Hayatı

80/699 yılında Medine’de doğdu. Burada Muhammed b. Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim Abdullah’ın öğrencisi oldu. Daha sonra Basra’ya giderek Hasan el-Basrî’nin ders halkasına katıldı. Burada büyük günah işleyen kişinin (mürtekib-i kebîre) durumu hakkında hocasına muhalefet ederek Hasan el-Basrî’nin meclisinden ayrıldı.

Öğrencilerini davetçi olarak İslâm coğrafyasının değişik bölgelerine gönderen Vâsıl b. Atâ, 131/748 yılında Basra’da vefat etti. Kendisinin, fırkalar tarihine ilişkin geniş bilgi birikimi olduğu; hatta bu hususta ilk eserleri onun yazdığı ifade edilmektedir.

Öğretisi

Vâsıl b. Atâ başlangıç dönemi kelamının önemli problemlerinden biri olan büyük günah sorununa getirdiği çözümle hocası Hasan el-Basrî’nin meclisinden uzaklaştı. Genel itibariyle Vâsıl’ın bu yeni yorumu Mu‘tezile’nin ortaya çıkışını sağlayan bir husus olarak ifade edilmektedir. Kaynaklarda geçen meşhur bir anlatıya göre Mu‘tezile’nin ortaya çıkışı şöyle resmedilir: Vâsıl b. Atâ ile hocası Hasan el-Basrî arasında büyük günah işleyen kişinin dinî durumunun ne olacağına yönelik bir tartışma geçmişti. Vâsıl büyük günah işleyen kişinin ne mümin ne de kâfir olamayacağını, onun durumun iki yer arasında orta bir yer (el-menzile beyne’l-menzileteyn) olduğunu söylemiş ve Hasan el-Basrî’nin meclisinden uzaklaşarak mesciddeki başka bir sütunun dibinde görüşünü anlatmaya başlamıştı. Bunun üzerine Hasan el-Basrî: “Vâsıl bizden ayrıldı (i‘tezele)” demişti. Böylece Mu‘tezile (ayrılanlar) ortaya çıkmış oldu.

Bununla beraber Mu‘tezile hareketinin, Vâsıl’ın içinde doğduğu dünyanın şekillendirdiği adâlet ve tevhîd düşüncesi üzerinden varlık sahnesine çıktığını söylemek daha doğru olacaktır. Çünkü bu dönemde insan fiilleriyle ilgili olarak Tanrı’nın her şeyin mürîdi, kâdiri ve hâlıkı olduğu o kadar fazla bir şekilde vurgulandı ki, Tanrı’nın zulmetmeyen, kötülük işlemeyen, adâletli ve hikmetli bir varlık olduğu gölgelenmeye başladı. İşte Mu’tezile’nin adâlet ilkesine yaptığı vurgu, bu düşünceye bir tepki olarak doğdu. Sıfatlar konusuyla ilgili olarak da Tanrı ile O’nun dışındaki varlıkları ayırmayı mümkün kılacak çizgi, “teşbihçi düşünce” tarafından tehdîd edilmeye başlandığında, karşı düşünce olarak Tanrı’nın yaratılmışların niteliklerinden tenzîh edilmesi fikri geliştirildi. Mu‘tezile’nin tevhîd düşüncesi de buna bağlı olarak ortaya çıktı.

Netice itibariyle insan fiilleri konusunda Ma‘bed el-Cühenî ve Gaylân ed-Dimeşkî tarafından benimsenen yaklaşım şeklinin; sıfatlar konusunda Cehm b. Safvân ve Ca‘d b. Dirhem tarafından getirilen çözümün, Vâsıl b. Atâ tarafından devam ettirilerek bir tür süreklilik kazandığını söyleyebiliriz. Vâsıl’ın çabalarıyla inşâ edilen bu süreklilik sayesinde artık genel anlamda kelâmın, özel anlamda da Mu‘tezile kelâmının ilk formunu kazandığını söylemek mümkündür.

Bilgi Teorisi

Mu‘tezile kelâmcıları arasında “Bir şeye ilişkin bilginin nasıl elde edileceği” sorusuna ilişkin ilk müstakil eser Vâsıl b. Atâ’ya aittir. Vâsıl, gerçekliğe ilişkin bilginin nasıl elde edileceğine yönelik olarak Kitâbü’s-Sebîl ilâ ma‘rifeti’l-hakk isimli bir eser yazmıştı. Vâsıl’ın bu eserinin içeriği hakkında çok şey bilmiyoruz. Ancak kitabın adı bize Vâsıl’ın “Gerçeklik nedir ve kişi gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşılır?” sorusuyla ilgilendiğini îmâ ediyor. Bununla beraber Ebû Hilâl’in (ö 400/1009) Vâsıl’ın İslâm düşünce tarihindeki yerine ilişkin aktardığı şu bilgiler eserin içeriği hakkında bir ipucu vermektedir:

Vâsıl, “Hak[ikat], dört şekilde bilinir: Konuşan Kitâb, hakkında icmâ olan haber, aklın hücceti ve icmâ’” diyen ilk kişiydi. Vâsıl, haberlerin geliş yollarını, doğruluğunu ve yanlışlığını ilk öğreten kişiydi. Vâsıl’a göre, “Haber, hâs ve âm olmak üzere iki türlüydü: Âmmın hâs olması mümkün olsaydı, hâssın da âmm olması mümkün olurdu. Bu durumda da, küllün cüz, cüzün de küll olması; emrin haber, haberin de emir olması caiz olurdu. Ayrıca o, neshin, haberlerde değil; emirde ve nehiyde olduğunu söyleyen ilk kişiydi. 

Vâsıl’ın bir şeye ilişkin bilginin nasıl elde edileceği sorusuyla ilgili düşüncelerini Vâsıl ile Cehm arasında geçen bir mektuplaşmadan da öğreniyoruz. Burada Vâsıl’ Sümenîler’in Cehm b. Safvân’a sorduğu “Bütün bilgilerimiz beş duyuyla elde edilen bilgilerden mi ibarettir” şeklinde soruya bir cevap verememiş; bunu doğrudan Vâsıl b. Atâ’ya yazmıştı. Vâsıl, bilinenlerin sadece beş duyu ile elde edilenlerle sınırlı olmayacağını; bunların yanı sıra delîlin de bir bilgi kaynağı olduğunu; canlı ile ölüyü, akıllı ile deliyi delille ayıracağımızı açıkça söyler. Buna göre Vâsıl, duyularla mahsûsâtındelil ile de ma‘kûlâtın bilgisine ulaşılacağını oldukça belirgin bir biçimde ortaya koyar. Buradan hareketle Vâsıl’ın delîl ile sonraki kelâmcıların doğrudan akıl veya nazar adını verecekleri bir idrâk gücünü kasdettiğini söyleyebiliriz. Burada Vâsıl delil ile doğrudan temyîz gücünü kastetmektedir. Zirâ canlı ile ölüyü, akıllı ile deliyi kendisiyle ayıracağımız temyîz gücü akıldır. Üstelik varlıklar sadece duyulurlara (mahsûsât) münhasır olmadığı için, duyulur olmayan varlıklara (ma‘kûlât) ilişkin bilgilerin duyuların dışında bir yolla elde edilmesi gerekecektir. Böylelikle kelâmın henüz başlangıç aşamasında şeylere ilişkin bilginin en genel formuyla duyular ve akıl şeklinde elde edilebileceği ortaya çıkmış oldu.

Öne Çıkan Eserleri

  • Elf Mes’ele fi’r-Redale’l-Mâneviyye: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’l-Menzile Beyne’l-Menzileteyn: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’l-Futyâ: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’t-Tevhîd: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’l-Hutab fi’t-Tevhîd ve’l-Adl: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’s-Sebîl ilâ Ma‘rifeti’l-Hakk: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’l-Esnâfi’l-Mürcie: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâb fi’t-Tevbe: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbu Hutbetihi elletî Ehrace minhâ er-Ra: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü’l-Maâni’l-Kur’ân: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü mâ Cerâ beynehû ve beyne Amr b. Ubeyd: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâb fi’d-Da‘vâ: Günümüze ulaşmamıştır.
  • Kitâbü Tabakâti Ehli’l-İlm ve’l-Cehl: Günümüze ulaşmamıştır.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu