Hayatı
1063 Zilkade’sinde (Ekim 1653) Aydos’ta doğdu. Bursa’da tanındığı ve buraya defn olunduğu için Bursevî, Üsküdar’da ikameti sebebiyle Üsküdârî, Celvetiyye’ye mensubiyeti dolayısıyla da Celvetî nisbeleriyle anılmıştır. Ancak tasavvuf tarihinde daha çok Bursevî nisbesiyle tanınmaktadır. Babası Mustafa Efendi’nin tasavvufî muhitlerle ilişkili bir kimse olduğu ve o dönemde Aydos’ta bulunan Osman Fazlı Atpazarî ile yakınlığının bulunduğu anlaşılmaktadır. Henüz yedi yaşlarında iken Osman Fazlı Efendi’nin halifelerinden Arapça dersleri alan Bursevî, bir müddet sonra Edirne’ye giderek (1074/1664) dinî ilimlerle meşgul oldu ve hüsn-i hat çalıştı. Tahsilini tamamladıktan sonra Osman Fazlı’nın yanına gönderildi. Böylelikle 1083/1672’de Celvetiyye tarikatına intisâb etti. Osman Fazlı Efendi’den kelâm, fıkıh usûlü ve belâgat okuyan, bu esnâda diğer hocalardan tecvid ve Farsça dersleri alan, ayrıca Hâfız Osman’dan hüsn-i hat meşkeden Bursevî, Zeyrek Camii’nde girdiği doksan günlük halvetin ardından dervişlere hizmetle vazifelendirildi. Daha sonra şeyhinin yerine vaaz vermeye başladı ve 1086/1675’te halife tayin edilerek Üsküp’e gönderildi. Harap bir tekke onarılarak kendisine tahsis edilen Bursevî, Üsküp’ün muhtelif camilerinde vaaz vermeye, tâliplilere çeşitli ilimleri okutmaya başladı. Şehirdeki bâzı dinî tavırları ve ileri gelenlerin durumunu eleştirmeye başlaması sonrasında çekişmeli bir ortam içerisinde kalmış, bu yüzden İstanbul’a intikal ederek Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Rumeli kazaskeri Beyâzîzâde Ahmed Efendi ve Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi tarafından görüşülen davaları Osman Fazlı Efendi’nin araya girmesiyle hallolsa da Üsküp yılları Bursevî için oldukça sıkıntılı geçmiş gözükmektedir. Daha sonra Köprülü’ye, ardından Usturumca’ya (1093/1682) gönderildi ve buralarda irşad faaliyetlerini sürdürdü. Sonrasında kendisine halifelik verildi ve Bursa’ya tayin edildi. Bursa’da, şeyhinin yönlendirmesini dikkate alarak Ulucami’de ve başka camilerde vaaz vermeye başladı. Ağırlıklı olarak Kur’ân’ı tefsir eden vaazlarını çeşitli tasavvufî incelikler katarak ve ilgili gördüğü şiirleri de ekleyerek yazıya geçirdi. Böylelikle Rûhu’l-beyân’ı 1117/1705’te tamamladı. Bursa’daki faaliyetleri esnâsında Osman Fazlı Efendi’yi ziyaret amacıyla pek çok kez İstanbul’a geldi. Şeyhini son olarak sürgünde olduğu Kıbrıs’ta ziyaret eden Bursevî, burada Osman Fazlı Efendi tarafından kendi yerine tayin edildi (1102/1690-91). 1107-1108 (1695-1696) yıllarında savaşa katılan askerlerin şevklerini yükseltmek için II. Mustafa’nın daveti üzerine katıldığı I ve II. Avusturya seferlerinde yaralanarak Bursa’ya geri döndü.
1111/1700 hacca gitti, Mekke ve Medine’de yedi ay kadar ikamet etti. Bursevî’nin hayatında kalıcı etki bırakan olaylardan biri, hac dönüşünde Medine ile Tebük arasında yer alan Ulâ mevkiinde kafilesinin eşkıyalar tarafından basılması, bu sırada bâzı eserlerinin kaybolmasıdır. 1122/1710’da ikinci defa hac niyetiyle yola çıkan Bursevî, deniz yoluyla önce İskenderiye’ye, oradan da Kahire’ye ulaştı. Kahire’de Şeyhûniyye Medresesi bitişiğindeki Kâdirî Dergâhı’na yerleşti ve iki aydan fazla kaldığı bu mekanda Mısır’ın seçkin âlimleri, sûfîleri ve eşrâfı ile ilişkiler kurdu; aralarında Ezher müderrislerinin de bulunduğu bâzı kimselere icâzetnâme verdi. Bir ara Bursa’dan 1126/1714’te Tekirdağ’a geçerek irşad faaliyetlerini burada sürdürdüğü anlaşılan Bursevî, 1129/1717’de yeniden Bursa’ya döndü. Aynı yıl içerisinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye yönelik sevgisi ve bağlılığı dolayısıyla Şam’a gitti. Şam’da geçirdiği süre içerisinde pek çok eser kaleme aldı ve Tuhfe-i Recebiyye adlı eserini Şam Valisi Receb Paşa’ya sundu. Bu dönemde Şam’da saygınlığı bulunan Abdülganî en-Nablusî ile özellikle tütün kullanmanın câiz olup olmadığı meselesi hakkında tartışmaya girdi. 1132/1720’de Şam dönüşü Üsküdar’a yerleşti. Damad İbrâhim Paşa tarafından kendisine bir ev hediye edilerek çeşitli ihsanlarda bulunuldu ise de devlet ricâli üzerinde etkisi sınırlı kaldı. Dönemin devlet ricâli ile tasavvufî prensipler çerçevesinde bir münasebet tesis etmeyi çok arzu eden ve tasavvufu siyaset üzerinde etkin bir bakış açısı olarak görmek isteyen Bursevî, böyle bir zeminin doğmamasını dönem idarecilerinin kabiliyetsizliklerine bağlar. Üsküdar Ahmediye Camii’nde cuma vâizliği yaparken konuşmalarında vahdet-i vücûdla ilgili meselelerden söz açarak akîdeyi bozduğu yönündeki iddialar dolayısıyla hakkında soruşturma açıldı. Herhangi bir yaptırım görmemiş olsa da bu soruşturmanın ardından 1135/1723’te İstanbul’dan ayrılarak Bursa’ya döndü ve yalnızca kendi birikimlerini kullanarak bir cami yaptırdı. Ömrünün son yıllarını burada ikamet ederek ve eser vererek geçirdi. 9 Zilkade 1137’de (20 Temmuz 1725) vefat etti. Kabri Tuzpazarı’nda kendi yaptırdığı caminin kıble tarafındadır. Bursevî, eserlerinde kendi hayatını anlatan, tasavvufî tecrübesinden örnekler veren bir müelliftir. Örneğin rüyalarını anlatması, kendi erdiği mertebeden söz etmesi, ele aldığı konu ve kavramların bizatihi içinde olduğunu muhatabına hissettirmesi onun yazılarında görülen üslup özellikleri arasındadır. Sadece seyr ü sülûk ile ilgili konulardan değil, kendi başına gelen olaylardan, meselâ çocukluğu ve gençliğinde yaşadıklarından, görüştüğü insanlardan ve giriştiği münazaralardan söz eder. Bu bakımdan onun biyografisi, geriye bıraktığı külliyat ile içiçe olup yaşadığı dönem ve olaylara dâir yorumları hakikat anlayışından bağımsız değildir.
Öğretisi
İrili ufaklı 150’ye yakın telifi, İsmail Hakkı Bursevî’nin tasavvuf yanında tefsir, kelam, akaid, fıkıh, hadis, dil ilimleri ve şiire vukûfiyetini ve üretkenliğini gözler önüne serer. Bir mutasavvıf olarak Bursevî, vahdet-i vücûd düşüncesini takip eder. Vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli kavramlarından biri olan hakikat-ı Muhammediyye, Bursevî’ye göre nübüvvet ve velayeti içerir; yani her nebi ve velinin nübüvvet ve velayetten payı vardır. Fakat velayet nübüvvetin özü mesabesindedir. Velayetin peygamberlerde zuhurunun asalet yoluyla, velilerde ise tebaiyet ve veraset yoluyla olduğunu düşünen Bursevî’ye göre Hz. Peygamber hatmü’l-enbiya, İbnü’l-Arabî da hatmü’l-evliyadır.
Tasavvuf düşüncesi bakımından Bursevî aynı zamanda sünni tasavvuf anlayışını benimser. Ona göre marifet, kerametten üstündür; keramet velayet için şart değildir. Tasavvufî terbiye yolunda sekr yerine sahvı, temkini ve bulunulan mertebeye uygun davranmayı ilke edinmiştir. Şathiyeleri sırrın ifşa edilmesi olarak gören Bursevî, Niyâzî-i Mısrî, Şeyh Bedreddin ve birtakım Mevlevî, Kalenderî, Bektaşî mutasavvıflarını da eleştirmiştir.
Bu bakımdan Bursevî, şeriat ve hakikat alanları arasında herhangi bir karşıtlık ya da üstünlük ilişkisini kabul etmeksizin, bunları bir bütün olarak değerlendirir.
Varlık Düşüncesi ve Metafiziği
Bursevî’nin düşüncesinde ilahi feyizlere mazhar olan kişi, varlıkta Allah’tan başka hiçbir şeyin bulunmadığını; bütün âlemin O’nun tecellilerinden ibaret olduğunu ve bu nedenle mâsivanın gerçek bir varlığa sahip olmayıp hayalden ibaret bulunduğunu idrak edebilir. Varlıkta esasen Hakk için biri ahadiyet, diğeri vâhidiyyet olmak üzere iki mertebe vardır. Bunlardan birincisi Tanrı’nın her türlü çokluk ve karmaşadan uzaklığını ifade eden birlik türüdür. İkincisi ise O’nun bilinmesini sağlayan ilahi isim ve sıfatlarını anlatır. Bursevî’ye göre tasavvufun maksadı, kulu bu bilinç düzeyine çıkartarak Allah-insan ilişkisini tesis etmeye yardımcı olmaktır. Bu bakımdan ilahi isim ve sıfatlar, tıpkı İbnü'l-Arabî ve Konevî’de görüldüğü gibi Tanrı-âlem-insan ilişkisini mümkün kılan vesilelerdir.
Bilgi Teorisi
Bursevî’ye göre bilginin zahir ve bâtın kaynakları vardır. Duyu güçleri ve tedris yoluyla öğrenme örneğinde olduğu gibi zahirî bilgi kaynaklarının yanında vahiy ve ilham bâtınî bilgi kaynakları olarak yer alır. Keşfî bilgi adını da verdiği bu ikinci bilgi türüne ancak peygamberler ve veliler sahip olabilir. Riyazet ve mücahede yöntemiyle kalp tasfiye edildiğinde bu bilgi, Allah’tan doğrudan kulun kalbine gelir/inkişaf eder. Keşfî bilgi, peygamberlerin tebliğ ettiklerini tasdik eden bir fonksiyona sahiptir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân: İstanbul 1255, 1285, 1286, 1306, 1330, 1333; Bulak 1255, 1264, 1276, 1278, 1287; İstanbul 2005, 2008.
-
Rûhu’l-Mesnevî (Şerhu’l-Mesnevî): İstanbul, 1285, 1287.
-
Şerhu’l-Muhammediyye (Ferâhu’r-rûh): Bulak, 1252, 1255, 1256, 1258; İstanbul, 1274, 1294; Bursa, 2000.
-
Tamâmü’l-feyz fî bâbi’r-ricâl: TSMK, Revan Köşkü, nr. 497. [Edisyon Kritik: Ramazan Muslu, Ali Namlı, "İsmail Hakkı Bursevî ve Tamâmü’l-feyz Adlı Eseri I-II", Basılmamış Yüksek Lisans Tezleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994.]
-
Kitâbü’n-Netîce: haz. Ali Namlı, İstanbul, 2020.
-
Şerh-i Ebyât-ı Fusûs Şerh: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1474.
-
Tuhfe-i Ömeriyye: İstanbul, 1240; Mehmet Ali Akidil, İsmail Hakkı Bursevî ve Üç Tuhfe / Seyr-i Sülûk, İstanbul 2000.
-
Şerhu’l-Erbaîne Hadîsen: İstanbul, 1253, 1313, 1317; Kırk Hadis Şerhi, haz. Sami Erdem, İstanbul 1998.
-
Şerhu Risâle fi’l-âdâbi’l-münazara li-Taşköbrîzâde: İstanbul 1273.
-
Şerhu Nuhbeti’l-fiker: Beybek, Genel, nr. 34; Beyazıt, Genel, nr. 804.
-
Tuhfe-i Hasakiyye: DTCF (Ankara), İ. Saib Sencer, nr. 2029.
-
Kitâbü’n-necât: Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 165.
-
Şerh-i Pend-i Attâr: İstanbul 1250, 1287.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu