tecrübelerinin yanı sıra edebiyat yeteneği ve fıkıh bilgisinin sağladığı imkânla İbnü’l-Arabî ile başlayan tasavvufî sistematiği belli bir düzen içerisinde sunabilen Nablusî, İbn Seb‘în’den de etkiler taşımaktadır. Nitekim bazı risâlelerinde İbn Seb‘în’in öğrencisi Ebü’l-Hasan eş-Şüsterî’nin İbn Teymiyye ve takipçileri tarafından tepki çeken görüşlerini savunduğu görülür. Döneminin ulemâsı arasında öne çıkan fıkhî tartışmalara eserleriyle katılarak görüş bildirmesi onun telif faaliyetlerinin hacmi açısından dikkate değerdir. Bu çerçevede akaid meseleleri ile de ilgilendiği görülen Nablusî, Eş’arî ile Matüridî arasını birleştirmeye çalışan metinler yazmış, ancak hakikate ermede keşf ve ilhâmın belirleyici olduğuna ilişkin kabulleri dolayısıyla yer yer kelâm geleneğine ters düşen açıklamalar yapmıştır. Ona ait eserler içerisinde kendi tasavvufî tecrübesinin yansıdığı temel metinler seyahatnâmeleridir. Bu seyahatnâmeler, içerdikleri kültürel ve coğrafî gözlemler dolayısıyla modern dönemde özellikle ilgi görmüşlerdir. Eserlerine yansıyan fikirleri manzum örneklerle de güçlendirdiği görülen Nablusî’nin şiirleri, yolunu izleyenler tarafından hem tarikat pratiklerinde değerlendirilmiş hem de müstakillen şerhe konu edilmiştir. Nablusî, XVIII. yüzyıl tasavvuf kültürünün karizmatik kişiliklerinden biri olmasına ve otoritesi farklı çevreler tarafından onaylanmasına rağmen ‒her ne kadar Nablusiyye isimli kol kendisine atfedilmekteyse de‒ bir tarikat kurucusu olarak tanınmamıştır.
Öne Çıkan Eserleri
-
Gerçek Varlık: Vahdet-i Vücûd’un Müdafaası: çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul: 2003.
-
el-Vücûdü’l-hak ve’l-hitâbü’s-sıdk: thk. Bekri Alaeddin, Institut Français de Damas, Dımaşk 1995.
-
el-Hakîka ve’l-mecâz fi’r-rihle ila Bilâdi’ş-Şâm ve Mısr ve’l-Hicâz: Bilâdü’ş-Şâm: thk. Riyad Abdülhamid Murad, Dârü’l-Ma’rife, Dımaşk 1998/1419.
-
Mürâselâtü’n-Nablusî Vesâilü’t-tahkîk ve resâilü’t-tevfîk: thk. Bekri Alaeddin, Dâru Ninevâ, Dımaşk, 2010.
-
Kitabü’l-Ukudi’l-lü’lüiyye fî tarîki’s-sâdeti’l-Mevleviyye: thk. Bekri Alaeddin. Dâru Ninevâ, Dımaşk, 2009.
-
Şerh-i İbârât: Şerhu’l-Ukûdi’l-lü’lü’iyye fî tarîki’s-sâdeti’l-Mevleviyye: Mevlevilik, Mûsikî ve Semâ’: çev. Müstakimzâde Süleyman Saadettin, haz. Ensar Karagöz, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2018.
-
el-Hadîkatü’n-nediyye şerhü’t-tarîkati’l-Muhammediyye ve’s-sîreti’l-Ahmediyye: thk. M. Hasan Nassâr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2011.
-
Cevâhiru’n-nusûs fî halli kelimâti’l-Fusûs: thk. A. İbrâhim Keyyâlî, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2008.
-
Ariflerin Tevhidi: el-Kavlu’l-metîn fî beyanı tevhîdi’l-ârifîn: çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2003.
-
Tütün Risâlesi: çev. M. Emin Efe-Ahmet Şenharputlu, Dergah Yayınları, İstanbul 2021.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu