Hayatı
Şakîk-i Belhî, II./VIII. yüzyılın başlarında Horasan bölgesindeki Belh şehrinde doğdu. İlk gençlik yıllarında ticaretle meşgul oldu ve bu amaçla Türkistan civarına gerçekleştirdiği bir seyahat esnasında bir putperestle karşılaştı ve onunla tevekkül hakkında yaptığı konuşmanın ardından ticareti terk ederek züht hayatına yönelmeye karar verdi.
Daha sonra hac vazifesini yerine getirmek için Hicaz’a gitmiş ve ilim tahsili için Mekke’den Irak bölgesine geçmiştir. Bu süreçte Cafer-i Sâdık, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Züfer gibi âlimlerden ders almış, başlangıçta Irak rey ekolüne mensup iken daha sonra ehl-i hadis saflarına katılmıştır. Süfyân-ı Sevrî, İsrâîl b. Yûnus es-Sebîî, Abbâd b. Kesîr, Kesîr b. Abdullah gibi muhaddislerden hadis nakleden Şakîk, daha sonra meşhur zâhid İbrâhim b. Edhem’in müridi olup Sülemî’nin ifadesine göre “tarikatı ondan ahzetmiştir.” Hayatının önemli bir kısmını Doğu İran sınırında Türklere karşı yapılan savaşlarda geçirmiş ve 194/810 yılındaki Kûlan savaşında şehit olmuştur.
Öğretisi
Şakîk-i Belhî tasavvuf tarihinde katı bir tevekkül anlayışının ilk temsilcilerinden kabul edilir. İbrâhim b. Edhem ve İbn Mübârek gibi nefis tezkiyesi için sınır boylarında gazalara katılmayı şehir hayatına tercih etmesine karşılık Şakîk, diğer zahidlerden farklı olarak, tevekkül ve kesb arasında bir karşıtlık ilişkisi olduğunu düşünüyordu. Ona göre zanaat ve ticaret, Allah’a yakınlaşmanın önündeki engellerdir. Tevekkül imanla aynı anlama geldiğinden geçim için kazanç yollarına yönelmek (kesb) “haram” mesabesindedir. Çünkü ona göre kesb, Allah’ın rızık vermesinden kuşku duymak anlamı taşır ve bu imana aykırıdır. Şakîk’in bu katı tevekkül anlayışı, Muhâsibî tarafından Mekâsib’de eleştirilmiş, benzer tenkitleri Şakîk’in öğrencileriyle görüşen Bâyezid-i Bestâmî de dile getirmiştir. Bu durum, erken dönem tasavvuf tarihinde belirli isim ve görüşlere atıfla yapılan ender eleştirilerden biri olması hasebiyle önemlidir.
Bununla beraber bazı kaynaklar, hayatının son dönemlerinde Şakîk’in daha ılımlı bir tevekkül anlayışını benimsediğini aktarır. Şakîk’e göre kulluk dört aşamadan oluşan bir terakki seyrine sahip olmalıdır: Zühd, havf, şevk, muhabbet. Her bir aşamada kişi, çeşitli riyâzet ve mücâhede usûlleriyle nefsini terbiye etmelidir. Fakat bu tasnifte en yetkin aşama, kulun bütün iradesini terk ederek yalnızca Allah’a güvendiği muhabbet aşamasıdır. İbadet hayatındaki bu derecelendirme girişiminde Şakîk, zühdün en mühim karakteristiklerinden dünyadan el etek çekmeyi ve sürekli Allah korkusuyla yaşamayı kulluğun düşük menzillerinden kabul eder ve tevekkülle eş anlamlı saydığı muhabbeti ve Allah’a “kavuşmayı” daha üst bir konuma yerleştirir. Şakîk’in bu tasnifi, Serrâc (ö. 378/988) ve ondan sonraki müellif sûfîlerin tasavvufu, konusu “hâller ve makamlar olan bir din ilmi” şeklinde tesis eden nazarî yaklaşımlarına uygun bir sistematiklik arz eder. Nitekim Sülemî, Şakîk’in, Horasan bölgesinde “hâller ilminden” ilk bahseden kişi olabileceğini belirtir. Bu nedenle Şakîk’in öğretileri, hicrî III. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan tasavvufî düşüncenin ilk örneklerinden kabul edilir.
Şakîk’in öğretileri, en önemli talebesi olan Hâtim el-Esamm ve onun öğrencisi Ebû Türâb Nahşebî vasıtasıyla bilhassa Irak ve Suriye civarında yayılmıştır.
Öne Çıkan Eserleri
Âdâbü’l-İbâdât: thk. Paul Nwyia, Nusûs Sûfîyye Ğayru Menşûre: Trois Oevres İnédites de Mystiques Musulmans içinde, Dârü’l-Maşrık, Beyrut 1973, s. 17-22; “Risâle-i Âdâbi’l-İbâdât-ı Şakîk-ı Belhî”, Maârif, sy. 4/1 (1987), s. 106-118; çev. M. Nedim Tan, “Tasavvuf Istılahlarının Teşekkül Dönemi Açısından Şakîk-i Belhî’nin Âdâbü’l-İbâdât’ı”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 45 (2013), s. 155-190; çev. Hacı Bayram Başer, “Kulluğun Edepleri: Âdâbu’l-İbâdât”, Kalplerin Makamları, Hayy Kitap, İstanbul 2014, s. 11-24
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu