Hayatı

Şa’rânî, 898/1493’te Kahire’nin kuzey bölgesinde bulunan Kalkaşende’de doğdu. Doğumundan kırk gün sonra Şa’rânî nispesi ile anılacağı Sâkiyetü Ebî Şa’ra’ya götürüldü. Eğitimine oldukça küçük yaşlarda babası Şihâbeddin Ahmed’in nezaretinde başladı. Âilesinin yakından tanıdığı Sâkiyetü Ebî Şa’ra’da mübâşir vazifesinde olan Hızır isimli zatın himâyesinde 911/1505’te Kahire’ye geldi. Hâmîsi Hızır vesilesiyle Kahire’nin ileri gelen ulemâ ve tasavvuf çevreleri ile tanıştı. Aralarında Celâleddîn es-Süyûtî, Zekeriyya el-Ensârî, Ahmed b. Muhammed Kastallânî, Nûreddin el-Üşmûnî, Şihâbeddîn er-Remlî’nin de bulunduğu otuzu aşkın âlimden ders aldı. Tasavvufa yönelişi başlangıçta entelektüel düzeyde olup Kûtu’l-Kulûb, Risâletü’l-Kuşeyrî, İhyâ ve Avârif gibi kitapları mütalaa etmek suretiyle gerçekleşti, daha sonra bu yöneliş Ali el-Mersâfî, Muhammed eş-Şinnâvî ve Ali el-Havvâs gibi dönemin önemli pek çok sûfîsi ile girdiği şeyh-mürid ilişkisi ile pratiğe intikal etti.

Şa’rânî’nin biyografisi hakkında yazanlar onu aralarında Kâdiriyye, Rifâiyye, Nakşbendiyye, Şâzeliyye, Çiştiyye vd. pek çok tarîkat ile irtibatlandırmışlardır. Ancak varsayılan tüm bu irtibatları kendisinin görüştüğü veya intisap ettiği şeyhlerin birden fazla tarikattan icazet sahibi olmalarının –ki bu dönemin sûfîlerince yaygın bir uygulamadır- bir sonucu şeklinde değerlendirmek gerekir. Ayrıca sonradan kendisine nispet edilen Rifâiyye ya da Şâzeliyye’nin bir alt kolu olduğu söylenilen Şa’râniyye veya Şa’râviyye’nin varlığı da yine bu doğrultuda düşünülmelidir. Bununla beraber Şa’rânî’nin adı geçen üç şeyhinin Sühreverdiyye ve Metbûliyye ile irtibatları onun tarikat kimliğinin belirginleştirilmesinde dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. Kahire’ye gelişi ile birlikte Şa’rânî Ebü’l-Abbâs el-Gamrî Câmii’nde kaldı ve burada 919/1513 yılı ve sonrasında mahyâ meclisleri tertip etmeye başladı. Fakat zamanla bir grubun mahyâ meclisleri dolayısıyla kendisine dönük muhalefeti on yedi yıl kadar kaldığı Ebü’l-Abbâs el-Gamrî Câmii’nden onun uzaklaşmasına yol açtı. Bunun üzerine o, Ümmü Havend Medresesi’ne yerleşti. Sonrasında ise 934/1527’de Kadı Muhyiddin Abdülkâdir el-Özbekî’nin yaptırdığı zâviyeye taşınarak ilmî ve tasavvufî faaliyetlerine devam etti. Zâviyesi dönemin Kahire’sinde oldukça faal bir merkeze dönüşen Şa’rânî, burada pek çok sayıda talebe yetiştirdiği gibi toplumun farklı kesimlerine de hitap etme imkanını buldu. Mısır ve çevresinde etkin bir sûfî oluşu onu yöneticilerle ilişkisinde -idâresi altında kırk altı yılını geçirdiği Kânûnî Sultan Süleyman da dahil- dikkatli davranmaya itti. Bununla beraber kaynaklar çeşitli vesilelerle Kânûnî’nin kendisine hediyeler gönderdiği bilgisine yer vermektedir. Şa’rânî 973/1565’de vefat etti ve kendi zâviyesine defnedildi.

Öğretisi

Merkezde tasavvuf olmak üzere Şa’rânî fıkıh, hadis, tefsir, kelâm, akâid ve ahlâk konularında üç yüz civarında eser telif etmiştir. Ne var ki bu eserlerden günümüze yüz kadarı ulaşmıştır. Bunların çoğu ise büyük oranda biri diğerinin özeti ya da genişletilmiş versiyonudur. Zekeriyyâ el-Ensârî, Ali el-Havvâs ve İbrâhîm Metbûlî vd. kendisi ile görüştüğü şeyhler Şa’rânî’nin eserlerinin kaynakları arasındadır. Ayrıca İbnü’l-Arabî ve Fütûhât, Fusûs vd. bazı eserleri de onun temel referansları içinde yer almaktadır. Kitaplarında dile getirdiği ve öncelediği muhtevaya bakılınca Şa’rânî’nin genel anlamda tasavvufu daha çok dînî bir ahlak olarak vaz etme çabası içerisine girdiği görülmektedir. İbnü’l-Arabî hakkında yaptığı savunusu ve bununla irtibatlı olarak Fütûhât ve Fusûs gibi eserlerin otantikliği mevzusunda gösterdiği mesaisi Şa’rânî’yi dikkate değer bir isim kılmıştır. Bu bağlamda o, İbnü’l-Arabî’nin kitaplarına muhalifleri ve muarızlarınca sonradan ehl-i sünnet akâidine uygun olmayan bazı cümlelerin ilave edildiği, metinlerinde tahrifatlara gidildiği yönünde bir kanaate sahiptir. Nitekim kendisine âit bazı eserler de dahil olmak üzere tarihte benzer müdahelelerin Ahmed b. Hanbel, Fîruzâbâdî, Gazzâlî gibi bilginlerin metinlerine de yapıldığını öne sürmüş ve İbnü’l-Arabî’nin bu tarz müdahalelere maruz kalan metinlerini tashih etmeye çalışmıştır. Meselâ bu doğrultuda Fütûhât özelinde şerîatın zâhiri ile çelişen ve sonradan metne dahil edildiği söylenen kısımları, Fütûhât’ı ihtisar ettiği Levakih’e almamıştır. Ayrıca Levâkih’de Fîrûzâbâdî, Kemâleddin Zemlakânî, Safedî gibi âlimlerin İbnü’l-Arabî hakkındaki müspet düşüncelerine yer vererek onu savunmuş, hulûl-ittihadı benimsediği ve âlemin kidemine kâil olduğu şeklindeki ithamları da kesin bir dille reddetmiştir.

Bunun dışında genel olarak Tanrı’nın mutlak vücud oluşu, Hak ile halk arasındaki özdeşlik, Firavun’un imanı ve velinin resûlden üstünlüğü gibi İbnü’l-Arabî’ye yöneltilen temel eleştirilere de eserlerinde cevaplar vermeye çalışmıştır. Ancak cevaplarında Şa’rânî felsefî ya da kelâmî argümanlarla meseleleri geniş bir şekilde ele almak yerine daha çok İbnü’l-Arabî’nin Kur’ân ve Sünnet çizgisinde bir sûfî olduğunun ispatı üzerinden savunmacı bir çizgide görüşlerini beyan etmektedir. Hızır’ın kendisine öğrettiğini söylediği akâid ve şerîat ile ilgili mîzân (yöntem/kriter) Şa’rânî literatüründe öne çıkan kavramsal bir çerçevedir. Nitekim o, Mîzânü’l-akâidi’ş-Şa’râniyye, el-Mîzânü’z-zerriyye, el-Mîzânü’l-Hadiriyye gibi bazı kitaplarına mîzân (yöntem/kriter) kavramından hareketle isim vermeyi tercih etmiş ve bu kavramı merkeze alarak görüşlerini dile getirmiştir. Ona göre akâid ile ilgili meselelerde temel kriter (mîzân) tenzih ve teşbih, şeriat ile ilgili meselelerde ise azîmet ve ruhsattır. Ayrıca tasavvuf tarihi literatüründe Şa’rânî, tarikat âdâb ve erkânı hakkında yazdıklarıyla ve Mısır ve çevresinde kendileriyle görüştüğü şeyhler başta olmak üzere sûfîlerin terceme-i hallerine tahsis ettiği menâkıb-tabakat türü eserleriyle de temâyüz eden bir isimdir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Levâkıhu’l-Envâri’l-Kudsiyye fî Beyâni Kavâidi’s-Sûfiyye: Mustafa el-Babi el-Halebi, Kahire 1973.

  • Letâifü’l-Minen ve’l-Ahlâk: Âlemü’l-Fikr, Kahire 1976.

  • Tenbîhü’l-Muğterrîn: el-Matbaatü'l-Meymeniyye, Kahire 1990; trc. Sıtkı Gülle, Selef-i Sâlihinin Evliyaullahın Yüce Ahlakı Hikmetli Sözleri, Bedir Yayınevi, İstanbul 2009.

  • Levâkıhu’l-Envâr fî Tabakâti’l-Ahyâr: thk. Abdurrahman Hasan Mahmûd, Mektebetü’l-Âdâb, Kahire 2001; trc. Abdülkadir Akçiçek, Veliler Ansiklopedisi, Erkam Yayınları, İstanbul 1986.

  • Levâkihu’l-Envâri’l-Kudsiyye el-Müntekât mine’l-Fütûhâti’l-Mekkiyye: Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 621.

  • el-Kibrîtü’l-Ahmer fî Beyâni Ulûmi’ş-Şeyhi’l-Ekber: el-Matbaatü'l-Ezheriyye, Kahire 1889; trc. M. Sabit Ünal, H. Fehmi Kumanlıoğlu, Kibrît-i Ahmer: Fütûhât-ı Mekkiyye’den Seçmeler, İzmir İlahiyat Vakfı, İzmir 2006.

  • el-Yevâkît ve’l-Cevâhîr fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir: el-Matbaatü'l-Ezheriyye, Kahire 1889.

  • el-Mîzânü’l-Kübrâ: thk. Abdurrahman Umeyre, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1989; trc. A. Faruk Meyan, Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı, Berekat Yayınevi, İstanbul 1980.

  • Levâkihu’l-Envâri’l-Kudsiyye fî Beyâni’l-Uhûdi’l-Muhammediyye: Mustafa el-Babi el-Halebi, Kahire 1961; trc. Selahaddin Alpay, Büyük Ahidler, Bedir Yayınevi, İstanbul 1981.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu