Türkiye, bundan tam 42 yıl önce uyandığı 12 Eylül sabahında darbe sesleri duydu. Sokaklarda, meydanlarda askerler, tanklar vardı. Radyo da ise Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve arkadaşları’nın talimatıyla ordunun yönetime el koyduğu haberi veriliyordu. Böylelikle, Türkiye sadece 20 yıl içinde 3’ncü kez üniformalı askerlerin yönetimine girmişti. Ancak bu defa darbeyi yapanların çıkardığı fatura ağırdı. Tüm siyasi partiler kapatılmış. Liderleri sürgüne gönderilmişti. Sokaklarda ise cadı avına çıkılmıştı. 650.000 bin kişi gözaltına alınmış. 1 Milyon 683 bin kişi fişlenmiş. 230.000 bin kişi yargılanmış. 7.000 bin kişi idam ile yargılanırken, 50 kişi ise idam edilmişti. Deyim yerindeyse, darbeden etkilenmeyen hiçbir kesim kalmamıştı. Kısacası 12 Eylül ülke tarihine kara bir leke olarak geçecek ve hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacaktı.  

Bülent Arınç, 25 Mayıs 1948 yılında Bursa’da doğdu. 1970 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu ve avukatlık yapmaya başladı. Erken yaşlardan itibaren siyasete ilgi duyan Arınç, Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları Başkanlığını yaptı. 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştiğinde ise Arınç, Manisa İl Başkanlığı görevini yürütüyordu. TBMM Eski Başkanı Bülent Arınç, 1980 darbesini ve yaşadıklarını TV5.Com. Tr’ye anlattı.

?12 Eylül Darbesine gidilen süreci ve ortamı anlatır mısınız? 

Siyasetteki tıkanma askerlerin işini kolaylaştırdı

12 Eylül 1980 askeri bir darbedir. Buna başka bir isim koymaya gerek yok. Ancak 80 darbesine giden süreci 1950'lerden, 60’lardan ve 70’lerden başlatmamız gerekir. Ancak biz yakın tarihten başlatalım. O günlerde sağ-sol ayrımı gittikçe keskinleşiyordu. Önce Milli Nizam Partisi, ardından Türkiye İşçi Partisi kapatıldı. Bir ay sonrada sıkıyönetim ilan edildi. 1971’de muhtıra verilince Demirel istifa etmek zorunda kaldı.1971 ile 80 arası dönemde ise Teknokrat hükümetler, çok partili koalisyonlar iktidar olmuştu. Parti liderleri arasında ise gerginlik hakimdi. Cenazelerde bile birbirlerine selam veremez durumdaydılar. Birbirleriyle oturup bu meseleleri konuşsalar belki çözüm bulunurdu. Ama hepsi birbirine sırtını dönüyordu. Bunların üzerine 1973’te seçilmiş olan Fahri Korutürk'ün görev süresi bitmesine rağmen 114 tur boyunca yapılan seçimlerde cumhurbaşkanı belirlenemedi. İşte bu siyasette ki tıkanma askerin işini kolaylaştırdı. TSK’dakiler, siyasileri kast ederek, bunlardan bir şey çıkmaz, bunlar birbirlerini yemekle meşgul oluyorlar diyerek psikolojik bir bombardıman yapmaya başladılar. O yüzden darbenin zamanı psikolojik olarak da sosyal olarak da güvenlik olarak da hazırlanmıştı.

Alevi-Sünni kavgası çıkartılmak istendi

Ülkede aşırı sol ve aşırı sağ, bazen de Alevi- Sünni kavgasına yönelecek şekilde toplumsal olaylar olmaya başladı. Özellikle 1979’dan sonra gazeteciler ve savcılar öldürüldü. Maraş olaylarında, Çorum olaylarında ve Sivas'ta meydana gelen olaylarda çok acı neticeler ortaya çıktı. Yurtlar ülkücülerin ve devrimcilerinin yurdu olarak bölündü. Yurtlarda kendilerinden olmayan öğrencileri barındırmadılar. Mescitleri yaktılar, oradaki çocukları sürdüler, dövdüler. Ben pencereden atılan üniversite öğrencileri biliyorum. İşkenceyle öldürülen insanlar biliyorum.

Biz de tehditler alıyorduk

1979’da Başaran Oteli'nin yanında Doktor Cemal Evran'ın evindeydik. Akşamüstü saat beş, tak, tak, silah sesi. O kadar yakındı ki, hemen koştuk, gene ne oldu diye. MHP İl Başkanı Cemil Çöylü eczanesinde vuruldu. Bir gün sonra gene eczacı Neşe Gülersoy CHP'nin Manisa Kadın Kolları üyesi, eczanesinde vuruldu. Yüzlerce insanın içinde öldürüldüler. Bu bir sağdan bir soldan meselesi. Millet bu vahşeti görüyor ama müdahale edemiyordu. Ya kaçıyor ya da gözünü kapatıyordu. Biz de tehdit alıyorduk. Ben o zaman MSP İl Başkanıydım. Ülkede çok garip şeyler oluyordu. Kimin ne yaptığı belli değildi. Bu olaylardan millet o kadar korkmuştu ki sokağa çıkamaz hale gelmişti. Böyle bir ortamda asker muhtıra vermenin, mektup yazmanın dışında fiilen olaylara görevi olmasına rağmen müdahale etmedi. Polis bunları önlemekte çok aciz kaldı. Hükümetin otoritesi de kalmamıştı. Böyle bir zamanda sivilden ümidi keserseniz, asker gelsin diye dua edersiniz. Ama bu zemini kasten hazırlayanlar da konseyin başındaki insanlardı. Kendilerine göre çok akıllıca hareket etmişlerdi. Olayların artması, ölenlerin olması askerlerin umurunda değildi. TSK'nın başındakiler darbe yapacakları için, biraz daha millet ‘ah vah feryat etsin’ istiyorlardı. Halkın ‘gel benim güzel şanlı ordum’ demesini bekliyorlardı. Ama 12 Eylül’den sonra terör olayları birden kesildi. Bu da çok dikkat çekicidir. Yani ondan evvel senede 5 bin kişinin hayatını kaybettiği Türkiye’de,13 Eylül'den itibaren bir gün bile bir olayın olmadığı Türkiye haline geldi. Bu yani darbenin bereketi değildir. Darbenin ortamının hazırlanması ile ilgilidir. Yap dedikleri zaman yapanlar, yapma dedikleri zaman yapmamışlardır.

Erbakan siyaseti ayakta tutan tek isimdi

O zaman siyaset çok kirlenmişti. O kirlenmiş siyaseti ayakta tutan bir tek rahmetli Erbakan Hoca'ydı. O sadece hizmet etmeyi düşünüyordu. Toplumsal kardeşliği savunuyordu. Mesela Erbakan hocanın 1973’te CHP ile hükümet kurması bile hizmet aşkındandır. Biz CHP'li hükümet kurmaya çok hevesli değildik. Ama Demirel kendini çekti. Ferruh Bozbey’li kendini çekti. Biz mecbur kalarak CHP ile hükümet kurduk. İyi ki kurmuşuz. Bu iyi bir tecrübe oldu. Çünkü o zaman Cumhuriyet Halk Partisi'ne tarihi yanılgı sözünü söylettik biz.

?Darbeyi ne zaman öğrendiniz?

Partimin tabelasını indirmedim

Darbeyi 12 Eylül günü evimde öğrendim. Sabah yedi veya sekiz gibi kapıyı çaldılar. Aşağı baktım 7-8 tane asker. Aşağı indim hayrola dedim. Yüzbaşı askerlerin yönetime el koyduğunu söyledi. Askerler bana, “Siz il başkanısınız. Şu andan itibaren yasaklısınız. Evden de dışarı çıkmayacaksınız. Sıkıyönetim komutanlığının talimatlarını dinleyiniz.” dedi. Şaşırdık. Sanıyorum ertesi gün aynı grup tekrar geldi. “Başkan sizi alacağız. Parti binasına gideceğiz. Biz mühürlemiştik ama açıp da içinde bir arama yapacağız.” dedi. Her şey didik didik ettiler. Bir şey bulamadılar. Tutanak tuttular. Ben de tutanağı imzaladım. Sonra Şube Müdürü bana dedi ki “Tabelayı hemen indireceksiniz.” Ben de o zamanlar gazetelerde okumuştum. Bazı yerler tabelayı indiriyor, bazı yerlerde indirmiyorlar. Dedim ki “Ben indirmem.” Askerlerde “Niye indirmezsin” dediler. Ben de onlara partinin 6 yıl il başkanlığını yaptığımı ve tabelayı korumak için yaptığımı söyledim. Ardından darbeyi yapan sizsiniz. Tabelayı indirmeniz gerekiyorsa da siz indireceksiniz dedim. Şube Müdürü bana kızdı. O sıralarda Yüzbaşı söze karıştı. Dedi ki “Neyin münakaşasını yapıyorsunuz? her şey oldu bitti” dedi. Ben dedim ki her şey yeniden başlıyor. Hiçbir şey bitmedi. Allah söyletiyor demek. Sonra onlar kendileri itfaiyeyi getirdiler ve indirdiler maalesef.

?Üzüldünüz mü? 

CHP 27 Mayıs’ı devrim olarak görür

Üzüldüm tabi. Bu darbeyle, Türkiye 50 yıl geriye gitti. 60’ta ben çocuktum. Darbe oldu dedikleri zaman neyin ne olduğunu bilmiyorduk. Ama o zaman babam çok üzülmüştü. Hazırlanışı itibariyle çirkin ve kötü bir darbeydi. O darbeye CHP hala sahip çıkar. Onu bir devrim olarak görür. CHP 12 Eylül'e kapatıldığı için, malları elinden alındığı için karşı çıkar. Yargılanmadılar o ayrı bir şey. 27 Mayıs'ı savunurlar. Halbuki en büyük zulmü yapanlar 27 Mayıs'tadır. Yani Yassıada kepazeliği onlara aittir.

?O dönem avukatlık yaparak, pek çok kişi savundunuz. Bahseder misiniz?

Bizim zamanımızda dindarlar büyük zulüm altındaydı

Bizim zamanımızda dindarlar büyük bir zulüm altındaydı. En çok zarar gördüğü konu da Türk Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesiydi. 1991’de rahmetli Turgut Özal kaldırdı. 91’e gelinceye kadar, Risale-i Nur talebeleri, dini kitap okuyanlar, başına sarık saranlar, takke yapanlar, evinde dini kitap bulunanlar, laikliğe aykırı olarak devletin temel zamlarını dini esaslara uydurmak amacıyla örgüt kurmak, propaganda yapmak, dini istismar etmek gibi dört maddesinden en azından beş yıl hapis ceza veriliyordu. Ben de buna muhatap oldum. 1985 yılının 12 Ekim’inde İzmir Şenocak sinemasında Refah Gecesi yapıldı. Orada yaptığım konuşmamdan dolayı, hakkımda dava açtılar. 5 yıl ağır hapis cezası aldım. Bir sene iki ayda Bilecik’te sürgün cezası verdiler. İki buçuk senede zor beraat ettim. Ben de bunların üzerine davalarını almaya başladım. Böylelikle dindarların uğradığı zulümlerde onlara yardımcı olmaya çalıştım. 12 Eylül öncesi MHP’nin dindar kesimiyle benim irtibatım vardı. Onlar bana “abi” derlerdi. Ben de onları kardeşim gibi severdim. Selçuk Özdağ’da onlardan birisiydi. Ben hiç ülkücü olmadım. Biz hamdolsun Erbakan Hoca’yı takip ettik. Bu çocuklarda üniversitedeyken vatanperver insanlardı. 12 Eylül’de hepsini alıp götürdüler. Avukat bulamadıkları için aileleri bana geldi. Ben de tek kuruş para almadan, onları savunacağım dedim. 4-5 sene boyunca hem cezaevine hem mahkemeleri için İzmir’e gidip geldim.

?Soldan hiç talep geldi mi?

Eylem yapanlar hariç davaları takip ettim. Düşüncesi itibariyle suçlanan bir insan olsa giderdim. Bazen teklifte bulundum ama onlar benden bir talepte bulunmadılar.

?Kenan Evren’in uygulamaları ve söylemleri nasıldı?

Diyarbakır Cezaevinde, Metris’te insanlar zulüm gördüler

Kenan Evren’in bizim için talihsiz bir tarafı var hemşehrimiz olması. 1995 yılında milletvekili olduğum zaman Manisa’ya bir toplantı için gelmişti. Toplantı esnasında Türkçe ezan ve Kuran ile ilgili konuşurken, ben itiraz ettim. Ezanın neden arapça olduğunu anlatmaya çalıştım.  Bana “siz kimsiniz” diye sordu. Ben de Refah Partisinin milletvekili olduğumu söyledim. Benimle tartışmaya girmeyeceğimi ifade etti. Bir de sanıyorum 12 Eylül'den 4-5 ay sonra da Manisa’ya geldi. Ben de anayasa oylamasına hayır oyu vermiş, MSP İl Başkanı olarak gittim. O kendine göre ayet okuyor, meal veriyor. Hadis-i şerif okuyor. Ben de dindarım. Ama din böyle olmalı gibi fetvalar veriyor. O gün şu hususta dikkatimi çekti. Orada müthiş bir kalabalık vardı. O kalabalığın içinde ise darbeden en çok zarar gördüğünü düşündüğümüz MHP’lilerin hepsi çılgınca alkışlıyorlardı. Bizden de mutlaka insanlar vardı ama böyle bir çılgınlığın içinde değillerdi. O gün meydanda darbe yapan birini Manisalılar çılgınca alkışladı. Neden? Bu terörden kurtulduğuna şükrettiği için.

?Uygulamaları Nasıldı?

Bir sağdan bir soldan astık diyen bir adam. Cezaevlerindeki elli kişiyi idam etmiştir. O günün olayları tamir edilemez boyutlara gelmişti. Diyarbakır Cezaevi'nde, İstanbul Metris'te insanlar feci bir şekilde zulüm de gördüler, haksızlığa da uğradılar. Bir karıştır bir barıştır ideolojisi içerisinde yapıldı.

?O dönemin Anayasası hala yürürlükte, neler söyleyeceksiniz?

1982 Anayasası şeklen var

1982 Anayasası halen yürürlükte ancak bunun 175 maddesini esas alırsak 100’den fazlası değiştirilmiş veya yürürlükten kaldırılmıştır. Bizim en son yaptığımız değişiklikte yani 12 Eylül büyük referandumunda bir yönüyle de darbenin yıl dönümünde 26 maddeyi değiştirerek, kalbini söktük. Bugün 82 anayasası şeklen var. İçerisinde sabre şifa herhangi bir şey yok. Ancak bize düşen temel hakları esas alan yeni, çağdaş ve demokratik bir anayasayı yapabilmek. Bu bizim görevimiz.

?Yeni Anayasa tartışmaları var?

Meclis Başkanı bu görevi üstlenebilir

Her gün yeni bir Anayasayı tartışmanın gereği yok. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bu yapılabilir. Mesela böyle bir görevi parlamento üstlense ve Meclis Başkanı bu görevi üstlenebilir. Ama bunu müştereken hazırlamamız lazım. Çoğunluğun anayasası değil, her partinin katkıda bulunduğu veya en azından evet diyebileceği bir anayasa yapmalıyız.

?12 Eylül darbesinden bu yana demokrasi, insan hakları, fikir ve ifade özgürlüğü ve toplumsal kutuplaşma bağlamında değerlendirdiğinizde geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mâni oluyor halimi takrire hicabım.