Hayatı
1933’te Tahran’da doğdu. İran’da modernleşme çalışmalarının başladığı Kaçarlar Dönemi ve ardından Pehlevî Dönemi’nde hanedanla yakın ilişki içerisindeki seçkin bir aileye mensup olarak dünyaya gelen Nasr, Amerika’da eğitim almış, Amerika ve İran üniversitelerinde İslâmî çalışmalar alanında önemli kürsülerde bulunmuştur. Bugün gelenekselcilik (traditionalism) düşüncesinin İslâm dünyasındaki önde gelen temsilcisi sayılmaktadır.
Nasr kendisinin bilim adamları ve doktorlar yetiştirmiş bir aileden geldiğini söyler. Nitekim babası Veliyullah Nasr bir kraliyet doktoru olmasının yanında eğitim bakanlığı gibi bir görevle İran eğitim sisteminin modernleşmesine öncülük etmiş bir bilim adamıdır. Annesi ise büyük din alimleriyle ünlü soylu bir aileye mensuptur. Nasr’ı dinî bir hassasiyetle yetiştiren ve Fars edebiyatı gibi geleneksel disiplinlerle tanıştıran babası onu lise eğitimini almak üzere Amerika’ya gönderdi. Nasr üniversite eğitimini Massachusette Institute of Technology’de fizik bölümünde tamamladı. Fizik bilmek onun için fiziksel gerçekliğin doğasını keşfetmek demekti. Bertrand Russell’ın bir konferansında, Batılı filozofların fiziği ve genel olarak bilimi böyle bir keşfin vasıtası olarak görmediklerini öğrendiğinde çok şaşırdığını, manevî ve entelektüel bir kriz yaşadığını ve bunun üzerine merakının Batı felsefesi ve bilim tarihine yöneldiğini aktarır. Giorgio de Santillana’nın etkisiyle üniversite yıllarında Doğu geleneklerine ilgi duyup mukayeseli dinler sahasına eğilince René Guénon’un eserleriyle karşılaştı. Bunu hayatının dönüm noktası sayan Nasr, Batı felsefesine dalmışken bir Batılı’nın kendisini alıp Hindu metafiziğinin enginliğine götürdüğünü söyler. Bu süreçte Guenon’dan sonra Gelenekselcilik ekolünün en önemli isimlerinden Ananda K. Coomaraswamy’nin eşi ile tanışma fırsatı buldu ve çeşitli gelenekler hakkında bir hazine olarak nitelediği kütüphanesinden istifade etti. Yine “üstadım” dediği Frithjof Schuon’un yazılarıyla karşılaştı. Nasr’ın geleneğe ilgisi yalnızca teorik boyutta değildi. 1957’de entelektüel faaliyetlerinin ve felsefî okumalarının amacına ulaştığını belirttiği bir Fas ziyaretinde, kendisi için geleneksel hikmeti canlı bir gerçeklik haline getiren kişi olarak tanımladığı Frithjof Schuon’un Meryemiyye tarikatına intisap etti. Bilimsel araştırmalarına jeoloji ve jeofizik dallarında Harvard’da devam ederken bir taraftan İslâm düşüncesi, bilim tarihi ve kelam ve felsefe tarihi alanlarında H. A. R. Gibb, George Sarton ve H. A. Wolfson gibi isimlerden ders aldı. Doktorada çalışma sahasını bilim tarihi olarak belirledi. An Introduction to Islamic Cosmological Doctrines: Conceptions of Nature and Methods Used for its Study by the Ikhwan al-Ṣafa, al-Biruni, and Ibn Sina isimli teziyle 1958’de doktorasını tamamladıktan sonra Tahran Üniversitesi’nde profesör olarak göreve başladı. Bu sırada Seyyid Muhammed Kazım Asrar, Seyyid Ebü’l-Hasan Kazvinî ve Muhammed Tabatabâî gibi dönemin dinî otoritelerinin, İslâm geleneksel düşüncesi üzerine verdiği dersleri uzun yıllar boyunca takip etti. Böylelikle Batı’da önemli isimlerin yönlendirmesiyle okuduğu İslâm felsefesini bir de İran’ın büyük üstatlarının gözünden görme şansını elde ettiğini aktarır. Yine İran’da geçirdiği bu dönemde Encümen-i Şehinşâhi-i Felsefe-i İran’ı kurdu. Encümen, üyeleri ve hem İran’da hem de İran dışında Gelenekselciliğe saygın bilim adamları kazandırması bakımından ve ayrıca kimi iddialara göre İslâm Devrimi’nin gerçekleşmesindeki dolaylı fakat umulmayan etkisi itibariyle Gelenekselci fikriyatın kurumsallaşmış bir şekli kabul edilebilir. Nasr’ın Henry Corbin ile İşrâkî felsefenin tanıtılması maksadıyla yaptıkları çalışmalar bu vesileyle gerçekleşmiştir. Öncesinde bu kurumun çalışmalarına ve Nasr’a ilgi duyanlar, İran Devrimi yaklaştığında Şah’la yakın ilişki içerisinde olması dolayısıyla Nasr’dan uzaklaşmaya başladı. Buna mukabil kendisi saraya yakınlığının çok eskiye dayanması ve Gelenekselci fikirlerinin etkisiyle monarşiyi destekliyor, bu süreçte saraya daha da yakınlaşıyordu. 1977 yılında Fereh Pehlevî’nin baş sekreteri olup çeşitli diplomatik görevlerde bulundu. 1979 yılında devrim olduğu sırada yurtdışında bulunuyordu ve bir daha ülkesine dönmedi. 1984’te Amerika’da George Washington Üniversitesi’nde İslâmî Araştırmalar profesörü ünvanıyla göreve başladı. Bugün aynı kürsüde görevini sürdürmektedir.
Öğretisi
Nasr’ın eserlerindeki temel yaklaşım, bilgi kaynağı vahiy olan geleneksel öğretilere ve ezelî hikmet şeklinde formüle edilmiş bir anlayışa dayanan gelenekselci perspektiftir. Nasr’a göre gelenek; vahyin ve dinin bilim, düşünce, sanat gibi her tür insanî ve sosyal sahadaki yansımalarını içerirken bunların tümünü önceleyen bir metafizik bilgiyi ifade eder. Öte yandan tüm ilahî dinlerin ve düşünce mirasının aynı kaynaktan doğduğunu vurgulayan ezelî hikmet anlayışı, Ezelî İlke olan Mutlak Bir ve ondan kozmik bir hiyerarşi ile çıkıp tekrar ona dönen çokluğun ilişkisini ele alır. Bu ilişkiyi bilmek öncelikle benliği bilmeyi gerektirecek ve neticede insanı hakikat bilgisine, yani Mutlak Varlık’ın bilgisine götürecektir. Bilginin vasıtası ise Gelenekselcilerin sıkça vurguladığı üzere akıldır (intellect). Nasr aklı tasavvufî bir kavram kullanarak kalp şeklinde yorumlar. Söz konusu bilginin İslâm geleneğindeki temsilcileri olarak İbn Arabî, İbn Sînâ, Molla Sadra ve Sühreverdî gibi düşünürler Nasr’ın temel kaynaklarını teşkil eder. Şüphesiz onun entelektüel dünyasını şekillendiren şahsiyetler arasında Plotinus, Erigena, Eckhart gibi Batılı ya da Shankara, Lao Tze gibi Doğulu filozof ve mistikleri saymak gerekir, fakat düşüncesinin esasını kendisinin de manevi olarak beslendiğini ifade ettiği İslâm bilginlerinin klasik görüşleri oluşturur. Böylelikle Guenon, Schuon, Burckhardt gibi temsilcilerden sonra ezelî hikmet düşüncesini ve onların bağlı bulunduğu inisiyatik geleneği günümüze aktaran Nasr’ın çalışma sahasını belirleyen, öncelikle kozmolojik ve metafizik ilgi olmuştur. Bunun yanında Nasr doğa bilimleriyle olan geçmişinin de etkisiyle çalışmalarında çevre sorununa odaklanmıştır. Kendi ifadesiyle Nasr, bu probleme dikkat çektiğinde ve çevre krizini manevi bir kriz olarak temellendirdiğinde henüz Batı’da bu meseleler gündeme gelmemişti. Çevre sorunları tartışılsa bile ilkesel düzeyde irdelenmemişti. Bu sebeple Nasr’ın çevre hakkında yürüttüğü tartışma bir geleneksel varlık telakkisi ile modernite ve rasyonel bilim çatışması halini almıştır. Diğer yandan Nasr çalışmalarıyla İslâm bilim paradigmasında felsefe ile bilimin ayrılmazlığını ve Müslüman bilim adamlarının bilim dünyasına katkılarını ortaya koydu. Her ne kadar Müslüman alimlerin üretimi Batı bilimine temel teşkil etmişse de Batı’daki bilimsel devrim İslâm dünyasında meydana gelmedi. Bunun sebebi Müslüman dünyada insanın hiçbir zaman Tanrı’nın yerini almaya çalışmamış olmasıdır. Nasr Müslüman bilim adamları için bilimin kutsal bir uğraşı olduğunu vurgular. Buna mukabil modern bilimin rasyonalizm ve bireycilik adı altında dine ve aslında insana karşı olduğu iddiası, eserlerindeki temel argümanlardandır.
Hiç kuşkusuz Nasr’ın önemi büyük ölçüde özellikle İslâm dünyasının modern bilim ve düşünceyle uzlaşma çabalarına ve İslâmiyet’in modernist okumalarına odaklandığı bir dönemde gelenek iddiasında bulunmasıyla ilişkilidir. Onun gelenekle ilgili vurgusu İslâm-bilim tartışmaları etrafında önemli katkılar doğurmuştur. Ona göre modern bilimsel yaklaşımların dayandığı ilkeler dikkatli bir şekilde tespit edilerek eleştiriye tabi tutulmalıdır. Bu eleştiriyle birlikte, geleneksel bilimlerin, etrafında teşekkül ettiği metafizik ilkeler de ana çerçeveleri itibariyle temeyyüz edecektir. Bu temyiz etkinliği metafiziğin ihya edilmesi gereksinimini doğuracak, böylelikle bilgi ile kutsal arasında yeniden ilişki kurulması mümkün olacaktır. Bunun bir sonraki adımı, profan bilginin hemen her alandaki hakimiyetinin kırılmasıdır. Bu hakimiyetin bir an önce kırılması elzemdir çünkü modern dönemde karşı karşıya kalınan ve geldiği son noktada hayatı ve canlılığı tehdit eden birçok maddî ve manevî krizin kaynağı budur.
Bir başka önemli husus, düşünce geleneklerinde kurucu düşünürlerin ardından başlayan telif ve şerh faaliyetinin bir örneğini Nasr’da bulmamızdır. Nasr bir taraftan farklı Gelenekselci düşünürlerin görüşlerini telif etmiş bir yandan da Gelenekselci terminolojiyi İslâmî ve tasavvufî kavramlara taşımıştır. Ondan önce Schuon ve Burckhardt gibi isimlerde de benzer uyarlamalara rastlanır. Ancak Nasr’ın maksadı geleneğin canlandırılmasının yanında muhatap kitlenin genişletilerek Gelenekselci birikimin yaygınlaştırılmasıdır. Geleneğin en geniş manada düşünce, sanat ve bilimlerden müteşekkil olduğu göz önünde bulundurulursa İslâm geleneğinin yeniden inşası çağrısında bulunan Nasr’ın söz konusu tüm alanlara yönelik eserler vermiş olması ve klasik kaynakları bugün anlaşılabilir kılmak yönündeki çabaları dikkate değerdir.
Öne Çıkan Eserleri
-
İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş: çev. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, İstanbul 1985.
-
Üç Müslüman Bilge: çev. Ali Ünal, İnsan Yayınları, İstanbul 1985.
-
İslâm’da Bilim ve Medeniyet: çev. Nabi Avcı, Ahmet Ünal, Kasım Turhan, İnsan Yayınları, İstanbul 2015.
-
Bilgi ve Kutsal: çev. Yusuf Yazar, İnsan Yayınları, İstanbul 2013.
-
İslâm: İdealler, Gerçekler: çev. Ahmet Özel, İnsan Yayınları, İstanbul 2009.
-
İslâm Sanatı ve Maneviyatı: çev. Ahmet Demirhan, İnsan Yayınları, İstanbul 1992.
-
İslâm ve İlim, İslâm Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları: çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul 1989.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu