Hayatı
Necmeddin et-Tûfî 670’li (1270) yıllarda Bağdat’ın Sarsar bölgesinde bulunan Tûfa köyünde dünyaya geldi. İlk eğitimini Tûfa’da aldı ve burada fıkıh alanında Hırakî’nin (ö. 334/946) el-Muhtasar’ını ve nahiv alanında İbn Cinnî’nin (ö. 392/1002) el-Lüma’ını ezberledi. Daha sonra Sarsar’a gitti ve oradaki hocalardan da ders aldı.
İlim yolculuğuna, 691’de (1292) Bağdat’a giderek başladı. Daha sonra 704’te (1304) Dımaşk’a, sonraki sene Kahire’ye gitti. 711’de (1311) Mısır’ın güneyindeki Kûs şehrine sürülen Tûfî, 714’te (1315) hac ziyaretinde bulunduğu Mekke ve Medine’de bir süre kaldıktan sonra 715’te (1316) Filistin’e döndü. el-Halîl şehrinde 716’nın Receb ayında (Eylül-Ekim 1316) vefat etti.
Bağdat’ta Mecdüddin İbn Teymiyye’nin fıkha dair olan eseri el-Muharrer’i ezberledi. Aynı zamanda sarf, nahiv, usûl-i fıkıh ve hadise dair dersleri birçok hocadan tahsil etti. Dımaşk’ta başta Süleyman b. Hamza el-Makdisi (ö. 715/1316), Takiyüddin İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve Mizzî (ö. 742/1341) olmak üzere birçok hocadan farklı alanlarda dersler aldı. Kahire’de ise aralarında kâdîlkudât Sadettin el-Hârisî (ö. 711/1312) ve Ebû Hayyân en-Nahvî’nin (ö. 745/1344) de bulunduğu hocalar ile görüştü. Ayrıca burada Mustansıriyye ve Nâsıriyye medreselerinde dersler verdi. Kahire ve sürgüne gittiği Kûs şehrinde verimli bir çalışma ortamı bulan Tûfî burada eserlerinin birçoğunu kaleme alma imkânı buldu.
Tûfî, Kahire’de ders verdiği dönemde Şiîlikle itham edilmesinden dolayı hocası Hanbelî kâdîlkudâtı Sadettin el-Hârisî’nin de emriyle bütün görevlerinden azledildi. Bir süre hapse atıldıktan sonra 711’de (1311) Kûs şehrine sürüldü. Hanbelî nisbesi ile anılmasına ve Hanbelî tabakat eserlerinde yer almasına rağmen, birçok biyografi yazarı ve tarihçi bazı görüşlerinden ve şiirlerindeki bazı ifadelerinden dolayı onun Şiî olduğunu ifade etmiştir. Hatta İbn Receb tövbe ederek Ehl-i Sünnet itikadına döndüğü şeklindeki kanaatlerin de Tûfî’nin takiyye yaptığını belirterek doğru olmadığını söylemiştir (İbn Receb, 2005, c. 4, s. 415). Fakat Şiîlikle itham edilmesine sebep olan şiirlerin kendisine ait olmaması, eserlerinde Şiîlikle ile ilgili görüşlerin aslında nakilden ibaret olması, Şiî biyografi eserlerinde Tûfî’ye yer verilmemesi ve Şiî müelliflerin bu konudaki tereddütlerinden hareketle Tûfî’nin Şiîlikle itham edilmesinin doğru olmayacağı ifade edilmiştir (Demiri, 2012, c. 41, s. 325)
Öğretisi
Yaşadığı dönemde ilim merkezi olarak nitelenebilecek Bağdat, Dımaşk ve Kahire’de yaşamış olan Tûfî füru alanına kıyasla usûl ve kelâm ile daha yoğun bir şekilde ilgilenmiştir. Usûl ve kelâm alanında nispet edildiği Hanbelî mezhebinin geleneksel anlayışından farkı bir tutum içinde olmuştur. Hanbelî mezhebinin usûl konularına kelâm ile ilgili konuları karıştırmama ve kelâmî hususlarda tevile karşı çıkan tavrının dışına çıkmıştır. Kelâm metodunu kullanmakta bir beis görmeyen Tûfî aynı zamanda kelâmî meselelerle ilgilenmeyi farz-ı kifaye olarak görmekle beraber felsefî kelâmı eleştirmiş ve mantık ilmini de öğrenilmesi gereken bir ilim olduğunu söylemiştir. Tûfî görüşlerinin çoğunda mücessime ile Mutezile arasında bir yol tutmaya çalışmış fakat Eşari ve Mutezili görüşlere sahip olan isimlerin eserlerini kaynak olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Nitekim Şerhu Muhtasari’r-Ravza adlı eserine yazdığı mukaddimede aralarında Gazzâlî, Fahreddin Râzî, Âmidî ve Ferrâ’nın olduğu birçok ismin eseri hakkında ayrıntılı bilgiler vermiş bunları değerlendirmiştir (Tûfî, 1998, c. 1, s. 101-107). Hatta diğer dinleri özellikle Hıristiyanlığı da inceleyerek onlara cevap vermeye çalışmıştır.
Tûfî’nin maslahat ile ilgili görüşleri özellikle modern dönemde dikkatleri çekmesine sebebiyet vermiştir. Maslahatı “şâriin amaçların götüren sebep” şeklinde geniş anlamıyla tanımlayan Tûfî, bu delili nas ve icma ile beraber en kuvvetli üç delilden biri olarak zikretmiştir. Tûfî maslahat delilini özellikle muamelat alanında riayet edilmesi gereken en önemli deliller arasında görmüştür. Bu hususta “maslahî ictihad” kavramını ortaya koyan Tûfî bu delil ile nassların umumunun tahsis edilebileceğini savunmuştur (Tûfî, 1998, c. 3, s. 216). Nas ve icmaʽın maslahat ile çatışmasının mümkün olmadığını, öyle görünen durumlarda bu iki delilin maslahata göre beyan veya tahsis edileceğini ifade etmiştir. Hatta ahkâmın insanların maslahatını yerine getirmek için konulduğunu ve bu sebeple maslahatın öncelenmesi gerektiğini savunmuştur.
Temel Soruları
- Mensubu olduğu mezhebin geleneksel düşüncesini aşarak bir usûl-kelâm düşüncesi geliştirmenin imkânlarını aradı.
- Farklı geleneklerden gelen isimlerin eserlerinin inceleyerek usûl alanında yeni bir tasnifin imkânını sorguladı.
Öne Çıkan Eserleri
- Şerhu Muhtasari’r-Ravzâ: thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Vizaretü’ş-Şuûni’l-İslamiye ve’l-Evkaf ve’d-Dave ve’l-İrşad, Suudi Arabistan 1998.
- el-Bülbül fî Usûli’l-Fıkh: Mektebetü’l-İmam eş-Şafii, Riyad 1383.
- et-Ta’yîn fî Şerhi’l-Erba’în: nşr. Ahmed Hâc Muhammed Osman, Müessesetü’r-Reyyân ve el-Mektebetü’l-Mekkiyye, Beyrut ve Mekke 1998.
- Alemü’l-Cezel fî İlmi’l-Cedel: thk. Heinrich Wolfhard, Franz Steiner Verlag, Wiesbaden 1987.
- el-İşârâtü’l-İlâhiyye ile’l-Mebâhisi’l-Usûliyye: nşr. Ebû Asım Hasan b. Abbas b. Kutb, el-Fârûkü’l-Hadîse, Kahire 2002.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu