Hayatı
Şah Veliyyullah’ın hayatı hakkındaki birincil kaynak, el-Cüz’ü’l-latîf adını verdiği otobiyografisidir. Şah Veliyyullah 1114/1703’te Bâbürlü Devleti’nin başkenti olan Delhi yakınlarında bulunan Uttar Pradeş bölgesindeki Muzaffernagar’a bağlı Pühlet köyünde dünyaya gelmiştir. Nesebi babası vasıtası ile Hz. Ömer’e dayanır. Şah Veliyyullah, beş yaşında (1708) ilk hocası olan babasının Delhi’nin Kotla Fîruz Şah bölgesinde kurduğu Rahimiyye Medresesi’nde ders almaya başlamıştır. Otobiyografisinde on beş yaşına ulaştığında bölgesinin tedris geleneğinde yer alan tüm ilimleri tahsil ettiğini söylemektedir. Şah Veliyyullah, hadis ilmi sahasında babasından aldığı derslerin yanı sıra dönemin önde gelen hadis hocalarından biri ve Nakşibendî-Müceddidî çizgisini takip eden bir mutasavvıf olan Muhammed Efdal es-Siyalkûtî el-Hanefî’ye (ö. 1146/1733) talebelik etmiştir. Babasından sonra kendisinden en fazla istifade ettiği hocasının, Muhammed Efdal es-Siyalkûtî olduğu belirtilmektedir. On beş yaşında iken (1718) Şah Veliyyullah babasına bey‘at edip, Nakşibendî tarikatına intisap etmiştir. Aynı yıl babası tarafından, Şah Veliyyullah’ın ders verme icâzeti aldığını gösteren bir tören düzenlemiştir. Babasının 1131/1719’da vefatının ardından medresenin hocası ve idarecisi olmuştur.
Şah Veliyyullah, babasının vefâtından on iki yıl sonra Hicâz’a gitmek üzere 1143/1730 yılında Delhi’den yola çıkmıştır. 1143/1731 yılında haccını eda eden Şah Veliyyullah, 1144/1732 senesinde Mekke’de kaldığını ve bir süreliğine Medine’yi ziyaret ettiğini söylemektedir. Mekke’de ikâmet ettiği süre içerisinde dönemin Mekke Müftüsü Tâcüddîn el-Kal‘î el-Hanefî’nin Sahîhu’l-Buhârî dersini kısa bir süre takip etmiş, ondan Kütüb-i Sitte’nin bazı bölümlerini, el-Muvatta ve Dârimî’nin el-Müsned’ini, İmam Muhammed’in Kitâbu’l-Âsâr’ını ve el-Muvatta rivâyetinin bir kısmını okumuş ve icâzet almıştır. Onun icâzetini aldığı bir diğer isim Muhammed Vefdullah el-Mekkî el-Mâlikî’dir. Ondan el-Muvatta’nın tamamını okumuştur. Şah Veliyyullah Medine’de bulunduğu sırada, ilmî seviyesinden övgü ile bahsettiği Ebû Tâhir Muhammed b. İbrahim el-Kürdî eş-Şâfiî’den (ö. 1145/1733) hadis rivâyet etme imkanı bulduğunu söylemektedir. Burada kaldığı sürede Haremeyn’deki diğer hadis hocalarından da hadis rivâyet ettiğini belirtmekle birlikte, otobiyografisinde sadece Ebû Tâhir’in ismine yer vermesi dikkati çeker. Onu Hicâz’daki ilmî faaliyetinde en fazla etkileyen ismin Ebû Tâhir olduğu ifade edilmektedir. Şah Veliyyullah Ebû Tâhir’den Mescid-i Nebevî’de Sahîhu’l-Buhârî, Dârimî’nin el-Müsned’i ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inin tamamını, Sahîhu’l-Müslim, Sünenü’t-Tirmizî, Süneni Ebî Dâvûd, Süneni İbn Mâce ve el-Muvatta gibi hadis kaynaklarının bir kısmını okumuştur. Ayrıca ondan Buhârî’nin el-Edebü’l-müfred’ini, Tirmizî’nin Şemâil’ini, Kadı İyâz’ın eş-Şifâ’sının bir bölümünü ve Şâfiî’nin er-Risâle’sini tedris etmiştir. Kimi araştırmacılar muhtemelen Şah Veliyyullah’ın Ebû Tâhir’den er-Risâle’yi okumasından hareketle, Hicâz’daki faaliyetinin fıkhî yönüne ve onun bu yolla Şâfiî fıkhını öğrenme imkânı bulduğuna dikkati çekmektedir. Ebû Tâhir’in söz konusu dersleri, kendisinin Şah Veliyyullah’tan hadislerin dirâyetini (manasını), onun ise hadislerin rivâyetini öğrendiği bir süreç olarak tavsif ettiği nakledilir. Bu ifade Şah Veliyyullah’ın Hicâz’a gitmeden önce hadislerin sırları (hikmetleri) üzerinde derinleşen esrâru’l-hadîs ilmi ile ilgilenmeye başladığına işaret eder. Ebû Tâhir ile Şah Veliyyullah’ın kısa sayılabilecek bir süre içerisinde yaptığı derslerde hadis tedrisinin merkeze alındığı görülmektedir. Şah Veliyyullah râvilerin halleri ve tahammül sigalarını mevzû eden isnâd ilmini Ebû Tâhir’den öğrendiğini söyler.
Hicâz’daki ikâmetinin ardından 1733 yılında Delhi’ye ulaşan Şah Veliyyullah, vefât edinceye kadar bu şehirden bir daha ayrılmamıştır. Onun fikir dünyasında derin tesiri olduğu kabul edilen bu yolculuğa, Şah Veliyyullah’ın hayatını öncesi ile sonrasını birbirinden ayıracak derecede önem atfedilmektedir. Onun Hicâz yolculuğu sonrasındaki ilmî faaliyetinin iki ana vechesi vardır. Birincisi, babasından devraldığı Rahimiyye Medresesi’ndeki hocalığına yeniden başlaması; ikincisi, eserlerinin büyük bir kısmını bu süreçte kaleme almasıdır. Şah Veliyyullah’ın Hicâz’dan döndükten sonra medresenin varolan sisteminde ve ders müfredatı üzerinde birtakım değişiklikler yapması dikkati çeker. Yeni programında hadis dersinin müfredat içerisindeki ağırlığı oldukça artmıştır. Rahimiyye Medresesi’nde verilen eğitimin hadis ilmine yönelik olduğuna dikkat çeken Nedvî, Siyalkûtî ve Daniel W. Brown gibi isimler bölgedeki hadis geleneğini onun canlandırdığını kabul eder. Şah Veliyyullah’ın medresedeki ilmî mesâisinin bir kısmını, dinî meseleler hakkında öğrencilerinin ve dostlarının sorularına cevap olarak mektuplar yazması oluşturur. Babasının vefâtından sonra bu faaliyet onun medresedeki mutat işlerinden biri haline gelmiştir. Bâbürlü idaresinin zayıfladığı bu dönemde Delhi’de yaşanan baskınlar ve özellikle de Afgan hükümdarı Nâdir Şah’ın istilası sebebiyle Şah Veliyyullah’ın verdiği eğitimin kesintiye uğradığı, onun bu süreçte evini farklı yerlere taşımak zorunda kaldığı görülür. Şah Veliyyullah, 29 Muharrem 1176/20 Ağustos 1762 tarihinde Cumartesi günü Delhi’de altmış iki yaşında vefât etmiş ve Münhediyân mahallesindeki kabristana defnedilmiştir. Arkasında Dihlevîlik kavramı ile ifade edilen bir ilim çevresi bırakmıştır. Bugün Hint alt kıtasında varlığını sürdüren birçok cemaat kendi ilmî geleneğini Şah Veliyyullah’a dayandırmakta ve asıl takipçilerinin kendileri olduğunu ileri sürmektedir.
Öğretisi
Kendisinin müceddid olduğunu sarahaten dile getiren Şah Veliyyullah, müceddidin tecdîd faaliyeti bağlamında kendi öğretisinin çerçevesini çizmektedir. İhyâ projesinin onun tüm ilmî faaliyetini izah edebileceği söylenebilir. Şah Veliyyullah’ın ihyâ faaliyeti çerçevesinde dile getirdiği görüşlerin özünü bidat ve tahrif saydığı uygulamalara bilhassa da taklide karşı çıkılması, buna karşılık Sünnet’in ihyâsı ve ictihadın savunulması düşüncesi teşkil eder. Tecdîd hadisine dayanarak Şah Veliyyullah kendisini XVIII. Yüzyılın müceddidi olarak kabul etmekte ve et-Tefhimât adlı eserinde ihyâ faaliyetinin nasıl yapılacağına yönelik ayrıntılardan bahsetmektedir. O müceddidin faaliyetini haram, vacip, mekruh ve mübah hükümler konusundaki ihtilafları gidermek, Şeriat’ı mevzu hadislerden, kıyas ehlinin kıyaslarından, tüm ifrat ve tefritlerden temizlemek olarak tanımlar. Bu tanımlamadan hareketle Şah Veliyyullah’ın ıslah kavramı ile kendisinin tahrif olarak gördüğü tüm unsurlardan dini arındırmayı kastettiği söylenebilir. Müslümanların, dünya zevklerine ve sefahate düşkün Acemler’e benzemeye çalışarak, onların hayat tarzının gereklerini aslî ihtiyaçlar olarak görmeleri; içki içilen ve zinâ yapılan mekânlar inşa edilmesine rağmen bu kimselere had cezası tatbik edilmemesi; düğün ve cenâze gibi törenlerde aşırı masraf yapılması; başta Hinduizm olmak üzere bölgedeki dinlerin inanç ve âdetlerinin İslam’a karışması ile ortaya çıkan uygulamalar yahut da Hanefî fıkıh âlimlerinin mezhep taassubu sebebiyle sahih hadisleri terk etmeleri ve tahrîce başvurmakta ileri gitmeleri onun tahrife çizdiği geniş çerçevenin içerisinde yer alır. Şah Veliyyullah, söz konusu tahriflerden Hüccetullâhi’l-bâliğa’da ayrıntılı olarak bahseder. Hindû geleneklerinden İslam’a giren uygulamalar ile mücadele etmek onun ihyâ faaliyetinin temel hedeflerindendir.
İhyâ düşüncesini Şah Veliyyullah fıkıh, kelâm ve tasavvuf olmak üzere üç ana ilim çerçevesinde ifade eder. Bu üç ilim dalını seçmesinin temelinde peygamberlerin bu alanları düzeltmek amacıyla gönderildiklerini düşünmesi yatmaktadır. Ona göre peygamberler mebde, meâd ve mücâzât gibi akidevî konuları, Sünnet’e uygun olacak şekilde amel ile ilgili hususları ve Hanîf dininin iki önemli esası olan ihlâs ve ihsanla ilgili meseleleri düzeltmek üzere gönderilmişlerdir.
Sırasıyla birinci saha ile kelâm âlimleri, ikincisi ile fıkıh âlimleri üçüncüsü ile de mutasavvıflar ilgilenmektedirler. Şah Veliyyullah’ın eser kaleme aldığı ilim sahaları dikkate alındığında temelde bu üç ilim dalıyla sınırlı kaldığı söylenebilir. Onun ihyâ faaliyeti bağlamında derinleştiği saha ise fıkıhtır. Tecdîd düşüncesi çerçevesinde Şah Veliyyullah kelâm sahasındaki tasarrufunu kadîm Ehl-i Sünnet ulemâsının akidelerini delilleriyle ispat etmek olarak ifade etmiştir. O, akılcı yaklaşımların kelâm sahasındaki görüşlerini, Ehl-i Sünnet’in akidesinden tefrik ettiğini dile getirir. Vasiyetinde de insanlara itikadî konularda Ehl-i Sünnet’e uygun hareket etmeyi ve onların incelemedikleri meselelerden uzak durmayı tavsiye ettiği görülür. Eş’arî mezhebi müntesibi olduğunu açıkça dile getiren Şah Veliyyullah, klasik kelâmın mevzuları olan ilâhiyyât, nübüvvet ve meâd konularında bu mezhebin görüşlerini benimsemiştir. Onun kelâm ilmine yönelik birtakım meselelerde Ehl-i Hadis’in tesirinde kaldığı anlaşılmaktadır. Şah Veliyyullah Allah’ın eli, kademi gibi haberî sıfatlar konusunda ve istivâ tartışmaları hususunda Allah ve Hz. Peygamber’in bildikleri ile yetinilmesi ve te’vile gidilmemesi gerektiğini savunmaktadır. O kelâmî anlayışını, müteşabih ve müşkil meselelerde selefin tavrını benimseyerek bunları te’vil etmeye çalışmamak olarak ifade eder. Şah Veliyyullah Eş’arî mezhebinin temel anlayışlarından biri olan Allah’ın hükümlerinin garazlar ile illetli görülemeyeceği ve O’nun fiillerinin hikmet ve maslahatlarla taʻlîl edilemeyeceği düşüncesine karşı çıkmaktadır. Bu itiraz kelâm sahasında Eş’arîliğe yönelttiği en önemli eleştiri sayılabilir. Şah Veliyyullah, şayet garazla sebeb ile müsebbeb arasındaki irtibat kastediliyor ise Şeriat’ın getirdiği hükümlerde müsebbebler ile sebepler arasında bir illiyet bağı kurulabileceğini iddia etmektedir. Ona göre âyetler ve hadisler üzerinde bir inceleme yapılacak olursa Şâri’nin birtakım maslahatları gözettiği ve koyduğu hükümlerde bazı mefsedetleri giderdiği ortaya çıkarılabilir. Şah Veliyyullah bu konuyu Hüccetullâhi’l-bâliğa’da ayrıntılı olarak ele almıştır. Bu anlayış hükümlerin hikmetler ile taʻlîl edilebileceği düşüncesine dayanan makâsıd anlayışının kelâm ilmindeki zeminini oluşturmaktadır. Kendisinin de tasrih ettiği üzere Hüccetullâhi’l-bâliğa’da bu düşünce ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Şah Veliyyullah, tasavvufa meyleden insanlardan öncelikle Şeriat’a uygun hareket etmelerini istemektedir. Müridlerinden -tasavvuf sahasındaki genel temâyülünü özetleyen ifadeler ile- her durumda Sünnet’e uygun olanla amel etmelerini, hadis ilmiyle meşgul olmalarını ve Şeriat’ın kerih gördüğü şeylerden mümkün mertebe kaçınmalarını istemektedir. Beyat edilecek kimsede bulunması gereken vasıfları Şah Veliyyullah’ın Kurân ve Sünnet’i bilmek olarak tayin etmesi Şeriat’a uymaya yönelik bu vurgusu bağlamında değerlendirilebilir. Şah Veliyyullah’ın tasavvuf tarikatları ve şeyhlere yönelttiği eleştirilerinin temelinde mutasavvıfların Hindûlar’a gösterdikleri hoşgörü neticesinde, zamanla onların inanç ve âdetlerinin tarikat gelenekleri içerisinde tatbik edilmeye başlanmasının yattığı söylenebilir. Tasavvuf sahasındaki tenkitleri cihetinden Şah Veliyyullah, İmâm-ı Rabbânî’ye dayanan Nakşibendî-Müceddidî geleneğinin izinden gitmiştir. Onun ihyâ düşüncesini Müceddidî geleneği çerçevesinde temellendiren çok sayıda isme ulaşılabilmektedir. Şah Veliyyullah’ın fıkıh, hadis ve kelâm ilimlerine yönelik ihyâ projesi bu geleneği aşan bir mahiyet arz eder. Başta fıkıh olmak üzere onun sözü edilen ilimlerdeki ihyâ faaliyetinin temellerine Müceddidî geleneği içerisinde ulaşmak mümkün değildir.
Şah Veliyyullah’ın gerek kelâm ilmi gerekse tasavvuf sahasındaki görüşlerinde şirkten kaçınmaya ve tevhide yaptığı vurgu dikkati çekmektedir. Bu vurgu ihyâ düşüncesinin temel karakteristiklerinden biridir. Onun şirke yol açması sebebiyle tenkit ettiği uygulama ve davranışlar, XVIII. Yüzyıl Hint-İslam toplumunu tasvir ederken öne çıkardığı hususları oluşturur.
Müceddidin faaliyet göstermesi gereken temel sahalardan biri fıkıh ilmidir. Şah Veliyyullah, kendisine giydirilen bir hilʻat neticesinde fıkhı hadise dayalı olarak yeniden inşâ etmek, hadislerdeki sırları, verilen hükümlerdeki maslahatları ve Hz. Peygamber’in Allah Teâlâ’dan getirdiklerini müslümanlara öğretmekle yükümlü kılındığını söyler. Onun fıkhî faaliyeti Sünnet’in ihyâsı düşüncesi üzerinde temerküz eder. Hadislerdeki sırları ortaya çıkarmaya yönelik olarak Hüccetullâhi’l-bâliğa’sını kaleme almıştır. O, et-Tefhimât’ında sözünü ettiği inşânın mezhep geleneği içerisinde yapılacağını vurgulayarak bu sahadaki faaliyetini, amellerin Sünnet’e uygun hale getirilmesi ve mezhepler arasındaki ihtilafların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmak olarak tanımlar. Şah Veliyyullah’ın fıkıh ilmi sahasında bir mezhep içi fıkhî faaliyet olarak ictihada vurgu yaptığı görülür. Hanefî ve Şâfiî mezheplerinin birikimini ilmî çalışmalarının merkezine alan Şah Veliyyullah, fıkıh sahasındaki ihyâ faaliyetini bu iki mezhebi tek bir mezhep haline getirmek olarak belirlemiştir. Yaşadığı dönem için en isâbetli görüşün ve Allah’ın muradına en uygun çabanın bu yönde olduğunu belirtir. Bu hedefini gerçekleştirmek üzere Şah Veliyyullah, iki mezhebin görüşlerinin el-Muvatta, Sahîhu’l-Buhârî, Sahîhu’l-Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd ve Sünen-i Tirmizî olmak üzere müdevven hadis kitaplarına arz edilmesini teklif etmektedir. Bu faaliyet neticesinde sahih rivâyetlere dayandığı anlaşılan görüşler kabul edilecek, diğerleri ise terkedilecektir. Sahih rivâyetlere dayanan mamafih birbirine muhalefet eden görüşlerin varolması halinde her iki görüşle amel edilmesini de isâbetli bulmaktadır. Şah Veliyyullah ihyâ düşüncesi bağlamında mezhebin görüşüne muhalif sahih hadisler ile amel edilmesi gerektiğini vurgular. O, mezhep geleneğinin dilini kullanarak ihyâ düşüncesini, bir meselede sahih hadisle amel eden mezhebi tercih etmek olarak ifade eder. Şah Veliyyullah doğrudan sahih hadisle ameli değil, bu hadisle amel eden mezhebin görüşüne uymaya savunmaktadır. Hüccetullâhi’l-bâliğa ve el-Musaffa’sında söz konusu fıkıh telakkisi çerçevesinde mezheplerin görüşlerini incelemektedir. Onun söz konusu meseleleri incelerken tartışmanın taraflarından birini temsil eden bir tavırla hareket etmemesi ve mezheplerden birini savunmaması dikkati çeker. Bir mezhebi savunma gâyesiyle hareket etmemesi, kendisini mutlak müntesip müctehid olarak görmesinin bir tezahürüdür.
Şah Veliyyullah, mezheplerin teşekkülü sonrasında bir mezhebe intisap etmeyi ve mezhep geleneği içinde fıkhî faaliyette bulunmayı zorunlu saymaktadır. Bir mezhebe bağlanmaya karşı çıkmamakla birlikte mezhep müntesibi fakihlerin, görüşlerinin delillerini araştırmaları ve kuvvetli delillere sahip olmaları sebebiyle bir mezhep imamını taklid etmeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu düşüncesini ittibâʻ kavramıyla ifade eder. Onun ittibâʻ telakkisi, fakihin bir meselede isâbetli saydığı başka bir imamın görüşüyle de amel edebileceği düşüncesini içerisinde barındırmaktadır. Fıkıh usûlündeki intikâl kavramı zemininde Şah Veliyyullah, bu konudaki anlayışını temellendirir. Kâdının verdiği bir hükmün nakzedilmesini gerektirecek bir nedenin bulunmadığı tüm konularda ona göre bir mukallid, ruhsat hükümleri ile amel etme gâyesiyle hareket etmediği sürece intikâl yapabilir. İntisabın alanını ise genişleten Şah Veliyyullah, Hanefî ve Şâfiî mezheplerini birleştirme düşüncesini izah edebilmek için mezhep geleneğinde varolmayan yeni bir intisap çerçevesi geliştirmiş ve buna el-câddetü’l-kavîme adını vermiştir. İntisap anlayışını Şah Veliyyullah, ictihadda hata-isâbet meselesi çerçevesinde temellendirmektedir. Ona göre bir konuda sahih rivâyetler ile amel eden müctehidler musib diğerleri hatalıdır. Hanefî ve Şâfiî mezheplerinden her ikisinin de sahih rivâyetlere dayanmaları durumunda Şah Veliyyullah ikisini de musîb kabul eder. Musavvibe ve muhattie görüşünü benimseyen fıkh âlimleri arasında bu anlayışın fikrî temellerine ulaşmak mümkün değildir.
Şah Veliyyullah fıkıh usûlünün tüm meselelerini tartışmamakta, ictihad, taklid ve maslahat konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Mezhep geleneği içerisindeki bir fıkhî faaliyet olarak Şah Veliyyullah ictihadı öne çıkarmaktadır. Yaşadığı dönemde geçmiş mezhep birikimini dikkate almadan fıkhî meselelerin delillerini inceleyerek bunları değerlendirecek bir metot inşa etmeyi mümkün görmediğinden Şah Veliyyullah, mutlak müntesip müctehidin fıkhî faaliyet tarzını benimsemeyi teklif eder. Kendisini de mutlak müntesip müctehid olarak gören Şah Veliyyullah, müctehidlerin dereceleri bağlamında bilhassa mutlak müntesip müctehidlik mertebesi üzerinde durmaktadır. Ona göre mutlak müntesip müctehidin başlıca faaliyeti Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şâfiî gibi fetvaları ve görüşleri kabul gören müctehidlerden nakledilen mesâili öncelikle İmâm Mâlik’in el-Muvatta’sı, Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerine daha sonra Tirmizî ve Ebû Dâvûd’un Sünen’lerine arz etmektir. Meselelerden hangisi Sünnet’teki hükme nas yahut da işaret yoluyla uygunluk gösterirse mutlak müntesip müctehidler bu hükmü benimser ve Sünnet’e açıkça muhalefet eden görüşlerle amel etmezler. Onun gerek mutlak müctehid gerekse müctehidlerin diğer tabakalarındaki fakihlerin fıkhî faaliyetine yönelik vurgusu sahih hadisler ile amel edilmesine yöneliktir. Şah Veliyyullah, müceddidin mezhebi dışında bir mezhebe ittiba etme imkânı kalmayacağını belirtir. Müceddidin mezhebini ise el-câddetü’l-kavîme adını verdiği intisap çerçevesi zemininde bir araya getirilen Hanefî ve Şâfiî mezheplerinin görüşleri oluşturur. Onun İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini isabetli bulduğu az sayıda meseleye ulaşılabilmektedir. Mezheplerin görüşlerini sahih hadis kitaplarına arz etme düşüncesi bağlamında onun el-Muvatta’ya şerh yazdığı anlaşılmaktadır. Geliştirdiği intisap çerçevesi için gerekli görülen fıkhî faaliyet ile mutlak müntesip müctehidin fıkhî faaliyetinin tamamen örtüşmesi dikkati çeker. Şah Veliyyullah, mutlak müntesip fakihin ve müceddidin ilmî faaliyetinin merkezine dört büyük mezhebin görüşlerini sahih hadis kitaplarına arz etmeyi yerleştirir.
Taklid konusunda Şah Veliyyullah âmmî cihetinden taklidin vacip ve haram olmak üzere iki hükmü bulunduğunu ileri sürmektedir. Hükmü vacip olan taklidi Şah Veliyyullah, Kitap ve Sünnet’i bizatihi incelemeye, istinbatta bulunmaya ve hadisler arasındaki ihtilafları cem etmeye güç yetiremeyen bir kimsenin, fakihin verdiği hükme riâyet etmesi olarak açıklar. Bu kimsenin görevi fakihe ilgili meseleyi danışmaktır. Hükmünü haram saydığı taklidi ise mukallidin, taklid ettiği fakihin ulaştığı ilmî seviye sayesinde hiç hata etmeyeceğini düşünerek onu taklid etmesi olarak tanımlamaktadır. Şah Veliyyullah taklidin bu türünde mukallidlerin Allah’ın kendilerini o müctehidin sözüyle amel etmekle mükellef kıldığını zannettiklerini söyler. Bu anlayışın fakihin sahih senedli hadislerle amel etmesine mâni olduğunu belirten Şah Veliyyullah, hükmü haram olan taklidi dini tahrif eden sebepler arasında zikreder. Onun Hicâz yolculuğu öncesinde kendisini mezhepte müctehid olarak görmekte iken daha sonra mutlak müntesip müctehidlik derecesine ulaştığını kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Şah Veliyyullah’ın maslahat konusu üzerinde durmasının iki ana hedefi olduğu söylenebilir. Birincisi sahih hadislerdeki hükümlerin Şeriat’ın muteber maslahatlarına uygun olduğunu göstermektir. Şah Veliyyullah, küllî kâidelere dayanarak (kıyas) sahih hadislerle amel etmemekle tenkit ettiği Hanefî fıkıh âlimlerine, onların dilini kullanarak bu hadislerin Hz. Peygamber’in dikkate aldığı küllî kaziyyelere (maslahat) uygun olduğunu gösterme çalışmaktadır. Ona göre bu faaliyet söz konusu hadislerle amel etmeyen fakihleri ilzam edecektir. Sahih hadisle amel düşüncesini Şah Veliyyullah, esrâru’l-hadîs ilmi çerçevesinde hikmet kavramı temelinde ifade etmektedir. Maslahat konusu üzerinde yoğunlaşmasının ikinci hedefi ahkâmın değişmesi konusundaki yaklaşımını temellendirmektir. Müceddidin bir tecdîd ilmi vazʻ etmesi gerektiğini kabul eden Şah Veliyyullah, bu ilim konusundaki yaklaşımını maslahat ve irtifâk kavramları temelinde ortaya koyar. Tecdîd ilmi Şeriat’ın asıl ve tecdidâttan olan hükümlerini belirleme düşüncesi üzerinde temerküz etmektedir. Maslahat anlayışı çerçevesinde Şah Veliyyullah, Hz. Peygamber’in kesin sınır ve miktarlarını belirlemediği ve ruhsat hükümleri koyduğu meseleleri tecdidât kategorisinde değerlendirir. Sahih bir hadise ulaşılması halinde bu hadisle amel etmek için ilgili maslahatı bilmeye lüzum bulunmadığını söyleyen Şah Veliyyullah, maslahatların hakkında sarih bir nas bulunmayan konularda dikkate alınacağını zımnen dile getirir. Naslarda doğrudan bir çözüme ulaşılamayan ve Şeriat’ın kesin sınırlarını çizmediği konuların ona göre maslahatın alanını oluşturduğu söylenebilir. Onun makasıt anlayışı Şeriat’ın koyduğu hükümlerin maslahatlar içerdiği ve ameller ile bunlara karşılık verilen ceza ve mükâfatın arasında bir münasebetin bulunduğu düşüncesini temel alır. Hüccetullâhi’l-bâliğa çerçevesinde Şah Veliyyullah hadislerdeki hükümlerin konulmasında Hz. Peygamber’in dikkate aldığı maslahatları/küllî ilkeleri tespit etmeye çalışmaktadır. Tespit ettiği sözü edilen küllî ilkeleri tecdidât kategorisinde işletmektedir. Onun müctehidlik şartlarından biri olarak hükümlerin illetlerinin bilinmesi gerektiğini öne sürmesi, söz konusu taʻlîl anlayışının bir tezahürüdür. Bu şartın usûl âlimleri tarafından benimsenmediği görülür.
Varlık Düşüncesi ve Metafiziği
Döneminde burhânın yaygınlık kazanması sebebiyle Şah Veliyyullah, hikmet-i amelî felsefesini tecdîd faaliyeti için müsait bir zemin kabul etmiştir. O amelî hikmeti Kitap, Sünnet ve Sahabe âsârı ile uyumlu hale getirdiğini ileri sürmektedir. Şah Veliyyullah’ın burhânın diliyle tecdîd düşüncesini ifade ettiği çalışması Hüccetullâhi’l-bâliğa’dır. Bu eserde, felsefe ilmi içerisinde gelişen amelî hikmetin dili, kavramları ve sistematiğinden yararlanılmıştır. Şah Veliyyullah’ın hikmete yaptığı vurgu, onu hikmet ilminin kısımlarından biri olan amelî hikmetin mevzuları üzerinde mesâi sarfetmeye yöneltmiştir.
Bilgi Teorisi
Şah Veliyyullah hadislerin iki temel kısma ayrılabileceği kanaatindedir. Birincisi Hz. Peygamber’in risâlet vazifesini tebliğe yönelik rivâyetlerdir. Bu tür rivâyetler Hz. Peygamber’in âhiret, melekler âlemi, ibâdetler, irtifâklar, güzel bir ahlâka sahip olmaya yönelik açıklamaları ve amellerin faziletleri ile ilgili yaptığı tebliği ihtiva eder. Arz edilen ilk iki meseleyle ilgili rivâyetler tamamen vahiy mahsulü iken, ibâdetler ve irtifâklar konusundaki rivâyetlerin bir kısmı Şah Veliyyullah’a göre Hz. Peygamber’in ictihadına dayanmaktadır. Şah Veliyyullah, Hz. Peygamber’in bir sınırlama yapmaksızın dile getirdiği hikmetler ve maslahatların çoğunun onun ictihadı olduğunu söylemektedir. Amellerin faziletleri konusunda da Hz. Peygamber ictihad etmiştir. Sünnet’in ikinci kısmını Hz. Peygamber’in risâlet görevini tebliği türünden olmayan rivâyetler oluşturur. Bu tür rivâyetler içerisinde Hz. Peygamber’in tıp ile ilgili sözleri, ibâdet kastı olmaksızın örfe dayalı davranışları ve halife vasfı ile verdiği emirler yer almaktadır. Şah Veliyyullah rivâyetleri nakil keyfiyetine göre hadis usûlü eserlerindeki taksime riâyet ederek mütevatir, müstefîz, sahih ve hasen olmak üzere dörde ayırır. Yaptığı bir diğer taksimde ise haberleri tevâtür derecesine ulaşmasını merkeze alarak mütevâtir ve mütevâtir derecesine ulaşmayan rivâyetler olmak üzere ikiye tefrik etmektedir. Ona göre hakkında kimsenin ihtilâf etmediği rivâyetler mütevâtir kategorisini teşkil eder. Mütevâtir olmayan rivâyetlerin en üst seviyesinde yer alan müstefîz hadisler kendi içerisinde lafzen ve manen müstefîz olmak üzere ayrılmaktadır. Lafzen müstefîz, üç ya da daha fazla Sahâbe tarafından rivâyet edilen hadislerdir. Hz. Peygamber’in Sahâbîler’e olan iltifatı sebebiyle Şah Veliyyullah müstefîz rivâyetlerin bu türünün mütevâtir derecesinde olduğunu söyler. Ona göre furû‘-i fıkhın tüm konuları ile ilgili bu seviyeye ulaşmış rivâyetler bulunmaktadır. Manen müstefîz ise mezhep imamlarından gelerek, müntesiplerin görüşlerinin temelini oluşturacak derecede kabul gören ve bunlara muhalefet edenlerin tenkide uğradığı rivâyetlerdir. Üçüncü sırada hadis sahasındaki uzmanların âdil ve sâdık olduğuna hükmettikleri râvilerden gelen rivâyetler yer alır. Şah Veliyyullah, ulemânın geneli tarafından bilinmese dahi bu tür rivâyetler ile amel edilmesi gerektiğini kabul eder. Bu taksimde Hanefîlerin meşhûr hadis anlayışını benimsememiş olması dikkati çekmektedir.
Ahlak ve Psikolojisi
Nâsiruddîn et-Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî’si ve Kınalızâde Ali Çelebi’nin Ahlâk-ı Alâî’si gibi hikmet-i amelî literatürünün öne çıkan eserlerinde, toplumsal ihtiyaçların zaman içerisinde ve tekâmülî olarak geliştiği savunulmaktadır. Örneğin insanoğlu yaşamak için gıdaya ihtiyaç duymuş, bu gıdayı elde edebilmek için ziraatçilik, öğütme ve pişirme gibi sanatları ortaya çıkarmış ve bu işlerde kullanacağı aletleri zaman içerisinde geliştirmiştir. Yiyeceklerin muhafazasına ve diğer insanlardan saklanmasına duyulan ihtiyaç evlerin inşa edilmesini gerektirmiştir. İhtiyaçları giderebilmek için mübâdele işlemleri yapmak gerekmiş, alışverişe konu olan malların çeşitliliği insanları bu malların denkliklerini tespit etmeye sevketmiştir. Bu malların taşınmasına yönelik problemler de paranın kullanılmaya başlanmasını sağlamıştır. Hikmet-i amelî ilmi sahasında Hint alt kıtasında şöhret bulan bir isim olan Celâleddîn Devvânî, sözü edilen ihtiyaçların giderilmesinde insanların maslahatının dikkate alınmasını savunmaktadır. Devvânî Şeriat’ın küllî ilkelerine muvafakat etmek kaydıyla halifenin de döneminin maslahatına uygun olacak hükümler vermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşımın Şah Veliyyullah tarafından kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Onun irtifâk anlayışının şekillenmesinde İbn Haldun’un tesirinden söz edilebileceğini yahut da bu anlayışın İbn Sînâ’dan tevarüs edildiğini ileri süren isimlere ulaşılabilmektedir. Muhammed el-Gazzâlî gibi isimler bu yaklaşıma karşı çıkmışlardır. Bu iddiayı dile getiren isimlerden biri olan Fazlurrahman toplumun gelişimi, siyaset ve dinin toplumdaki rolü hakkında Fârâbî ve İbn Haldun tarafından yapılan tartışmaya Şah Veliyyullah’ın da katkı sağladığını söyler. Bu katkı erdem ve mutluluğun elde edilmesi açısından insan tiplerinden bahsetmesi ve bu tiplerin dinî, siyasî ve kültürel yapı içerisindeki rollerini incelemesidir. Ona göre Şah Veliyyullah toplumların siyasî ve ekonomik gelişim sürecini, insanların erdem ve ahlâkî düzeylerinin gelişim süreciyle paralel olarak incelemekte ve değerlendirmektedir.
Şah Veliyyullah insanlara yemek, içmek, güneşten ve soğuktan korunmak gibi ihtiyaçlarını temelde nasıl karşılayacaklarının hayvanlara da ihsan edilen fıtrî bir ilham vasıtasıyla öğretildiğini kabul eder. Bununla birlikte insanlara, ihtiyaçlarını giderme hususunda hayvanlara verilmemiş üç farklı özellik ilham edilmiştir. Birincisi, insanların sadece tabiatlarına dayalı olarak değil akıllarını da kullanarak hâsıl olacağını öngördükleri bir faydaya yönelmeleridir. İnsanların adâletli bir şehir yönetimi kurmak yahut da ahlâklarını güzelleştirmek gibi amaçlarla fiillerde bulunması buna örnektir. İkincisi, insanların irtifâklarla beraber zarafeti de sağlamak için çaba göstermeleridir. İnsanların açlığını yemeğin lezzetlisi ile, barınma ihtiyacını evin daha gösterişli olanı ile gidermek istemesi bu ilhamın bir tezahürüdür. Üçüncüsü, insanlar arasındaki akıllı ve dirayet sahibi bazı kimselerin öncesinde varolmayan irtifâklar ortaya çıkarabilme yetenekleridir. Şah Veliyyullah bahsettiği bu tür kimselerin tecrübelerinden diğer ihtiyaç sahibi insanların da yararlandığını söyler. Örneğin aç ve susuz kalan bir insan, yiyecek olabilecek maddeleri tespit eden, onları ekmeyi, sulamayı, hasat etmeyi ve saklamayı bilen bir kimse ile karşılaştığında onu taklid ederek bu tecrübeyi tevarüs etmiştir.
Temel Soruları
-
Mezhep geleneği içerisinde tecdîd nasıl mümkündür?
-
Mezhepler nasıl teşekkül etmiş ve Ebû Hanîfe’nin Kûfe ekolü içerisindeki yeri nedir?
-
Bir mezhebe intisap farz mıdır, mezhep müntesipleri farklı mezheplerin hükümleri ile amel edebilirler mi?
-
Haberî sıfatları tartışmak doğru mudur?
-
Her insan tasavvufla ilgilenmeli midir?
-
XVIII. Yüzyıl İslam dünyasının sorunları nelerdir ve ümmet içinde bir birlik nasıl tesis edilebilir?
Öne Çıkan Eserleri
-
Hüccetullâhi’l-bâliğa: Dâru İbn Kesîr, Dımaşk 2010.
-
Fethu’r-Rahmân bi Tercemeti’l-Kur’ân: Mecmua-i Muvahhidîn, [y.y.] 1436/2014.
-
el-İnsâf fî Beyâni Sebebi’l-İhtilâf fi’l-Ahkâmi’l-Fıkhiyye: el-Matbaatü’s-Selefiyye, Kahire 1398/1978.
-
İkdü’l-Cîd fî Ahkâmi’l-İctihâd ve’t-Taklîd: el-Matbaatü’s-Selefiyye, Kahire 1398/1978.
-
el-Müsevvâ Şerhu’l-Muvatta: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2002.
-
el-Fevzü’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1987.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu