Hayatı
19 Cemâziyelevvel 1248/14 Ekim 1832 tarihinde Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletine bağlı Bans Bireli’de doğdu. Babası Şiilikten Sünniliğe geçen ve daha sonra Seyyid Ahmed Birelvî ve Şah Muhammed İsmail Şehid’în ıslahçı hareketlerini destekleyen Seyyid Evlâd Hasan Hân’dır (ö. 1837). Annesi müftü Muhammed İvaz’ın kızı Necbünnisâ Begüm’dür. Beş yaşındayken kaybettiği babasının arkadaşlarının tavassutuyla eğitim hayatına başladı ve Kuzey Hindistan şehirlerine (Kanpur, Rampur ve Delhi) ilim tahsili için seyahatler yaptı. Dihleviyye ekolünün temsilciliğini sürdüren Rahimiyye Mederesesi’nde temel İslâm ilimlerinin tamamını tahsil etmekle birlikte daha ziyade hadis ağırlıklı bir eğitim aldı. Dönemin en önemli hadis âlimlerinden olup Ehl-i hadis hareketinin liderlerinden olan Nezir Hüseyin Dihlevî (ö. 1902) ile karşılaştı. Aynı ekole mensup olup körü körüne taklîdi terk edip Kitap ve Sünnete bağlılık çağrısı yapan bir risalenin de müellifi olan Abdülhak Banarsî’den (ö. 1870) Delhi’de hadis okudu. Tahsilini tamamlayınca önce memleketine ve akabinde iş bulma umuduyla Bopal’e gitti (1854). İki yıl boyunca kâtip ve mütercim olarak çalıştı. 1861’de Bopal Başveziri Seyyid Cemâleddin Hân’ın kızı Zekiyye Begüm ile evlendi. Eşinin vefatının akabinde hacca gitti (1868-69). Yolculuğu boyunca, İbn Teymiyye’nin es-Siyasetü’ş-şeriyyesi başta olmak üzere, Hind alt-kıtasında ulaşılabilir durumda olmayan birçok kitap topladı. Hicaz ve Yemen ikameti esnasında farklı âlimlerden dersler okudu. 1871 yılında Bopal emîresi Şah Cihan Begüm’le evlendi. Bu evliliği sayesinde Nevvâb unvanını alıp siyasî idareci konumuna yükseldi ve Ehl-i hadis’e ait görüşlerini daha rahat bir ortamda dile getirme imkânına kavuştu. Bu esnada İbn Teyymiyye, Suyutî, Ali el-Kârî ve Şevkanî’nin kitapları başta olmak üzere, tüm İslâm dünyasından kitaplar getirtip bunların bir kısmını Farsça ve Urducaya tercüme ettirdi. Kendi kitaplarını da İstanbul, Kahire, Mekke ve Medine’ye göndertip bastırttı. 1885 yılına kadar kaldığı bu vazifesinde “Hintli Müslümanları İngilizlere karşı kışkırtmak” suçlamasıyla İngilizler tarafından görevinden alınıp Nur Mahal’de ev hapsine çarptırıldı. Bu durum tüm şahsî bağlantılarını kaybetmesine sebebiyet verdi; Kahire ve İstanbul’da kitaplarını bastıramaz duruma düştü. Arapça, Farsça ve Urduca 220 civarında eser kaleme alan Sıddık Hasan Hân 1890 yılında ev hapsindeyken vefat etti (Preckel, 2009, s. 162-185; Birışık & Eren, 2009, s. 92-95; Alavi, 2011, s. 4-8).
Öğretisi
Sıddîk Hasan Han, modernleşme öncesi tecdîd hareketlerinin klasik İslâmî ilimlere ve özellikle fıkıh anlayışına yönelik eleştirel çerçevesini büyük oranda benimseyip tekrar eden bir düşünürdür. Onun temel yaklaşımı itikad alanında şirk karşıtlığı, fıkıh alanında ise taklîd ve mezhep taassubunun tenkidi çerçevesinde gelişir. Eserlerindeki referanslara bakılırsa büyük oranda –biraz da Rahimiyye Medresesi’nde eğitim görmesi hasebiyle– Şah Veliyyullah Dihlevî’nin ve esas itibariyle de eserleri üzerine farklı çalışmalar yaptığı Şevkânî’nin görüşleri, onun düşünce dünyasının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Kendine özgü özellikler de kazanan ilmî yaklaşımı, Kitab ve sünnete ittibâın ve bidatlarden kaçınmanın gerekliliği şeklindedir. Bu ilkenin dikkate alınmaması, fıkıh sahasında mezhepleşmeyi ortaya çıkartıp Müslüman ümmetin tefrikaya düşmesine ve birbirine düşman hale gelmesine sebebiyet vermiştir; dolayısıyla da aciliyetle ele alınması gerekli bir husus olarak öne çıkmaktadır (ed-Dînü’l-hâlis, 1995, c. 3, s. 3-1). Bu noktada dikkat çekici yorum bidat kavramı üzerinden yapılır ve bidatin kapsamı son derece genişletilerek İslâm ilimlerinin neredeyse tüm birikimlerine teşmil edilir. Bir bidat türü olarak nitelenip reddedilen taklîd “nasların terk edilip kişilerin peşinden gitmek, Kitab’a tabi olup sünnete bağlanmak yerine bugün adına fıkıh adı verilen ilme bağlanmak” olarak nitelenir (ed-Dînü’l-hâlis, 1995, c. 3, s. 19). Böylece mezhepler şahsında teşekkül eden fıkıh ilmi bidat kapsamına alınırken bunun yerine doğrudan Kitab ve sünnete ittibâ etmek teklif edilir. Mezheb olarak bilinen ne kadar yaklaşım varsa bunların tamamının bu iki kaynağa arz edilmesi ve bu kaynakla uyumlu olması halinde kabul edilip uyumsuz olması durumunda reddedilmesi, teklif edilen metodolojinin esasını oluşturur. Bu kabil genel ifadelere rağmen temel hedefin ehl-i re’y olduğu da hususî bir ihtimamla vurgulanır (ed-Dînü’l-hâlis, 1995, c. 3, s. 24-28; Çavuşoğlu, 2009, s. 95). Böylece büyük oranda ehl-i hadis yaklaşımını tekrar ederken, sadece Kur’an ile yetinmenin mümkün olacağı şeklinde özellikle Seyyid Ahmed Han’ın etkisiyle yaygınlaşmaya başlayan “ehl-i Kur’ân/Kur’âniyyûn” yaklaşımına da karşı çıkar ve bu iki kaynağın birbirini tamamladığını belirtir (ed-Dînü’l-hâlis, 1995, c. 3, s. 47-48).
Şevkânî’yi takip etmek suretiyle fıkıh usûlü ilmini esas itibariyle ictihad melekesi kazandıracak bir ilim olarak tasvir edip (Husûlü’l-me’mûl, 1296, s. 3) bu ilmin konularını da büyük oranda bu çerçevede ele alır. İctihad ile kastedilen ise ehl-i re’y’in yaptığı türden bir ictihad olmayıp naslara dayalı bir ictihad olarak belirlenir (Husûlü’l-me’mûl, 1296, s. 182-194).
Sıddîk Hasan Hân’ın itikadî görüşleri ana hatlarıyla şöyledir: “Allah’ın varlığı ve birliği konusunda Kur’an’da belirtilen kesin aklî deliller kelâm veya felsefede geliştirilen kanıtlara ihtiyaç hissettirmeyecek yeterliliktedir. Bu deliller evrenin oluşumu ve işleyişiyle insanın fizyolojik ve zihnî niteliklerinin, bilgi, kudret ve irade sahibi yüce bir yaratıcı olmaksızın vücûd bulamayacağı gerçeğini ortaya koyar. Tevhîdin esası ulûhiyyet niteliklerini Allah’tan başka herhangi bir varlığa nisbet etmemektir, aksi bir tutum şirke düşmeye yol açar.” (Akkuş, 2009, s. 97).
Ümmet içinde yaygınlaşan problem alanları arasında mevlid kutlamaları, vahdet-i vücûd düşüncesi, tevessül anlayışı, evliya kabirlerinin ziyaretleri, hatalı tevekkül, kaza ve kader anlayışları gibi birçok farklı tartışmalı konu yer alır. Sıddîk Hân, bu hususları ele alırken büyük oranda İbn Teymiyye ile İbn Kayyım el-Cevziyye’nin görüşlerine referans verir. Buna rağmen dile getirdiği tenkit ve görüşleri kendisiyle benzer kaynaklardan beslenen Muhammed b. Abdülvehhâb’la benzerlikler arz ettiğinden muhalifleri tarafından Vehhâbîlikle itham edilmesine sebep olmuştur (Preckel, 2009, s. 168).
Sıddîk Hasan Hân’ın itikade dair değerlendirmelerinin, tevhîd vurgusu ve şirk karşıtlığının mahiyeti büyük oranda İbn Teymiyye referanslıdır. Taklîd karşıtlığı ve ictihadı teşvik eden yaklaşımları ise Şevkânî’nin somut tesirindedir. Onun Vehhâbîlikle doğrudan ilgili olduğunu ortaya koyan somut verilere rastlanmamıştır (Mesela kütüphanesinde Vehhâbî kaynakları önemli bir yer kaplamaz).
Sıddîk Hasan Hân’ın İslâm ilimlerine ve mezheplere yaklaşımı özellikle bulunduğu coğrafyada tenkit edilmiş, zaman zaman kendisine reddiyeler kaleme alınmıştır. Bir taraftan taklîde karşı olup delile dayanarak ictihad etmeyi savunmasına rağmen kendi eserlerinde büyük oranda “İbn Teymiyye ve talebeleri ile Şevkânî’yi taklîd edip delillerinin zayıflığına bakmaksızın onların görüşlerini aynen benimsediği” belirtilerek eleştirilmiştir (Çavuşoğlu, 2009, s. 96; Leknevî, 2000, s. 18). Muhaddis ve Hanefî fakihi Abdülhay el-Leknevî’nin (ö. 1886) Nakdü evhâmi Sıddîk Hasen Hân (İbrâzü’l-ğayyi’l-vâki‘ fî şifâi’l-‘ayy) başlıklı kitabı kendisine yöneltilen en kapsamlı reddiyeler arasında yer alır.
Temel Soruları
-
Sahih dini yaşam nasıl tesis edilir?
-
Kitap ve Sünnet merkezli bir din anlayışı nasıl inşa edilir? Dini yanlış anlayıp tatbik etmeye sebebiyet veren bidatlerden nasıl kurtulunur?
Öne Çıkan Eserleri
-
Fethu’l-Beyân fî Makâsıdi’l-Kur’ân: Bopal 1290; Kahire 1975; nşr. Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî, Beyrut 1412/1992.
-
Tercümânü’l-Kur’ân bi-Letâ’ifi’l-Beyân: Lahor 1890-1905, 1916.
-
Avnü’l-Bârî li-Halli Edilleti’l-Buhârî: Bopal 1299/1881; Halep 1984.
-
ed-Dînü’l-Hâlis: Kahire 1959; nşr. Muhammed Zührî en-Neccâr, Kahire [t.y.]; nşr. M. Sâlim Hâşim, Beyrut 1415/1995.
-
es-Sirâcü’l-Vehhâc min Keşfi Metâlibi Sahîhi Müslim b. Haccâc: Bopal 1302; nşr. Ahmed Ferîd Mezîdî, Beyrut 1425/2004; nşr. Abdüttevvâb Heykel, Doha-Katar 1984-1995.
-
Katfü’s-Semer fî Beyâni ʿAkîdeti Ehli’l-Eser: nşr. Âsım b. Abdullah el-Karyûtî, Kahire 1984; nşr. Muhammed Emîn el-Ganâvî, Beyrut 2000.
-
el-İzâʿa limâ Kâne ve mâ Yekûnü Beyne Yedeyi’s-Sâʿa: Bopal 1293; İstanbul 1294; Medine 1971; Kahire 1379; Beyrut 1986; nşr. Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî, Beyrut 1421/2000; nşr. Abdülkâdir el-Arnaût, Dımaşk 2001.
-
Husûlü’l-Me’mûl min ʿİlmi’l-Usûl: İstanbul 1296; Kahire 1938; nşr. Muktedî Hasan el-Ezherî, Kahire 1985; Benâres 1982.
-
er-Ravzatü’n-Nediyye Şerhu’d-Düreri’l-Behiyye: Bulak 1296; Beyrut 1406/1986, 1990; nşr. Muhammed Subhî Hasan Hallâk, Riyad 1418/1997; Kahire [t.y.].
-
Ebcedü’l-Ulûm: Bopal 1295/1878; nşr. Abdülcebbâr Zekkâr, Dımaşk 1978, 1988; Beyrut 1978; nşr. Abdullah el-Hâlidî, Beyrut 2001.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu