Hayatı
İslâm dünyasının saygın âlimlerinden biri kabul edilen Mısırlı din bilgini Yusuf el Karadâvî, 9 Eylül 1926 tarihinde Mısır'ın el-Garbiyye ilindeki Siff Turab bölgesinde doğdu. Küçük yaşta (iki yaşında iken) babasını kaybeden Karadâvî on yaşına varmadan Kur’ân’ı ezberledi ve tecvid ilmiyle ilgili öğrenim gördü. Temel eğitimini el-Ezher’e bağlı ilk ve orta öğretim okullarında aldı ve el-Ezher’in lise kısmını, tutuklu olmakla birlikte, ikincilikle bitirdi. Daha sonra el-Ezher Üniversitesi Usûlüddin Fakültesi’ne girdi ve 1952-1953 öğretim yılında birincilikle mezun oldu. 1958 yılında Yüksek Arap Dili Araştırmaları Enstitüsü'nden (Ma’hedu’d-dirâsâti’l-Arabiyyeti’l-âliye) dil ve edebiyat konusunda lisans eğitimi aldı. Usûlüddin Fakültesi, Kur’ân ve Sünnet İlimleri bölümünde master yapan Karadâvî, doktorasını da 1973 yılında aynı fakültede “Zekât ve Zekâtın Toplumsal Sorunların Çözümündeki Yeri” adlı teziyle tamamladı.
Karadâvî, Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde önemli görevler üstlendi. İlk önce mescitlerde hitabet ve tedris görevi icra etti, sonra Mısır Vakıflar Bakanlığı’na bağlı Ma’hedu’l-eimme’nin ve İslâm Kültürü Genel İdaresi’nde (el-İdaretü’l-âmme li’s-sekâfeti’l-İslâmiyye) basılan kitapların murakıbı oldu. 1961 yılında lise seviyesinde bulunan dini enstitünün dekanı olarak Katar’a görevlendirildi. Burada eski ve yeni eğitim sistemini mezcederek sağlam kurumsal bir yapı oluşturdu. 1977 yılında Katar Üniversitesi Külliyetü’ş-şeri’a ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye’yi kurması için görevlendirildi. 1989-1990 akademik yılının sonuna kadar bu görevi yürüttü. Aynı zamanda Katar Üniversitesi’nde Merkezü buhûsi’s-sünneti’n-nebeviyye’nin kurucu müdürü oldu ve ilerlemiş yaşına rağmen halen bu görevi yürütmektedir. 1990-1991 eğitim öğretim yılında bir yıllığına Cezayir Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı.
Çeşitli İslâmî bankaların şer’i danışma kurulunda bulunan Yusuf el-Karadâvî Dünya Müslüman Alimler Birliği başkanlığı görevini de yürütmüştür. Rabıtatu’l-âlemi’l-İslâmi’ye bağlı Mecmeu’l-fıkh’ın, Oxford İslâmî Çalışmalar Meclisi (Meclisü’l-ümenâ Merkezu Oxford li’d-dirâsâti’l-İslâmiyye)’nin, Hartum’da bulunan İslâmi Davet Kuruluşu (Meclisu ümenâ munazzametü’d-da’veti’l-İslâmiyye)’nun üyesidir.
Karadâvî, kitap, makale, konferans, ders, seminer, televizyon programı, fetva, hutbe gibi geniş bir ağı kullanarak İslâm’a hizmetini devam ettiren bir ilim, fikir, davet, irşat ve aksiyon adamı olarak tanınmaktadır. İslâm düşüncesinin farklı alanlarına dair 50’nin üzerinde eser kaleme almıştır. Kitap ve makaleleri farklı dillere tercime edilerek dünya çapında tanınmasına vesile olmuş, kabul görmüş ve etki oluşturmuştur. Eserlerinde Kitab’a, sünnete, Selef-i sâlihîn yöntemine dayanmakta, geçmişle çağdaş birikimi beraber değerlendirmekte, bilimsel inceleme, tefekkür ve ıslahatçılığa yönelik yönlendirmeleri bir araya toplamaktadır. O, mezhep bağlılığından, mezhep taassubundan, belli bir mezhebi taklit etmekten, doğu ve batıdan ithal edilen akımlardan uzak, ortayolcu ve dengeli bir üslup kullanmaktadır. Çalışmalarının hemen hepsinde İslâmî değerlere yönelik yıkıcı dış etkilere ve tahrif edici iç söylemelere karşı durmakta, bağnazlarla lakayıtlar arasında dengeli bir yöntem izlediğini ifade etmektedir. İslâm’ın muhkem hükümleriyle çağın gerekleri arasında olabildiğince denge kurmaya gayret etmektedir. Eserleri dikkatle incelendiğinde onda fakih dikkati, edebiyatçıya ait fikir parlaklığı, davetçi heyecanı ve yenilikçi bir bakış ve söylem olduğu fark edilir. O, ilmi ve dini eserleri yanında tiyatro ve şiir tarzında edebi eserler de kaleme almıştır. Ayrıca hatıratını İbnu’l-karye ve’l-küttâb adıyla 4 cilt halinde yayınlamıştır.
Gençliğinin ilk yıllarında Müslüman Kardeşler hareketine katılan Karadâvî, mücadeleci bir İslâm âlimi olup birkaç kez hapse girmiştir. Anlaşılan o ki, Karadâvî, baştan beri İhvân-ı Müslimin hareketi içerisinde bulunmuş, ancak zaman içerisinde bu harekette gördüğü birtakım yanlışlar sebebiyle hareketle bütün ilişkilerini keserek artık hiçbir grup veya cemaate mensup olmadığını, tüm Müslümanların hizmetinde bulunduğunu, ancak İhvân’ın da doğru yolda yürümesi için gayret edeceğini açıklamaktadır. Onun bu kararı almasında İhvân hareketinin zamanla Suudi Arabistan’ın desteklediği ve Karadâvî’nin “Yeni Zahiriciler” adını verdiği literalist ve şiddet yanlısı bazı selefi grupların eline geçmesinin etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Öğretisi
A-Fıkıhta değişimci, Akâitte selefi
Yusuf el-Karadâvî her ne kadar fıkıh ve davet alanında kolaylıktan yana, gelişim ve değişim taraftarı olsa da akide ve usûl (fıkıh, tefsir ve hadis usûlü) alanlarında gelenek yanlısıdır. Bu alanlarda mevcut müktesebatın yeterli ve mütekamil bir yapıya sahip olduğunu düşünür. Onun değişimci söyleminin daha çok furu-i fıkıhla sınırlı kaldığı söylenebilir.
Akâid konusunda onu selefiyye ekolüne ait kılan bazı temel konulardaki yaklaşımlarıdır. Belirtilen konuları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Haberî sıfatlar: Haberî sıfatlar konusunda en sağlam yolun selefin anlayışı olduğunu söyleyen Karadâvî, pekçok kere yaptığı gibi, bu konuda da temelde İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye’yi referans alır. Ancak bu konuda derinlemesine yaptığı araştırma neticesinde görüşlerinde kısmî bir yaklaşım farkı olduğunu da kabul eder ve özet olarak şöyle der: Haberî sıfatları yorumsuz, tevilsiz ve olduğu gibi kabul etmemiz doğru olmakla birlikte bu tutumu özellikle yeni Müslüman olanlara Allah’ı anlatırken ve ilgili ayetleri başka dillere tercüme ederken sürdüremeyiz, “yed, vech…” gibi müteşâbih kelimlere mutlaka bir anlam vermememiz gerekir. Bunu yaparken de ilgili nasslarda geçen müteşâbih kelimeleri teker teker ele alıp herbirinin delalet açısından aynı seviyede olmadığını ve farklılık arzettiğini dikkate almamız gerekir. Bundan dolayı da konuyu parçalara ayırıp herbirini kendisine uygun şekilde değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Buna göre, insanlara da nisbet edilen rahmet, mahebbet, buğz, rıza ve gadap gibi kavramlar Allah’a nisbet edildiğinde sıfat, insanlara nisbet edildiğinde tepki olarak adlandırılır. Dolayısıyla biz bunları tevil ederek mesela, rıza ile kastedilen nimet verme iradesi, gadapla kastedilen intikam kastı, mahabbetle kastedilen sevap verme veya sevabın kendisidir diyemeyiz. Aksine şöyle deriz: Bunlar Allah’a ait sıfatlar olup Allah’ın kudreti, merhameti, rızası, gadabı, merhameti… vardır fakat kullarınki gibi değildir ve Allah için bunlar hakiki anlamlarında kullanılıp mecaza hamledilmezler.
Allah’a nisbet edilen yücelik (uluv) ve üstte olma (fevkıyye) gibi nitelikleri ise muhakkik selef âlimlerinin metoduna göre yorumlarız. Dolayısıyla bunları cihet anlamına almak yerine, Allah’ın aşkınlığı ve mekandan münezzeh oluşu şeklinde kabul ederiz.
Zahirî tecsim ve mürekkeplik ifade eden “vech, yed, yedeyni, ayn, ayneyn, a’yün, kadem, ricl, sâq, esâbi’, enâmil, cenb…gibi Allah’a sıfat olarak nisbet edilen müteşâbih kelime ve kavramlara gelince; bunlara bağlama aykırı olmayan, zorlamadan, Arap dil felsefesine ve üslubuna uygun teviller yapılabilir. Böyle bir yorum zorunlu olmamakla birlikte câizdir. Hatta bu konuda sükut etmekten daha iyidir. Özetle şöyle dinilebilir: Allah’ın da eli vardır fakat bizim elimiz gibi değil ve nasslarda “yed” olarak geçen bu kelimeyi biz “kudret” olarak yorumlayamayız.
Tevessül: Bu konuda Karadâvî’nin, Hz. Peygamber’in ve sâlih mümilerin zatıyla tevessülü câiz görmeyen İbn Teymiyye’nin görüşüne meylettiği kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bu konuda o, zât ile tevessülü câiz görmeyen bazı nassları tercih etmiş, özellikle avamdan insanların bu yolla Allah’tan istemesi gerekeni vesile kıldığından isteme yanlığına sapma endişesiyle sedd-i zeri’a prensibini esas almış, Allah’a ibadet konusunda ittifakla sabit görüş ve yöntemleri ihtilaflı olanlara öncelemiştir.
Evliyanın kerameti: Karadâvî’ye göre velinin tanımında, vasıflarında ve kerameti konusunda Kur’ân ve sahih sünneti esas alırız. Kur’ân’ın veli dediği kimseler bazı özellikleri sebebiyle Allah’ın dostu olabilme bahtiyarlığı elde eden kullardır. Kur’ân bu gibi kimseler için iki temel vasıf zikreder; iman ve takvâ. Buna göre Allah’a dost olacak kulların öncelikle sahih, sağlam bir imana sonra da bu imanın gereği olarak müstakim bir amele sahip olmaları gerekir. Allah’ın velisi olmak için bu şart ve nitelikler yeterli olup ayrıca keşif, kerâmet şart değildir.
Kabir ziyareti ve ölülerden medet umma: İlgili hadislerden hareketle âdabına uygun kabir ziyareti meşru ve sünnet olmakla birlikte, kabirde yatanlardan medet ummak, onlar adına adakta bulunmak, mum yakmak, üzerlerine mescit yapmak şirktir. Kabirlerin yerini belli etmek için alamet koymakta sakınca yoksa da türbe yaptırıp haddinden fazla masrafa girmek bidattır.
B-İslâm hukukunun sürekliliğini ve evrenselliğini savunması
Karadâvî, kitaplarında, makalelerinde, tebliğ ve fetvalarında makâsıda, maslahata, ahkâmın değişmesine sık sık vurgu yapsa da, tarihselci ve modernist bir âlim değildir. Onun değerlendirmesine göre Hz. Peygamber’den başlayarak tarihi süreçte sağlam ve sahih esaslara göre oluşmuş bulunan fıkıh Müslümanlara özgü, orijinal bir hukuk sistemidir. Tarihte uygulanmış ve problemlere Allah’ın maksadına ve insan fıtratına uygun olarak çözüm getirme özelliği test ve tespit edilmiştir. Müslümanların ellerinde böyle bir birikim ve hazine varken Batı’dan hukuk ve kanun ithal etmeleri gereksiz, yanlış ve kabul edilemez bir şeydir. Çünkü ithal hukuk, Müslümanların inanç, ahlâk ve sosyal yapılarına uymadığı gibi sömürüye de kapı açmaktadır.
İslâm hukuku, tarihi şartları dikkate alarak oluşmuş olsa da, tarihsel değil, evrensel bir hukuktur. Onun evrenselliğini sağlayan en büyük özellik ise “esnek oluşu”dur. Esnek oluşunu ise temel ve değişmez kaynak ve hükümleri yanında, şartlara göre yeni düzenleme yapabilme mekanizmalarına sahip oluşu temin etmektedir. Zira İslâm hukukunun delilleri arasında aslî delil mahiyetinde olan Kitap, sünnet ve icma yanında hüküm çıkarmada aklî yöntemlerin standardını belirleyen kıyas, mesâlih-i mürsele ve istihsan gibi kaynakları bulunmaktadır. Ayrıca İslâm hukukunun örfe değer vermesi, onu bir hukuk ve hukukun yorumunda kaynak sayması, örfe dayalı hükümlerin örfün değişmesiyle birlikte değişeceğini kabul etmesi esneklik açısından son derece önemlidir. Bütün bu hususların ötesinde belki de hepsini kuşatacak olan ictihâd kurumunu ve anlayışının bulunması esnekliği esas temin eden unsurdur. Zira İslâm hukukunda bulunan hükümler ictihâda açık olan ve olmayan tarzında temelde iki kısma ayrılmıştır. İçtihada açık olan hükümlerin farklı anlama ve yorumlamaya müsait olması İslâm hukukuna bir taraftan esneklik kazandırırken bir taraftan da sürekliliğini sağlamaktadır.
Belli bir mezhebe bağlanmayı ve mezhep metinlerinde olan her görüşü olduğu gibi kabul etmeyi reddeden Karadâvî, İslâm hukuk doktrininin en geniş yelpazesini de hüküm ve fetvada değerlendirme imkânını kabul etmekte ve bunun da esnekliği sağlayan en önemli unsurlardan biri olduğunu düşünmektedir. O, İslâm hukukunun esneklik ve evrenselliğini sağlayan beş temel unsurdan bahsetmekte ve bunları şu şekilde sıralamaktadır:
Kanun koyucunun (Şâri) hukukî alanda, zamanın şartlarına göre müçtehit âlimlerin usûlüne uygun kaynak ve yöntemlerden hareketle yapacakları yeni ictihâdlarıyla doldurmasına imkân tanıyan bilinçli boşluklar bırakmış olması.
Nassların daha çok genel/tümel esaslar getirmiş olması
Mazeretlerin, zaruretlerin ve istisnaî durumların dikkate alınmış olması
Nassların farklı yorumlara müsait olması
Yer, zaman, durum ve örflere göre hükümlerin ve fetvanın değişebilmesi.
Karadâvî’ye göre bütün bu hususlar dikkate alındığı takdirde, İslâm hukukunun çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği, dinî temeli olan bir hukuk olması sebebiyle esnek olmayıp değişime ayak uyduramayacağı şeklinde özellikle oryantalistler tarafından ileri sürülen ve bazı Müslüman ilim adamları nezdinde de kabul görüp yerleşen anlayışların önyargıdan başka bir şey olmadığı ortaya çıkmış olacaktır.
C- Mezhep mensubiyeti, İctihâd ve tecdîd
Mısır’lı Yusuf el-Karadâvî, makale, kitap, fetva ve konferanslarında Arap-İslâm dünyasında ictihadı teşvik eden, fiilen uygulayan ve sosyal hayatla iç içe bir fıkıh anlayışı sergilemektedir. Onun yazı ve söylemlerinde üzerinde daha çok nokta, fıkıh mirasımızı günümüz insanının problemini çözecek şekilde doğru, tutarlı ve nassların ruhunu (makâsıdı) esas alarak yorumlamaktır.
O, bu söylemini “Kolay ve Çağdaş Fıkıh” adıyla bir proje haline de getirmiştir. Onun düşüncesine göre çağımız için ictihâd bir görev ve zarurettir ve o, biri eski ictihadlardan seçme diğeri ise yeniden oluşturma olmak üzere iki çeşit ictihaddan söz etmektedir. Karadâvî, bu projesinde fıkhın kolaylaştırılmasını, çağdaş akla anlayacağı dille hitap etmeyi, çağın bilgi, ölçü ve terimlerinin kullanılmasını, fıkhı realite ile irtibatlandırarak ilgisi olamayan ve uygulama alanı kalmamış meseleleri tekrar etmemeyi, hükümlerin vazediliş gayelerini göz önünde bulundurmayı, çağdaş bilimlerin verilerinden yararlanmayı, hükümlerin birbiriyle ilişkisini kurmayı teklif etmektedir.
Karadâvî’nin fıkıh anlayışı esasen, “eşyada asl olan ibâhadır”, “iş daraldığında genişletilir”, “zaruretler mahzurları mubah kılar”, “zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilemez”, “meşakkat kolaylığı celb eder” gibi genelde kolaylığı, haramdan çok ibahayı telkin eden fıkıh ilkelerine dayanmaktadır.
Karadâvî, kendisinin herhangi bir mezhebe mensup olmadığını sıklıkla dile getirir ve mezhebe bağlı olmanın câiz olduğunu kabul eder ancak mezhep taassubuna şiddetle karşı çıkar. Geçmişin ilim mirasından yararlanmayı reddetmeyip aksine doğru sonuca ulaşmak için bunu gerekli gören Karadâvî, bu değerlendirmede Kur’ân’ın ve sahih sünnetin iki temel kriter olduğunu söyler. Zira fakihlerin, muhaddislerin, Müfessirlerin, mutasavvıfların ve kelâmcıların her birinin kendilerine göre oluşturdukları yöntemler vardır, her biri İslâm’ı anlamak ve ona hizmet etmek gayesini gütmüşlerdir. Ancak onların metotlarının İsabetli olup olmadığını Kur’ân ve sünnete göre değerlendirmek gerekir.
Taklidin veya bir mezhebe bağlanmanın dinen zorunlu olup olmadığı konusunda Karadâvî’nin yaklaşımı şöyledir: Avamın mezhebi yoktur, onun mezhebi müftünün fetvasıdır. Zira mezhebi tercih etmek de bir ilmi yeterlilik gerektirir ki, avamın böyle bir yeterliliği yoktur. Avamdan olmayanların ise belli bir mezhebe bağlamaları dinen zorunlu olmadığı gibi, taklit ettikleri bir mezhep veya görüşten, dini sebeplerle şartların değişmesi veya delilinin kuvvetli olması durumunda başka bir mezhebe geçmeleri caizdir. Zira mezhep hükümlerini üç kısma ayırmak gerekir: Sünnete muafık olana uymalı, uygun olmayanı terk etmeli, uygun olup olmama ihtimali olanlarda başka bir tercih sebebi bulunmadıkça takip edilmelidir.
Karadâvî’ye göre bir asrın müçtehitsiz kalması caiz olmadığı gibi, ictihâd kapısının kapalı olması da kabul edilemez. Zira çağımız hızlı değişim ve teknoloji çağı olması sebebiyle bugün ictihâda olan ihtiyaç günden daha fazladır. Günümüzde esasen sağlıklı ictihâd kurul ictihâdıdır. Bu da belli alanlardaki uzmanların bir araya gelmesi ile olur. Ancak bu durum ehli tarafından yapılacak bireysel ictihâda engel değildir.
Karadâvî’ye göre bugün arzulanan ve ihtiyaç duyulan ictihâd sadece füru-ı fıkıh konularıyla sınırlı olmayıp fıkıh usûlüne yönelik de olmalıdır. Zira usûlde de tartışmalı pek çok konu vardır. Sünnetin evrensel olanı ve olmayanı, sükûtî icmanın delil olup olmaması bunlar arasındadır.
Karadâvî’ye göre bugün iki tür ictihâda ihtiyaç duyulmaktadır, bunlar da şeçkiye dayalı (intikai) ictihâd ile inşai/yeniden üretme tarzındaki ictihâdlardır. Seçkiye dayalı ictihâddan maksat, klasik fıkıh doktrininde var olan ictihâd ve fetvalar arasından çağdaş problemlere uygun olanı delillerini dikkate alarak seçmektir. Seçme kriterleri arasında, zamana en uygun, insanlara daha kolay, şeriatın kolaylık prensiplerine daha yakın, dinin maksatlarına, insanların maslahatlarını elde etme ve onlardan mefsedeti defetmeye daha elverişli olanı tercih etmek gibi seçenekler vardır.
Çağımızdaki ictihâdın kanunlaştırma, fetva ve araştırma tarzında yapıldığını söyleyen Karadâvî, çağdaş ictihâdın ayak kaydıran bazı sebepleri olduğunu tespit eder ve bunları şöyle sıralar: Nasslardan habersiz olma, nassları yanlış anlama veya tahrif etme, kesin icmadan yüz çevirmek, yersiz kıyas, çağın gerçeklerinden haberdar olmamak, maslahatı dikkate alma konusunda aşırıya kaçmak.
Çağımızdaki ictihâdi yönelişleri de üç gruba ayıran Karadâvî bunları şöyle ifade eder: 1-Daraltmadan ve sıkı davranmadan yana olanlar: Bunları mezhep mensupları ve yeni zahiriler temsil eder. 2-Genişletmede ileri gidenler: Bunlar da Tufî ekolü ve vâkıayı temize çıkaran, haklı bulan ve ölçü alanlardır. 3-Dengeli yöneliş veya ortayolcu ekoldür. Bunlar içerisinde esaslarının ve kriterlerinin sağlam ve dengeli olması sebebiyle tercihe şayan olan üçüncü gruptur.
D. Kendine özgü bir fetva usûlünün bulunması
Karadâvî, çağdaş meselelere fetvâ veren bazı fetva heyetlerine başkanlık yapan bir âlimdir. Fetvalarının önemli bir kısmını Fetâvâ muâsıra adıyla bir kitapta da toplamıştır. Onun fetvalarında kolaylık, ruhsatlardan yararlanma, nassların ruhuna ve insanların maslahatına uygun bir yöntem takip ettiği dikkatten kaçmamaktadır. Kendisi de bunu yer yer ifade etmektedir. Bütün bunlarla birlikte tutarlı, sağlam ve meşru bir yöntemden hareket ettiğini, ölçüsüz bir serbestlik ve gevşeklik gösterdiği gibi, kuralsız ve ölçüsüz de hareket etmediğini ifade etmektedir. O, bazı çağdaş ilim adamlarının ehil ve yeterli olmadıkları halde fetva vermeye cüret etiklerinden, ölçüsüz ve tutarsız fetva vererek kendileri saparken başkalarını da saptırdıklarından yakınmaktadır. Bunun için de klasik fetva usûlleri yanında çağdaş fetvâ usûlünü şu maddelerle ifade etmektedir:
Mezhep taassubundan ve taklitten kurtulmuş olmak,
Zorlaştırmayı değil, imkân nispetinde kolaylaştırmayı esas almalı,
İnsanlara çağın diliyle hitap etmeli,
İnsanlara faydası olmayan konuları ele almamalı,
Aşırı tutucular ile aşırı gevşeklik gösterenlerin ortasında bir yol tutmuş olmalı.
E-Nassları anlamada ve maksatlarını keşfetmede Vasatiyye söylemini öne sürmesi
Karadâvî bütün söylemlerinde adına “vasatiyye” dediği “ortayolcu” bir yaklaşımı önemsemekte ve metod olarak bunu benimsediğini dile getirmektedir. Gerek akâid ve gerekse fıkıh konularında bu yaklaşıma sıkı sıkıya bağlı kalan Karadâvî, nassların anlaşılıp yorumlanmasında da bu yaklaşımın altını çizmekte ve doğru anlamanın bu yöntemle olacağını savunmaktadır.
Karadâvî’nin düşüncesinde “Vasatiyye” adını verdiği orta yolculuğun büyük ve merkezi bir yeri vardır. İlgili âyet (Fâtiha, 1/6-7; En’am, 6/105; Bakara, 2/143; Kasas, 28/77; İsra, 17/29, 110; Furkan, 25/67) ve hadislerle temellendirdiği bu düşünce onun erken yaşlarda benimsediği ve hayatı boyunca peşinde koştu ve gerçekleşmesi için mücadele verdiği ideal İslâm düşüncesidir. O, davet, fetva ve eğitimcilik meydanına girdiği günden beri yenileyici ve dengeli olarak nitelediği ve “orta ümmetin yöntemini temsil eden ve insan fıtratına uygun” olduğuna inandığı bu orta yolcu düşünceyi Allah’ın kendisine bir lütfu olarak görmektedir. Hatta bu düşünceyi canlı tutmak ve yaymak için Katar’da 2008 yılında kendi adıyla anılan “Merkezü’l-Karadâvî li’l-vasatiyyeti’l-İslâmiyye ve’t-tecdid” adlı bir merkez kurmuştur.
Karadâvî’yi bu düşünceye sevk eden, İslâm dünyasında hâkim olan iki aşırı düşünceden duyduğu rahatsızlıktır. Onun tespitine göre bu aşırı uçlardan biri, gözleri batı medeniyeti ile kamaşan, onu putlaştıran, önünde sorgulamadan eğilen, İslâm ile karşılaştırmada kriter olarak batılı değerleri esas alan, İslâmi hükümleri buna göre yorumlayan ve gerektiğinde tahrif eden aşırı batıcılardır. İkinci aşırı uç ise, ideal İslâm olarak düşündükleri aşırı lafızcı düşünceyi benimsemiş olan, nasları yorumlamadan olduğu gibi kabul eden, bundan kıl kadar sapmayan, tabi olduğu mezhep delillerini sorgulamadan ve başka görüş ve delilerle karşılaştırma gereği duymadan kabul eden, ictihâda açık pekçok konuya “haram” hükmü veren aşırı muhafazakâr düşüncedir.İşte Karadâvî, kendi düşüncesi olan vasatiyeyi bu iki aşırı ucun ortasında bir yere konumlandırmakta, kendisi için herhangi bir mezhebi değil de delile bağlılığı ilke edindiğini ifade etmektedir. Nitekim o birçok kitabının başlığını bu iki düşünce arasında karşılaştırma yaptığını ve sonuçta orta yolu tercih ettiğini ihsas ettirecek şekilde oluşturulmuştur. Mesela, Klasik ve yenilikçilik arasında İslâm hukuku, Meşru ihtilaf ile zemmedilen tefrika arasında İslâmi tavır, Disiplin ile esneklik arasında fetva adlı kitapları böyledir.
Karadâvî yenileştirici vasatiyyenin 30 kadar süreç ve prensibini ortaya koyar ki, bunların bir kısmı şöyledir:
-
Allah’ın eşsiz otoritesini kabul edip Kur’ân ve sünnetin temel müracaat kaynağı olduğuna iman ederek İslâm’ı kapsamlı, dengeli ve derinden gidbilecek bir bilgi birikimine sahip olmak.
-
Adalet, şura, hürriyet gibi insani ve sosyal değerleri yerleştirip insan haklarına saygılı olmak.
-
Ehil müçtehit ve müceddidler yetiştirerek, şeriatın yaşamasını sağlayan ictihâd kurumunu aktif hale getirerek dini içerden, iman, aklak, amel ve davet bakımından yenilemek.
-
Din ve evrende yeni bir fıkıh anlayışına davet edip, varlık fıkhı, şeriatın maksatları fıkhı, hükümlerin sonuçlarına dikkate alma fıkhı, dengeler fıkhı, öncelikleri fıkhı, ihtilaf fıkhı, medeniyet fıkhı, değişim fıkhı ve realite fıkhı gibi arzulanan fıkıh çeşitlerini oluşturmak.
-
Kadına hak ettiği değeri ve haklarını bahsedip onu fıtratına uygun konumuna kavuşturmak.
-
Toplumun çekirdeği olan aileye önem vermek, tarafların haklarına riayet ederek onu ayakta tutmaya çalışmak ve boşanmaları asgariye indirmek suretiyle ailenin dağılmasını önlemek.
-
Barışı esas kabul edip tüm dünyada gerçekleştirmeye gayret etmek, dünya üzerindeki azınlık Müslümanları görüp gözetmek.
-
Fetva konusunda kolaylık ve hafifletme ilkesini benimseyip sıkı davranmak gerekiyorsa bunu detay (furu) hükümlere değil de temel meselelere ve prensiplere hasretmek. Karadâvî’ye göre kolaylıktan maksat, realiteyi temize çıkarıp gerekçe haline getirmek, Batı’ya taraftar olmak veya yöneticileri memnun etmek demek değildir.
-
Zengin kültürel mirasımızdan yararlanarak dinin sabiteleri ile değişkenleri arasında dengeli bir yaklaşıma sahip olup hedef ve gayelerdeki sabiteleri gözetmenin zorunlu oluşunu göz önünde bulundurmakla birlikte vesile ve araç konumunda olanlarda esneklik prensibine göre hareket etmek.
F- Serbest ictihâdı, makâsıdı, kolaylığı ve ruhsatı esas alan fıkıh yaklaşımı
Karadâvî’nin fıkhı esasen “ortayolculuk/vasatiyye” denilen bir anlayışa dayansa da bu anlayışın oluşmasında kolaylık, mezhebi esas almamayıp serbest ictihâd yapmak, ruhsatlardan yararlanmak ve tümel maslahatlar ile tikel nasslar arasında uygun bağlantı kurmak bu anlayışı besleyen ana unsurlar durumundadır. Karadâvî öncelikler, dengeler fıkhı, makâsıt fıkhı, cüzî nass fıkhı gibi kavramları literatüre kazandıranlardan biridir.
G. Sömürüye ve taklitçiliğe karşı radikal İslâmî tavır ve kimliğin savunusu
İlahî bir nizam olan İslâm’ın beşerî sistemlerden her bakımdan üstün olduğunu savunan Karadâvî’ye göre bu gibi üstün değerlere sahip olan Müslümanların Batı ve Batılı yaklaşımlar karşısında komplekse kapılmalarına gerek yoktur. Bir medeniyet olan İslâm sadece Müslümanlar için değil bütün insanlık için ideal ilahî bir nizamdır. Bu sebeple Müslümanların İslâm’ın ilkelerine uyarak, çağın imkânlarından yararlanarak, ictihâd kurumunu aktif hale getirerek, kendi kimliklerini oluşturup Müslüman şahsiyetinden taviz vermeyerek, nassların lafızlarını esas almakla birlikte maksatlarını da ihmal etmeyerek, bağımsızlıklarını koruyarak, zâlim ve diktatör idarecilere meydan vermeyerek her problemi çözebilir ve oluşturdukları sistemle insanlığın umudu olabilirler.
Karadâvî’ye yönelik bazı eleştiriler: Karadâvî’nin, fıkhî incelemelerinde ve fetvalarında kolaylık, zaruret, makâsıdü’ş-şeria, maslahat, zamanın ve şartların değişmesi gibi söylemlere dayanması, mezhep mensubiyetini kabul etmeyip delili esas alarak tercihte bulunması, sınırları belirsiz, soyut ve yer yer yanıltıcı esaslara dayanma olarak kabul edilir ve eleştirilir. Ayrıca belli bir fetva usûlünün olmadığı, şaz fetvalara imza atması ve fetva usûlünde çelişkiler bulunduğu iddia edilerek eleştirilere maruz kalır.
Ümmetin fikrî ve siyasî problemleriyle de yakından ilgilenen, ümmetin siyasî geleceği adına Filistin ya da başka bir İslâm coğrafyasında yaşanan katliamın seyrini Müslümanlardan yana etkilemek için İsrail ve Amerikan mallarını boykot fetvasını verebilme feraset ve yürekliliğini gösterebilen el-Karadâvî’nin, zamanla Müslüman ferdi modern topluma entegre edecek, kültürel ve sosyal alanda İslâmî kimliğin eriyip yok olmasını sağlayacak iktisadî ve sosyal fetvaların altına imza atması, onun zihin dünyasında ciddi bir parçalanmanın olduğu şeklinde yorumlanmakta ve konunun bu boyutunu ihmal etmesi hayli düşündürücü bulunmaktadır.
Öne Çıkan Eserleri
-
el-Helal ve’l-Haram fi’l-İslâm.
-
el-Hasâisu’l-Amme li’l-İslâm.
-
Fıkhu’z-Zekât.
-
el-İbadetu fi’l-İslâm.
-
Fetâvâ’l-Muâsıra.
-
Devru'l-Kıyem ve'l-Ahlak fi'l-İktisat.
-
el-İctihâd.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu