Hayatı
Asıl adı Ömer olan Nef’î aslen Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesindendir. Kendisi hakkındaki bilgilere daha çok Âlî Mustafa’nın Mecmâ’u’l-Bahreyn adlı eseri ile Hafız Ahmed Paşa’nın 1625’te sadârete gelmesi üzerine ona sunduğu kasîdeden ulaşmak mümkündür. Buna göre 1572 yılında doğduğu tahmin edilen Nef’î, Sarıkamış sancak beyi Mehmed Bey’in oğlu olup dedesi ise Pasinler sancak beyi Mîrzâ Alî’dir. Soyunun Dulkadiroğulları’na ve Çağatay Türklerine dayandığına dair kayıtlar da vardır. Nef’î’nin babası Mehmed Bey Kırım Han’ı Cânıbek Girây’a nedimlik yapmıştır. Bu nedenle bir Nef’î’nin Han’ın selamıyla Kuyucu Murâd Paşa’ya gönderildiği ve paşa tarafından korunup kollandığı da iddia edilmiştir.
Genç yaşta şiirler ilgilenmeye başlayan Nef’î, eğitimine Pasinler’de başladı, Erzurum’da devam etti. Bu arada Farsça da öğrendi. Önceleri Darrî mahlasını kullanan şair, daha sonra Erzurum’daki defterdarlık görevi sırasında Gelibolulu Âlî’nin kendisine önerdiği Nef’î mahlasını benimsemiştir. Mustafa Âlî’ye olan yakınlığı göz önüne alınırsa, Nef’î’nin şiir sanatı, edebi bilgi ve Fars kültürüyle alakalı birikimini Âlî’ye borçlu olduğu söylenebilir.
Sultan I. Ahmed (1603-1617) devrinde İstanbul’a giden Nef’î, sunduğu kasidelerle sultanın iltifatını kazanmış ve ilk olarak Dîvân-ı Humâyûn maden mukâtaacılığı görevine getirilmiştir. Daha sonra ise mukâtaa kâtipliği, kısa süreliğine sürgün olarak bulunduğu Edirne’de Murâdiye mütevelliliği ve İstanbul’da cizye muhasebeciliği görevlerinde bulunmuştur. Sultan I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osmân ve IV. Murâd dönemlerinde yaşayan Nef’î, asıl ününe, bol bol hicviye yazdığı IV. Murâd devrinde ulaşmıştır. Bu dönemde, sultan dışındaki devlet erkânına da kasîdeler sunan şair, büyük ihsanlara nail olmuştur. Ancak istikrarsız kişiliği, sivri dili, rencide edici hicivleri yüzünden yakın dostları tarafından dahi dışlanmasına, gözden düşmesine ve devlet adamlarının hışımına uğramasına sebep oldu. Gözden düşmesinin bir sebebi de kıskançlığa sebebiyet veren şöhretidir. Bütün bu etkenlerden dolayı Nef’î’nin üç kere görevinden uzaklaştırıldığı şiirlerinden anlaşılmaktadır. Bir rivayete göre Sultan IV. Murâd, sarayda şaire ait Siham-ı Kaza’yı okurken taht yakınına yıldırım düşmesini uğursuzluk saymış, şaire hicvi yasaklamış ve Edirne’ye Murâdiye mütevelliliği göreviyle sürgün etmiştir. Ancak, şair 1634’teki Bağdad Seferi vesilesiyle sultana yazdığı kasîdeden sonra tekrar affedilmiş ve İstanbul’a dönmüştür.
Hiciv yazması yasaklanmasına rağmen Nef’î’nin İstanbul’a döndükten sonra tekrar iğneleyici şiirler yazmaya başladığı görülmektedir. Nihayet Bayram Paşa’ya yazdığı ağır hicviyeden sonra katline ferman çıkmıştır. Bir görüşe göre, katline ferman verilmesinin asıl sebebi Sultan IV. Murâd’a yönelik ağır hicvidir. Rivayete göre, bu ferman üzerine Nef’î’yi çok seven Dârüssaâde Ağası Kara Yümnî Ağa şaire giderek ondan sultana bir af dilekçesi yazmasını istemiştir. Şairin buna yanaşmaması üzerine Yümnî Ağa oturup onun ağzından afnâme yazmaya başlamış, bu esnada heyecandan eli titrediği için divitinden bir damla mürekkebin kâğıda damlamıştır. Nef’î, Yümnî Ağa’nın ten rengine telmihen “Efendim, kâğıda mübarek teriniz damladı.” demiş, bunun üzerine öfkelenen ağa da kâğıdı yırtıp atmıştır. Bütün bu girişimler sonuçsuz kalınca, Bayram Paşa tarafından Boynueğri Mehmed Ağa’ya teslim edilen Nef’î saray odunluğunda boğdurulup cesedi denize atılmıştır (1635).
Öğretisi
Nef’î, daha çok kaside nazım biçiminde yazdıklarıyla ünlenmiştir. O’nun kasidedeki bu başarısı ise, Sebk-i Hindî şairlerinin yaptığı gibi klasik şiirin değer yargılarına, yani geleneğe, başkaldırmadan, gelenek içinden gelip yenilikler yapmasıyla ilgilidir. Nef’î, Sebk-i Hindî şairi sayılmamakla birlikte bu dönemin dil ve üslup anlayışına sahiptir (Akkuş, s. 30). Ali Fuat Bilkan, Nef’î’nin Sebk-i Hindî şairlerinin üslubunu benimsediğinin kanıtı olarak, onun nazmında mübalağa sanatının imkanıyla ferdilik temasını işlemesi ile kasidelerinde beyitleri ayrı ayrı değil belli bir bütünlük içinde bir araya getirmesi örneklerini verir ki, beyitler arasındaki bu bütünlük gazellerinde de dikkat çeker (s. 267-68). Fatma Tulga Ocak, kasidenin fahriye bölümlerinde kendini överken rakiplerini hicvetmesinin Nef’î’ni klasik Türk şiirine getirdiği yeniliklerden sayılabileceğini söyler (Ocak, s. 17-18). Bunun dışında kaside ile gazel nazım biçimlerini birbiriyle harmanlaması Nef’î’nin önemli katkılarından sayılabilir. Bazı gazellerinde devrin önde gelen şahsiyetlerini methettiği görülse de kasidelerinde olduğu gibi açıkça hicvettiği söylenemez. Fahriyeyi kasidede olduğu gibi gazelde de sürdürür.
İsmail Ünver, Nef’î için “Övgü ve yergide ‘ifrat’ veya ‘tefrit’ yolunu seçen, yani övdüklerini göklere çıkartan, yerdiklerini yerin dibine geçiren; fakat hiçbir zaman ikisinin ortasında bir yol benimsemeyen şair.” der. Nef’î’nin kasidelerinde “ifrat” ve “tefrit” boyunlarına varan keskin üslubu gazellerinde gözlenmez. “Kasidelerinde duyduğumuz tok ve gür ses, gazelinde mûnis bir ton alır. Gazel nazım şeklinin karakteristiği olan zarafet Nef’î gibi tok sesli bir şairi de kısmen yumuşatmış, dizginlemiştir.” (Akkuş, s. 20). Bunun dışında, Nef’î’nin gazellerinde anlamı mazmunlar arkasına gizlemeden açıkça ortaya koyduğu, sanatlı ifadeler kullanma ile anlamda gizlilik ve derinlik kaygısı duymadan kendini ifade ettiği söylenebilir (Akkuş, s. 27).
Öne Çıkan Eserleri
-
Dîvân: haz. Metin Akkuş, Akçağ Yayınları, Ankara 1993; haz. Mehmet Atalay, Erzurum 1988.
-
Tuhfetü’l-Uşşâk: haz. Ali Nihad Tarlan, “Nef’î ve Tuhfetü’l-Uşşâk Tercümesi”, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, sy. 2 (1964).
-
Siham-ı Kazâ: haz. Saffet Sıtkı, Nef’î ve Siham-ı Kazâ’sı, İstanbul 1943.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu