Hayatı
Çocukluk ve ilk gençlik dönemleriyle ilgili ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Tabakat kitaplarında 594/1197-1198 yılında Urmiye’de doğduğu kaydedilir. Geç dönem bio-bibliyografik kaynaklardaki ve çağdaş araştırmalardaki genel kanı, ilk tahsilini doğduğu şehir olan Urmiye’de aldığı yönündedir. Genç yaşta Musul’a seyahat edip, 608/1211 yılında el-Medresetü’l-Alâiyye ve/veya 620/1223 tarihinde el-Medresetü’l-Bedriyye’de Kemâleddîn Mûsâ b. Yûnus el-Mevsılî’den (ö. 639/1242) aklî ve naklî ilimleri okudu. Musul’da ne kadar kaldığı veya başka bir şehre gidip gitmediği meçhul olmakla birlikte, Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil (ö. 635/1238) döneminde Kahire’de bulunduğu ve tıpkı arkadaşı Efdaluddîn Hûnecî (ö. 646/1248) gibi a’yândan sayıldığı kesindir. Letâifü’l-Hikme’deki kendi ifadeleri, onun el-Melikü’l-Kâmil nezdindeki saygın ulemâdan olduğuna ve hükümdarın huzurunda gerçekleştirilen ilmî toplantılara katıldığına işaret etmektedir. Yine bu yıllarda Şeyh Evhadüddîn Kirmânî’yi (ö. 635/1238) görmek için Kahire’den Anadolu’ya geçtiği ve Sultan Alâeddîn Keykubad (ö. 634/1237) tarafından izzetle karşılanıp Malatya kadısı ve müderris olarak atandığı zikredilir. Fakat menkıbevi özellik arzeden bu bilgilerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı tartışmaya açıktır.
1240’lı yıllara gelindiğinde Urmevî’nin bir taraftan telif ve tedris faaliyetiyle meşgul olduğu diğer taraftan ise bürokraside yer edindiği görülür. Onun çeşitli hükümdarlar tarafından vazifelendirildiği resmi görevlerini, diplomatik elçilik faaliyeti ve kadılık şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Bu hususta işaret edilen ilk görevi, Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddîn (ö. 647/1249) tarafından II. Frederick’e elçi olarak gönderilmesidir. II. Frederick’e bir mantık eseri sunduğu aktarılan Urmevî’nin, felsefî ilimlere (el-ulûmu’l-hikemiyye) düşkün olan İmparator tarafından uzun bir süre (müddeten tavîleten) ağırlandığı ve bu durumun el-Melikü’s-Sâlih ile İmparator arasında son derece olumlu ilişkiler (meveddeten azîmeten) doğurduğu vurgulanmaktadır.
Hohenstaufen Saray’ında geçen dört yılın ardından tekrar Kahire’ye dönen Urmevî’nin ismine, Sultan Gıyâseddin Tûranşâh’ın 648/1250 tarihinde ilmî müzâkerelerde bulunduğu (fecelese es-Sultânü’l-muazzam meahum ve nâzarahum) fakihler grubu içerisinde rastlıyoruz. Bu yıllarda Kahire ve Şam bölgesinde ders verdiği kaydedilir; Tunuslu fıkıh âlimlerinden olan İbn Zeytûn (ö. 691/1292), Kahire ve Şam bölgesine yaptığı 648/1250-1251 tarihli ilk seyahatinde Urmevî ile görüşmüş ve kendisinden mantık okumuştur.
Urmevî’nin, hayat hikayesinin belki de en önemli evresini oluşturan Anadolu’ya kesin geliş tarihi belirsizdir. Yukarıdaki bilgilere ve Konya Karatay Medresesi’nin vakfiye zeyline binaen bu seyahat, 648/1250-1251 ve 652/1253-54 yılları arasında gerçekleşmiş olmalıdır. Söz konusu vakfiye Urmevî’nin kadılık vazifesine Kayseri’de değil doğrudan Konya’da başladığına da delil olarak gösterilebilir. Cimrî olayından, yani tam olarak 676/1277 tarihinden sonra ise yetki alanı genişletilmiş ve bütün Anadolu’yu kuşatan kâdîlkudâtlık makamına atanmıştır. Ayrıca Bağdat’ın işgalinin ardından Anadolu Selçuklu Sultanı tarafından Hülâgû’ya (ö. 663/1265) elçi olarak gönderildiğine dair bilgiler de mevcuttur.
Urmevî’nin birden fazla çocuk sahibi olduğu muhtemelse de mevcut veriler onun sadece bir oğluna işaret etmektedir. Eflâkî’nin Menâkibü’l-Ârifîn’de naklettiği bir hikâyeden oğlu İmâdeddîn Ömer’in Urmevî öldüğü sırada kadılık vazifesini icra ettiği ve iki çocuk babası olduğu anlaşılmaktadır. Fatih Sultan Mehmed adına yapılan vakıf kayıtlarından ise Kâdî İmâdeddin’in bir dârü’l-hüffâz yaptırdığını öğreniyoruz. II. Bâyezid dönemi tahrir defterinde söz konusu dârü’l-huffâza vakfedilen yerlerin vergiden muaf tutulduğu beyan edilmiştir.
Kerîmüddin Aksarâyî (ö. 733/1332-1333) gibi tarih ve tabakat yazarları tarafından bahr-i fazîlet ve hurşid-i âsimân-i şerîat şeklinde övgüyle bahsedilen Urmevî, 682/1283 tarihinde Konya’da vefat etmiş ve Musalla Mezarlığı’na defnedilmiştir. Osmanlı dönemine ait kayıtlar -muhtemelen ölümünden kısa süre sonra- Urmevî için türbe yaptırıldığını gösterir. Türbenin tam mevkii, Turgutoğlu Pîr Hüseyin Bey tarafından yaptırılan Kalenderiye Zâviyesi’nin 10 Recep 832/15 Nisan 1429 tarihli vakıf kaydında belirtilmiştir. Burada, “Mevlâna Sirâceddin Türbesi” olarak zikredilen yapının, bayram yerinin (‘iydgâh) kuzey kısmında Şeyh Halilî Türbesi’nin hemen karşısında bulunduğu ifade edilir. Fatih Sultan Mehmed ve II. Bâyezîd dönemi tahrir defterlerinde, meydan tarafında bulunan “zemîn-i Sirâc” adlı arsadan ve bahçeden söz edilmektedir. Kâdî İmâdeddin’in dârü’l-huffâzına vakfedilen bu yerler vergiden muaf olup, Sirâceddin Urmevî’nin evlatları tarafından idare edilmiştir. Günümüze ulaşmayan mezar taşı ve türbesinin XVII. yüzyılda ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cihannümâ’da Konya’daki türbeleri (ziyâretgâh) anlatan Kâtip Çelebî (ö. 1067/1657) Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Sultan Veled ve Sadrüddîn Konevî’nin yanı sıra Urmevî’nin mezarından da (merkad-i Kâdî-yi Sirâciddîn) bahsetmektedir.
Öğretisi
Fahreddîn Râzî okulunun XIII. yüzyıldaki temsilcileri arasında gösterilen Urmevî, özellikle Konya’da yaşadığı yıllarda önemli teliflere imza atmış ve tedris faaliyetlerinde bulunmuştur. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Safiyyüddin el-Hindî (ö. 715/1315), İbnü’n-Nakîb er-Râzî (ö. 745/1344’ten önce), Tâceddin el-Kürdî (ö. 751/1350’den sonra), Mecdüddin el-Mardînî (ö. 689/1290), İbn Zeytûn (ö. 691/1292), Abdülvehhâb el-Kâşî (ö. ?) ve Mevlânâ Şerefüddîn Kayserî (ö. ?) gibi isimler zikredilmektedir. Kadı Beyzâvî (ö. 691/1292) ile Kutbüddîn Şîrâzî’ye (ö. 710/1311) ders okuttuğuna dair bilgiler yanlış olduğu gibi, Dâvud Kayserî’nin (ö. 751/1350) hocalığını yaptığına ilişkin kayıtlar da ihtiyatla karşılanmalıdır.
Urmevî eserlerinin önemli bir kısmını Râzî’nin görüşleri ekseninde kaleme almıştır. Mantık konularının incelendiği Âyâtü’l-Beyyinât’ına şerh yazmış, usûle dair el-Mahsûl’ü ile kelâm konulu el-Erbaîn’ini telhis etmiştir. Letâifü’l-Hikme’de yarım kalan Letâifü’l-Gıyâsiyye’yi “tamamlamaya” çalışırken, Şerhu’l-İşârât’ta genel olarak Râzî’nin problematiğini takip etmektedir. Bu itibarla, Râzî’nin eser ve görüşlerinin yaygınlaşmasında doğrudan ve öğrencileri aracılığıyla Urmevî’nin payı olduğunu düşünmek mümkündür. Örneğin, Râzî’ye ait görüşlerin Tunus’ta ilk defa İbn Zeytûn tarafından yaygınlaştırıldığı ifade edilmekte ve İbn Zeytûn’un Âyâtü’l-Beyyinât’ı hocası Urmevî’nin şerhiyle birlikte okuttuğu aktarılmaktadır.
Urmevî’nin Râzî çizgisini sürdüren bir âlim olarak yetişmesini; usûl ve cedel/hilâf alanlarında iz bırakan eserler yazmasını; bir diplomat/bürokrat olarak farklı din mensuplarıyla geliştirdiği iyi ilişkileri; hatta ilerleyen dönemlerde metafizik-kelâm polemiğine neden olacak felsefe yanlısı tutumunu en temelde hocası İbn Yûnus’un ve arkadaşı Efdaluddîn Hûnecî’nin fikrî etkileri ile ilişkilendirmek mümkündür. Metaliu’l-Envâr ve Beyânü’l-Hak adlı eserlerinin mantık kısımlarında Hunecî’ye ait Keşfü’l-Esrâr’ın sistematiğini izlemiş ve onun el-Mûcez’ine şerh yazmıştır. Öte taraftan bu ve benzeri eserlerinin içeriğini oluştururken İbn Sînâ’nın Şifâ ve İşârât’ından, Râzî’nin Mülahhas’ından, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin el-Mu’teber’inden ve Gazzâlî’nin İhyâ’sından önemli ölçüde istifade etmiştir.
Gerek usûl, gerek mantık gerekse de kelâmî-felsefî konularda olsun Urmevî’nin, Râzî’ye ait görüşler ödağında tevârüs ettiği ilmî birikime birkaç önemli hususta katkı yaptığı görülür. Bunlardan birincisi, ele aldığı eserlerin içeriğine ilişkin bazı müdahelelerde bulunmasıdır. Örneğin, Metaliu’l-Envâr ve Beyânü’l-Hak’ta Râzî’nin el-Mebâhis ve el-Mülahhas’ındaki genel kavramlar sistemi takip edilmekle birlikte, umûr-ı âmmenin genelliğinin nispeti ve genel kavramların önceliğine ilişkin açıklamalar konusunda Urmevî’nin yaptığı özgün katkıdan bahsedilebilir. Aynı şekilde yarım kalan Letâifü’l-Gıyâsiyye’den hareketle kaleme aldığı Letâifü’l-Hikme’de Râzî’nin görüşlerini Fârâbîci bir mecraya çektiği görülür.
İkinci husus, sistematik bir telif tarzına sahip olmasıdır. Şemseddin es-Semerkandî, İbn Sînâ’nın Şifâ’sına ve Hûnecî’nin Keşfü’l-Esrâr’ına karşılık Urmevî’nin telif tarzının daha kurallı/sistematik olduğunu belirtmektedir. Bu husus Urmevî’nin kendisi de dahil olmak üzere İbnü’n-Nakîb, Abdülvehhâb el-Kâşî, Rükneddin el-Esterabâdî, Bedreddin et-Tüsterî, Şemsüddîn el-İsfahânî, Kutbüddin er-Râzî, Seyfeddin Ahmed el-Ebherî, İbn Mübârekşâh gibi bilginler tarafından şerhedilen, Alâüddin et-Tûsî’nin kalemiyle Farsçaya çevrilen ve XIX. yüzyıla gelinceye kadar yüzden fazla hâşiyeye konu olan Metâliu’l-Envâr’ın, İslâm medrese geleneğindeki en temel mantık kitaplarından birine dönüşmesinin sebepleri arasında zikredilebilir.
Psikoloji ve Amelî Hikmet Yaklaşımı
İnsan, hayvan ve bitkilerin cisim olmak bakımından ortaklık içerdiklerine, fakat insanlık hayvanlık ve bitkilikte farklılık gösterdiklerine dikkat çeken Urmevî bunun nedeninin nefs olduğu kanaatindedir. Çeşitli veçhelerine göre “güç”, “suret” ve “yetkinlik” olarak adlandırılması mümkün olan nefs, en genel ifadesiyle “doğal organik cismin ilk yetkinliği”dir. Nefs, beden ve onun bir kısmı olmadığı gibi cisim ve cisme ait bir şey de değildir. Nefs, bedenin kısımları üzerinde ihtiyarî ve doğal bir hareketle tasarruf sahibi olan bir cevherdir. Urmevî, felsefî içerikli eserlerinde “aklî cevherlerin sonuncusu” şeklinde de açıkladığı nefsin varlığının bedenin ölümünden sonra devam edeceği görüşünü kabul etmektedir. Zira beden, nefsin var olmasının şartı olmayıp, onun yetkinleşmesi için bir araç işlevi görmektedir.
İbn Sînâcı bir bakış açısıyla nefsi; nebatî, hayvanî ve insanî/nâtık şeklinde üçe ayıran Urmevî bunlardan her birinin çeşitli güçlerle donandığı kanaatindedir. Nebatî nefse; beslenme, büyüme, üreme ve şekil verme biçiminde dört güç tahsis etmesi ile İbn Sînâ’dan ayrılıp Râzî’yi takip etmiştir. Hareket ve idrâk gücüne sahip olduğunu düşündüğü hayvanî nefsteki iç idrâkler konusunda ise Râzî’den daha ziyade İbn Sînâcı yaklaşıma sadık kalmıştır. Nâtık nefsin, nazarî (bilme) ve amelî (yapma) şeklinde ikiye ayrıldığına dikkat çeken Urmevî’ye göre heyûlânî akıl, meleke halindeki akıl, bilfiil akıl ve müstefad akıl şeklinde dört nazarî akıl mertebesinden bahsedilebilir. Amelî akıl ise, iyi ve kötü olmaları hasebiyle insan eylemlerine ilişkin yargıları belirlemektedir.
Urmevî’nin nefs hakkındaki görüşlerini Metaliu’l-Envâr, Beyânü’l-Hak ve Şerhu’l-İşârât gibi farklı eserleri üzerinden takip etmek mümkünse de ahlâk ve siyaset konularını bir bütün olarak ele aldığı tek eseri Letâifü’l-Hikme’dir. Müellife aidiyeti kesin olan tek Farsça eser olma özelliği taşıyan Letâifü’l-Hikme, Râzî’nin yarım kalan Letâifü’l-Gıyâsiyye’sini tamamlamak üzere kaleme alınmıştır. Fakat tasnif ve muhteva itibariyle Urmevî’nin yaptığı bazı tercihler eseri İslâm ahlâk literatürü açısından farklı bir konuma taşımıştır. Hikmet-i ilmî ve hikmet-i amelî şeklinde iki ana bölümden oluşan Letâifü’l-Hikme’nin ilk bölümünde usûlüddin (itikad) ve fürûuddin (fıkıh), ikinci bölümünde ise ahlâk, ev idaresi ve siyaset konuları ele alınmaktadır.
Bir bütün olarak bakıldığında Letâifü’l-Hikme’nin en önemli özelliği, Fârâbî’nin medenî ilimler tasnifini yansıtmasıdır. Kimi araştırmalarda da vurgulandığı üzere Fârâbî’nin ilimler tasnifi Aristocu, dolayısıyla da İbn Sînâcı çizgiden farklılaşmaktadır. Amelî felsefeyle ilgili bilimleri medenî ilimler başlığı altında sıralayan Fârâbî’yi farklı kılan iki önemli nokta vardır. Bunlardan ilki, ev yönetimini medenî ilimlerin dışında bırakması, ikincisi ise medenî ilimlerin kapsamını, fıkıh ve kelâmı da içine alacak biçimde genişletmesidir. Bu itibarla, İhsâü’l-Ulûm’da yer verilen medenî ilimler şeması ahlâk, siyaset, fıkıh ve kelâm şeklinde dörtlü bir taksimi yansıtır.
Urmevî söz konusu şemayı esas almış görünmektedir. Fakat bu ilimlerin tamamını medenî ilimler adı altında sıralamayı değil, ilmî ve amelî hikmet şeklinde ikiye ayırmayı tercih etmiştir. Bununla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmasa da Urmevî’nin amelî hikmet konularına ilişkin yeni bir yazım tarzı geliştirmeye çalıştığı ifade edilebilir. Temel hareket noktası Gazzâlî’nin “farz-ı ayn” ilimler anlayışı olan bu yaklaşım, Fârâbîci bakış açısına ve İhyâ’daki hikayelere dayanarak Ahlâk-ı Nâsırî’deki felsefî ahlâk tasnifini yeniden ele almaktan ibarettir. Nitekim eserin ilk bölümü basit düzeyde bir ilmihal özelliği arzederken ikinci bölümü, Nasîrüddîn Tûsî tarafından son şekli verilen felsefî ahlâk yazım tarzının ilk uygulamalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Bölüm taksimindeki bu benzerliğe rağmen Urmevî, içerikte Ahlâk-ı Nâsırî’den ziyade Gazzâlî’nin İhyâ’sını temel referans olarak kullanmıştır. Dahası, Fârâbî’yi anımsatan bir yaklaşımla ev idaresine (tedbir-i menzil) ilişkin meseleleri dışarıda bırakmaya çalışmış, bunların büyük bir kısmının esasında fıkıh kitaplarının konusu olduğunu vurgulamıştır.
Metafizik ve Kelâm Tartışması
İslâm düşünce tarihinde Urmevî’nin sık sık hatırlanmasını sağlayan bir diğer mesele metafizik ve kelamın konularına ilişkin “aykırı” tutumudur. Genel olarak İbn Sînâ’nın Şîfâ’sına dayandırıldığı düşünülmekle birlikte Urmevî’nin ilgili görüşlerinin Fârâbî’nin medenî ilimler taksimiyle de ilişkili olduğu ifade edilebilir. Söz konusu taksimde ahlâk ve siyaset birbiriyle doğrudan bağlantılı iki ilim olarak ele alınırken, fıkıh ve kelâmın bunlarla ilişkisine dair İhsâü’l-Ulûm’da herhangi açıklama bulunmamaktadır. Kitâbü’l-Hurûf’ta yapılan açıklamalarda ise bu ilişkinin niteliği, pratik uygulama alanından daha ziyade metafizik düzlemde ele alınmakta, kelâm ve fıkhın tümel ilkelerini felsefeden aldığı belirtilmektedir. İkna ve tahayyüle dayalı farklı anlatım yöntemi izlemelerine ve farklı kaynaktan beslenmelerine rağmen kelâm ve fıkhın felsefî ilimlerle aynı çatı altında mütalaa edilmesi ise toplumsal uygulama yönleri itibariyledir.
Dinî ilimlerin felsefenin serencamına teslim edildiği bu ifadelerin Urmevî’nin görüşleri çerçevesinde akla getirdiği ilk şey, Risâle fi’l-fark beyne mevzû‘ayi’l-ilmi’l-ilâhî ve’l-kelâm adlı risâledir. Urmevî burada, felsefî ilimlerin üst çatısı olan metafiziği kelâmın üzerinde konumlandırmış, bu nedenle de Cürcânî’nin tabiriyle “filozofların artıklarıyla beslenen filozof bozuntusu (mütefelsif)” şeklinde ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Metâliu’l-Envâr’ın en önemli hâşiyelerinden birinin müellifi olan Cürcânî, konuyla ilgili sert tavrını Şerhu’l-Mevâkıf’ın tamamına yansıtmış, Îcî’nin Urmevî için kullandığı “saygı” ifadelerine dahi yer vermemiştir. Bir taraftan Gazzâlî’ye (kelâma), diğer taraftan ise Konevî’ye (nazarî tasavvufa) karşı örtük bir itiraz olarak dile getirilen bu görüşler Urmevî’nin hayatının sonlarına doğru değil, çok daha öncesinden şekillenmeye başlamıştır ki bunun en önemli delili Letâifü’l-Hikme’nin Fârâbîci kurgusudur.
Fıkıh Usûlü
Fahreddin er-Râzî ekolünden olan Sirâceddin el-Urmevî, Râzî’nin el-Mahsûl adlı eserini ihtisar ederek oluşturduğu et-Tahsîl adlı eseriyle tanınır. Bu eseri muhtemelen Dımaşk’ta iken ve 645/1247 yılından önce yazmıştır. Es’ile ale’l-Mahsûl (yahut Makâsıdu’l-ukûl min maâkıdi’l-Mahsûl) adlı hacimli bir usûl eseri ile Risale fi emsileti’t-teâruz adlı kısa bir risalesi daha bulunmaktadır. Şâfiî fıkhıyla ilgili et-Tahrîr ve’t-takrîr fi şerhi’l-Vecîz adlı -Gazzâlî’nin eserine yazdığı- şerh ve bunun ilavesi olarak yazdığı Tekmiletu’t-Tahrîr adlı eserler Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde olup henüz neşredilmemiştir. Benzer şekilde henüz neşredilmemiş en-Nüket fi’l-mesaili’l-hilafiyye adlı bir başka eseri Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Hayatının son otuz yılını Konya ve civarındaki şehirlerde geçiren ve uzun yıllar kadılık yapan Urmevî’nin fıkıh eserlerinin de incelenmesi önem arzetmektedir.
Sirâceddin el-Urmevî, et-Tahsîl’de sadece el-Mahsûl’ü ihtisar etmekle kalmaz, zayıf bulduğu delillere tenkitler de yöneltir. Bu yönüyle Tâceddin el-Urmevî’nin el-Hâsıl adlı eserinden farklıdır. Ancak tenkit ettiği meselelerde farklı bir görüş benimsemekten ziyade ilgili meselelerin delillerindeki zaafa işaret eder. Eser özellikle VII.-VIII./XIII.-XIV. yüzyıllarda usûl alimleri tarafından çokça kullanılmış ve kendisine atıf yapılmıştır. Bunlar arasında el-Mahsûl’e hacimli birer şerh yazan Şihabuddin el-Karâfî (ö. 684/1285) ve Şemseddin Muhammed el-Isfahanî (ö. 688/1289) önde gelir. Isfahanî, el-Kâşif ani’l-Mahsûl adlı hacimli şerhinde gerek Sirâceddin el-Urmevî’nin gerekse Karâfî’nin Râzî’ye itirazlarını cevaplandırır. Yine et-Tahsîl’e özel bir önem veren usûlcüler arasında, Sirâceddin el-Urmevî’nin öğrencisi Safiyyüddin el-Hindî (ö. 715/1315), et-Tahsîl’e bir şerh yazan ve Râzî’ye itirazlarına cevap olarak ayrıca bir risale kaleme alan Şemseddin Muhammed b. Yusuf el-Cezerî (v. 711/1312), Urmevî’nin eseri üzerine Hallu ukadi’t-Tahsîl adlı bir eser yazan Bedreddin et-Tüsterî (ö. 732/1331), onun öğrencisi Cemaleddin el-İsnevî (ö. 772/1370), Bedreddin ez-Zerkeşî (ö. 794/1392) ve İbn Emîri Hac (ö. 879/1474) sayılabilir.
Sirâceddin el-Urmevî’ye göre dinî bilgiler usûl (bunlar kelâm konularından oluşmaktadır) ve füru olarak iki gruptan oluşur. Füru bilgilerini maksûd ve tebeî olanlar olarak ikiye ayıran Urmevî, ilkinin kitap (Kur’ân), hadis, fıkıh usûlü ve fıkıh, ikincisinin ise dile (Arapça’ya) dair bilgilerden oluştuğunu söyler. Kitap ve hadisler şer’î delilleri oluştururken, fıkıh bu delillerin medlûllerini yani hükümlerini, fıkıh usûlü ise delillerle istidlalde bulunarak hükümlere ulaşmanın keyfiyetini ve şartlarını açıklamakla meşgul olur. Urmevî esasen tüm dinî ilimlerde olduğu üzere fıkıh ve fıkıh usûlünün de Kur’ân’a dayandığı ve ondan istinbat edildiği görüşündedir (Letâifu’l-hikme, s. 24-29, 45).
Sirâceddin el-Urmevî usûl görüşleri ve yazım üslubu açısından Fahreddin er-Râzî’nin takipçisi durumundadır. Onun, el-Mahsûl’ü eğitim amacıyla ihtisar ederken eserdeki usûl görüşlerini, delillendirme tarzını ve konuları incelemedeki üslubu yeniden işleyerek geliştirdiği söylenebilir. Nitekim et-Tahsîl, Tâceddin el-Urmevî’nin el-Hâsıl’ı ile birlikte el-Mahsûl üzerine yapılan en başarılı ihtisar çalışmaları arasında değerlendirilir. Urmevî, genel olarak Râzî’nin görüşlerine ve yazım üslûbuna bağlı kalır; ona yönelttiği seksen civarındaki itirazın çoğu, Râzî’nin benimsediği görüşlerden ziyade, bu görüşleri desteklemek üzere ortaya koyduğu delillerdeki zaafı göstermeyi hedefler. Râzî gibi Urmevî de meselelerin mahiyetini inceleyip tartışmayı önemser, ilgili konuda kimlerin ne söylediği hususuyla da geçmiş usûlcülerin görüşlerini nakil ile de pek ilgilenmez. Mahsûl’deki ana konuları korumakla birlikte alt başlıklarda bazı tasarruflarda bulunur. Mesela Mahsûl’ün başındaki on mukaddimeyi altı mukaddimeye indirir. Kaynak eserdeki temel meseleleri koruyarak ona önemli katkılar yapar.
Urmevî’nin eğitim amacıyla yani ders kitabı olmak üzere yazdığı bu eseri, ilim çevrelerinde tanınmakla birlikte medreselerde okunmamış görünmektedir. Bu durum, kısmen kendisinin ilim hayatının olgunluk dönemini Memlük toprakları dışında geçirmiş olması ile, kısmen de Âmidî’nin eserini ihtisar eden İbnu’l-Hâcib’in ve Âmidî’yi de dikkate alan Kâdı Beyzâvî’nin usûl eserlerinin o dönemde ve sonrasında daha fazla rağbet bulmuş olmasıyla açıklanabilir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Beyânü’l-Hak ve Lisânü’s-Sıdk: thk. Gulam Rza Zekiyanî, “Tashih ve Tahkik-i Beyânü’l-Hak ve Lisânü’s-Sıdk-i Sirâceddîn-i Urmevî (Ez Bâb-i Evvel tâ Pâyân-i Bâb-i Dehom)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Tahran Üniversitesi, İlahiyat ve Maarif-i İslâmî Fakültesi, Tahran 1374; thk. Abdülali Şükr, “Tashih ve Tahkik-i Beyânü’l-Hak ve Lisânü’s-Sıdk-i Sirâceddîn-i Urmevî (Ez Bâb-i Yâzdehom tâ Âhir-i Kitâb)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Tahran Üniversitesi, İlahiyat ve Maarif-i İslâmî Fakültesi, Tahran 1374; thk. Nilüfer Öztürk Kocabıyık, “Kadı Siraceddin el-Urmevî’nin Metafizik Anlayışı ve “Beyânû’l-Hakk” Eserinin Tahkiki ve İncelenmesi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2020.
-
el-Mebâhic fî Şerhi’l-Menâhic: Konya Yusuf Ağa Ktp., nr. 5482.
-
et-Tahsîl mine’l-Mahsûl: thk. Abdülhamid b. Ali Ebû Züneyd, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1408/1988.
-
Gâyâtü’l-Âyât fi’l-Mantık: İskenderiye Belediye Ktp., nr.1957/d.
-
Letâifü’l-Hikme: tsh. Gulamhüseyin Yusufi, Bünyad ve Ferheng-i İran, Tahran 1351.
-
Levâmiu’l-Metâli: Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2569.
-
Lübâbü’l-Erbaîn fî Usûliddin: thk. Muhammed Yusuf İdris, Behâ el-Halâyile, el-Asleyn li’d-Dirâsât ve’n-Neşr, [Kahire] 2016/1437.
-
Metâliu’l-Envâr: thk. ve çev. Hasan Akkanat, “Kadı Siraceddin el-Urmevî ve Metâliu’l-Envâr (Tahkik, Çeviri, İnceleme)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006; thk. Ebü’l-Kâsım er-Rahmânî, Levâmiu’l-Esrâr fî Şerhi Metâlii’l-Envâr ile birlikte (mantık kısmı), Müessese-i Pejûheş-i Hikmet ve Felsefe-i İran, Tahran 1393.
-
Risâle fi’l-Fark beyne Mevzû`ayi'l-İlmi’l-İlâhî ve'l-Kelâm: thk. ve çev. Tuna Tunagöz, “Sirâceddin el-Urmevî'nin Risâle fi'l-Fark beyne Mevzû`ayi’l-İlmi'l-İlâhî ve'l-Kelâm Adlı Eseri: Eleştirel Metin ve Çeviri”, Kutadgubilig: Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, c. 16, sy. 1 (2016), s. 265-288.
-
Şerhu’l-İşârât ve’t-Tenbîhât: nşr. Allame eş-Şeyh Ammar et-Temîmî, Merkez-i Uş Âl-i Muhammed li’l-Bahsi’l-İlmî, Kum 2017; thk. Saim Güngör, “Sirâceddîn el-Urmevî’nin Şerhu’l-İşârât ve’t-Tenbîhât’ı: Bilgi Teorisi Açısından Bir İnceleme ve Metin Tahlili”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2021.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu