Hayatı (ö. 1432/2011)
Necmettin Erbakan, 29 Ekim 1926 yılında Sinop’ta dünyaya geldi. Babası Adana’nın Kozan bölgesinde uzun zaman hüküm sürmüş Selçuklu Kozanoğulları boyundan, ağır caza reisi Mehmet Sabri Bey; annesi de Sinop’un tanınmış bir ailesine mensup olan Kamer Hanım’dır. Rahmetli ninesi Şeyh Şamil’in hem akrabası hem de kurmay başkanı Feyzi Bey’in kızıdır.
Erbakan ilkokula Kayseri Cumhuriyet okulunda başlamış; babasının tayin olup Trabzon’a gitmesi üzerine ilkokul öğrenimini burada okul birincisi olarak tamamlamıştır. 1937 yılında ilkokulu bitirdikten sonra, İstanbul Erkek Lisesi’nde orta tahsiline bir ay gecikmeli başlamıştır. Okula geç başlamasına rağmen derslerde gerçekleşen müzakerelerden dolayı hocaları hemen ilk günlerden itibaren “sınıfın en çalışkanı” unvanını takmışlardır. Hatta ortaokulun 2. Sınıfında diş tabibi olan tabiat bilgisi ve fizik hocası çok meşgul olduğu ve giremediği dersleri Erbakan’a hazırlattırıp anlattırırdı. Okuldaki çalışkanlığı nedeniyle arkadaşları tarafından kendisine “Derya Necmettin” denilmektedir. Lise birinci sınıfta “Sıfırcı Avni” olarak bilinen Fizik hocasından, ilk defa 10 alan öğrenci, Erbakan’dır.
Orta ve lisede bütün sınıfları iftiharla geçen Erbakan, İstanbul Erkek Lisesi’ni 1943 yılında birincilikle bitirecektir. O tarihlerde lise birincileri, üniversitelere imtihansız alınıyordu. Fakat Erbakan, bu imtiyazı kabul etmeyerek girdiği imtihanda 2 bin kişi arasından ilk 10’a girme başarısını gösterince, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ikinci sınıfından yüksek öğrenimine başlar. İlkokula 6 yaşında, üniversiteye de ikinci sınıftan başlaması dolayısıyla, kendisinden iki yaş büyük olanlarla aynı sınıfta öğrenim görür. Bu arkadaşlarından biri de ilerleyen yıllarda pek çok olayda muhatabı olacağı Süleyman Demirel’dir. Erbakan’ın birinci sınıfı okumadan ikinci sınıfa başlaması ve 2., 3. sınıflarla birlikte aldığı derslerde en yüksek notları alması ilkokul ve lisede olduğu gibi burada da dikkatleri üzerine çekmiştir. Bundan dolayı İTÜ’de lakabı Kuş’tur. Kuş; orada çok çalışkanlara (koşarak değil, uçarak iş yapanlara) verilen isimdir. İTÜ yıllığında şöyle tanıtılmaktadır: “Necmettin Erbakan, dindardır, çalışkandır. Hayatının yarısını namaz, yarısını da projeleri işgal eder. Sınıfının yarısını kendisi, yarısını da arkadaşları işgal eder. Proje ve raporları geniş izahlıdır. Herkesin bir sayfada bitirdiği konuyu, o kırk sayfada hülasa eder. Kendisine cıvata nedir diye sorarsanız, izaha demir filizlerinin naklinden başlar. O kadar uzun anlatır ki nihayet namaz vakti gelir, gider namazını kılar, gelir ve anlatmaya devam eder.”
Geleceğinde büyük işler yapacak insanların çocukluklarında da büyük işler yaptıkları gözlemlenmektedir. Bu duruma örnek olarak, Trabzon’da henüz ilkokul yıllarında iken bile, temsili devlet kurmak, buna uygun mesai saatleri ayarlamak, arkadaşları arasında, hak ölçüsü olduğu için değeri değişmeyen ve enflasyonla erimeyen “özel paralar” çıkarıp kullanmak gibi olağanüstü oyunlar sergileyen Erbakan; üniversite yıllarında da okuldaki talebelerin namaz kılmaları için mescid açılması konusunda büyük gayret göstermiş ve açılan mescitte hem ibadetlerini yapmışlar, hem de ilmi ve dini sohbetler başlatarak manevi bir halka oluşturmuştur.
1 Temmuz 1948’de, İTÜ Makine Fakültesi’nden üstün başarı ile mezun olur olmaz -yani imtihanların hemen hemen bittiği gün- Makine Fakültesi Motorlar Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başlar. 1948-1951 yılları arasındaki bu 3 yıllık asistanlık döneminde, o zaman doktara tezi karşılığındaki yeterlilik tezini hazırlar.
Sınıflarda ders vermek sadece doçent ve profesörlerin yetkisinde olmasına rağmen, asistan olduğu halde ders anlatmasına ve hocalık yapmasına özel izin çıkartılır. Yeterlilik tezindeki yüksek başarısından dolayı üniversite tarafından 1951 yılında Aachen Teknik Üniversitesi’nde ilmi araştırmalar yapmak üzere Almanya’ya gönderilen Erbakan, Alman ordusu için teknolojik araştırma yapan DVL araştırma merkezinde Profesör Schimit ile birlikte çok başarılı çalışmalar gerçekleştirir.
Aachen Teknik Üniversitesi’nde çalıştığı 1,5 yıl süre içerisinde, bir tanesi doktora tezi olmak üzere 3 tez hazırlayan Erbakan, Alman üniversitelerinde geçerli olan ve çok zor kazanılan “doktor” ünvanını alır.
Tezin önemli dergilerde yayınlanması üzerine, o tarihte Almanya’nın en büyük motor fabrikası olan DEUTZ firmasının genel müdürü Prof. Dr. Flats tarafından leopar tanklarının motorları ile ilgili araştırmalar yapmak üzere fabrikaya davet edilir. Bunun yanında Alman Ekonomi Bakanlığı, RUHR sahasındaki fabrikalar üzerinde araştırma yapmak amacıyla görevlendirdiği ekipte özellikle Erbakan’ın da yer almasını istemesi üzerine 15 gün süreyle RUHR sahasındaki bütün ağır sanayi fabrikalarını gezip, bunları inceleme fırsatını yakalar.
II. Dünya Harbi’nden sonra, Alman üniversitelerinde en genç doktorasını yapan ilk Türk bilim adamı olan Erbakan, 1953 yılında doçentlik imtihanını vermek üzere İstanbul’a döner. İmtihan sonucunda 27 yaşında Türkiye’nin en genç doçenti olma başarısını da gösteren Erbakan, araştırmalar yapmak üzere tekrar Almanya’nın DEUTZ fabrikalarına çağrılır. Burada 6 ay süreyle “motor araştırmaları başmühendisi” olarak, Alman ordusu için yapılan araştırmalara katılır.
1953’ün Kasım ayında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönen Erbakan, 1955 yılında askerlik görevini İstanbul’da makinelerin bakım ve tamiratları kısmında tamamlar.
Askerlik görevinden sonra, tekrar üniversiteye dönen Erbakan, 1956 yılında Türkiye’de ilk yerli motoru imal edecek olan, 200 ortaklı “Gümüş Motor A.Ş.” yi kurup faaliyete geçirmiş ve Türkiye’nin ilk büyük sanayi hamlesini gerçekleştirmiştir.
Almanya dönüşü Türkiye’nin kendi otomobilini üreten bir fabrikasının kurulması yolunda hemen hazırlıklara girişmiş ve bugün “Pancar Motor” adı altında çalışan fabrikanın temelini 1956’da atmıştır. Gümüş Motor fabrikası 1960 tarihinde seri üretime başlamıştır. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, 1960 yılı başlarında fabrikayı gezerken: “Ben de çiftçiyim, bu motorları kendim kullandım. Bunun ne kadar büyük bir adım olduğunu çok iyi biliyorum. Türkiye de bunların yapılabileceğini görmek, beni son derece memnun etmiştir. Keşke ben bu fabrikayı 1960’ta değil de 1950’de görseydim. O takdirde Sümerbank’ın birçok fabrikalarını özel sektöre satar, oradan aldığım para ile Türkiye de Ağır Sanayi fabrikalarını kurardım.” diyerek duygularını dile getirmiş ve Erbakan’a tebrik ve takdirlerini iletmiştir. Ayrıca fabrikanın ihtiyacı olan 1.300.000 Dolar’lık dövizi de hiç bekletmeden, bir gün içinde tahsis ettirmiştir.
1960 yılında Ankara da yapılan sanayi kongresinde, Gümüş Motorun ürettiği makineleri ve parçaları tanıtan Erbakan, “Yeni hedefimiz, Türkiye’mizde artık yerli otomobillerin de yapılmasıdır” fikrini dile getirmiş, o zaman yönetimde olan askerlerce kabul gören bu fikir üzerine, Eskişehir Demiryolları CER atölyesinde “Devrim otomobili” adıyla ilk yerli otomobili imal etmiştir.
1965 yılında profesör olan Erbakan, 1969’da Odalar Birliği genel başkanlığına seçilmiştir. O zamanki Demirel Hükümeti, her türlü kanuni hükümleri hiçe sayarak Erbakan’ı polis zoruyla görevinden uzaklaştırma yoluna gitmiştir. Bunun üzerine siyasete atılmaya karar vermiş ve milletvekili adayı olmak için Adalet Partisine müracaat etmiştir. Buradan veto edilen Erbakan, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız olarak adaylığını koyup seçilerek meclise girmiştir.
1970 tarihinde Milli Görüş’ün ilk partisi olarak kurulan Milli Nizam Partisi, 1971 Nisan’ında ihtilal yönetiminin de baskısıyla antidemokratik bir biçimde kapatılır. Daha sonra 1972 yılında kurulan Milli Selamet Partisi, S. Arif Emre’nin resmi riyasetinde, Erbakan’ın da tabii liderliğinde girdiği 1973 seçimlerinde meclise girip, grup kurar.
1974 yılında kurulan MSP-CHP Koalisyonunda, Başbakan yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerini üstlenen Erbakan, böylece Türkiye`nin maddi ve manevi kalkınması yolundaki ağır sanayi hamlesini de fiilen başlatmış olur. 1974 Kıbrıs Barış Harekatının gerçekleşmesinde ve Ada’da zulüm gören soydaşlarımızın refaha ulaştırılmasının ana mimarı olmuştur. Erbakan, Siyasi hayatını büyük bir azimle sürdürmüş, ülke, millet, ümmet ve insanlık için yoğun bir siyasi maratona tutuşmuştur. Ancak 12 Eylül ihtilalinin getirdiği antidemokratik uygulamalarla partisi kapatılan Erbakan 1987 yılına kadar siyaset yasağı cezası alarak politikadan resmen uzak kalır.
Eylül 1987’deki referandumla yeniden siyasi haklarını elde eden Erbakan, 1983 yılında kurulmuş olan Refah Partisi’nin kongresinde tekrar genel başkanlık makamına oturur. 1991 seçimlerinde milletvekili seçilir. Daha sonra belediyeler devrimini gerçekleştirir ve nihayet 1995 genel seçimlerinde büyük bir başarı kazanarak Refah Partisini birinci parti konumuna yükseltir.
1995 genel seçimlerinde Konya’dan milletvekili seçilerek meclise girer ve Türkiye’nin başbakanı olur. Koalisyon hükümeti sırasında halkın desteğini alan devletin bütçesinde gelir-gider denkliğini hedefleyen Denk Bütçe ve Havuz Sistemi, Edirne’den Kars’a ağır sanayi hamlesi gibi birçok önemli başarının yanında uluslararası alanda gelişmekte olan 8 ülkenin iş birliğine öncülük yaparak büyük bir gayretle altı ay gibi kısa bir sürede D-8’i (Development-8) meydana getirir.
İş Dünyasından STK’lara, Medya’dan siyasete, birçok yapının antidemokratik şekilde dış destekli ilişkileri ile 28 Şubat 1997 yılında Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakanlık görevini bırakmak zorunda bırakılmıştır. 1998 yılı Şubat ayında genel başkanı olduğu Refah Partisi’nin kapanmasıyla 5 yıl siyasi yasaklı hale gelen Erbakan 2003’te Saadet Partisi’nin genel başkanlığına seçilir. 2004 yılında genel başkanlıktan ayrılsa da 2011 tarihinde tekrar Genel Başkan seçilir.
Milli Görüş lideri Erbakan, kalp yetmezliği nedeniyle 27 Şubat 2011 günü öğle saatlerinde yaşamını yitirir. Devlet töreni yapılmamasını vasiyet eden Erbakan, 1 Mart Salı günü şiirde de gayet sarih ifade edildiği gibi milyonlarca seveninin katılımı ve dualarıyla Fatih Camii’nde öğle namazına müteakiben kılınan cenaze namazının ardından İstanbul Merkez Efendi’deki aile kabristanlığına defnedilir.
Öğretisi
Necmettin Erbakan’ın öğretisi sadedinde zikredeceğimiz en önemli kıymet “Milli Görüş’tür. Milli Görüş’e istikamet veren, bu düşüncenin ufkunu tayin eden en muharrik amil de İslâm’ın ta kendisidir. Bu noktadan Milli Görüş’ün genel karakteristiğini şöyle hülasa edilebiliriz: Erbakan’a göre İslâm peygamberleri, insanları tevhid ve adalete davet ederek insanların hak ve adalet bilincini geliştirmişlerdir. Bütün peygamberlerin insanlığı davet ettiği İslam dini, yeryüzünü imar ve ıslah etmenin yol haritası hükmündedir. Peygamberleri rehber edinen İslam âlimleri, düşünür ve önderleri ilimle hidayeti birleştirdikleri için feraset, dirayet, sebat ve sabır sıfatlarına sahip olmuşlardır. Onlar, peygamberleri rehber edinerek tarihin akışını değiştiren çığırlar açmışlar ve beşeriyetin ufkunu genişleten hedefler belirlemişlerdir. Onlar, ilimde doğruların öne çıkmasına, ahlaki hususlarda iyi ve güzelin yaygınlaşmasına, iktisadi alanlarda kaynakların verimli kullanılarak faydalı mal ve hizmetlerin üretilmesine ve siyasette ise adaletin tesis edilmesinde aktif görev üstlenmişlerdir. Onlar yeryüzünün imar ve ıslahında önder olmuşlardır. Erbakan’a göre, bugün, yeryüzünün imar ve ıslahında söz konusu ettiğimiz amilin ışığında önderlik eden hareket, Milli Görüş’tür.
Söz konusu ettiğimiz bu hususların ışığında Milli Görüş, Erbakan’a göre herhangi bir siyasi hareket değildir. Erbakan’a göre Milli Görüş, bu toprakların kendi içerisinden çıkarmış olduğu bir hareket olup başlangıç tarihi Hz. Adem’e kadar uzanmaktadır.
Söz konusu ettiğimiz bu hususların ışığında, kanuni zorluklar dolayısıyla ne kadar Milli Görüş deniliyorsa da Erbakan’ın “millîden’’ anladığının “dinî” olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’de millet “din ile takip edilen yol” (Al-i İmrân, 3/96) manasında kullanılmıştır. Bu yönüyle Milli Görüş, hem yerliliği hem de diniliği ihtiva etmektedir. Dinîliği “millet-i İbrahim” ifadesinde karşılığını bulan “millet”in ırk ayrımı yapmayan, inanç birliğini ifade eden dolayısıyla Türk veya Kürt’ün de bağlı olduğu İslam dinine atfen telakki edilmelidir. Bu kavram aynı zamanda kurulan iki partinin adının da içinde yer alması ile dikkate şayandır. Bunlar Milli Nizam ve Milli Selamet’tir. “Millet-i İbrahim” olma durumu Erbakan’ın Bingöl konuşmasında: “Ne mutlu Türk’üm derseniz, Kürt kökenli bir Müslüman evladı da kalkar; ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım, deme hakkını kazanır.” ifadesinde tebellür eder hale gelmiştir. Aslında bu ifadenin ardında yatan mana ulus-devletin, ırkçılık ve dinsizliğe açık olan tarafının sorgulanmasıdır. Diğer taraftan Milli Görüş’ün “milli” sıfatının muhtevasında ümmetçi bir vurgu da bulunmaktadır. Nitekim Milli Görüş’ün 1970’li yıllarda “ağır sanayi” diyerek “organize sanayiler kurmak, 1980’lerde Adil Ekonomik Düzen fikriyle hareket etmek yönüyle “yerliliği temsil ederken, 1990’larda yeni bir dünya düzeni için D-8’i kurmak, onun bütün insanlığın saadeti için “evrensel” bir düşünce ve çalışma vizyonuna sahip olduğunun bir göstergesi olmuştur.
Bütün bu ifadeler ve değerlendirmelerden sonra Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nin beyannamesinde geçtiği üzere Milli Görüş ifadesinin arka planında dört temel fikriyatın akislerine işaretler olduğunu ifade edebiliriz. Erbakan’ın Fatih’in İstanbul’un fethi ve Kanuni’nin Viyana kuşatmasına yaptığı vurgudan hareketle “Osmanlıcı”; Kurtuluş savaşına yaptığı vurgudan dolayı “Milli bağımsızlıkçı”; Hakk’a bağlılık, Batıl’a karşı olma, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak gibi ifadelerden dolayı “İnancına bağlı”; barajlar yapılması, füzeler üretilmesi ve ağır sanayi hamlesi (ulusal kalkınmacı bir hat) hedefinden dolayı “Modernist”tir.
Dış politikadaki insanlığa huzurlu yaşam hedefi ise İslam dünyasına öncülük edecek Büyük Türkiye’yi ve daha adil bir dünya inşasını hedeflemesindendir.
Milli Görüş’ün batı ve modernizme şüpheci yaklaşımı, İslami değerleri vurgulayan söylemi ve alternatif ekonomik model anlayışı (adil ekonomik düzen) ile İslami entelijansiyaya önemli bir politik zemin sağlamıştır.
Erbakan’ın Milli Görüş’ü temellendirdiği bazı hususlara kısa bir değinide bulunursak hareketin gözden kaçırılmaması gereken bir iç bütünlük ve tutarlılığının olduğu daha aşikar hale gelecektir. Erbakan, Milli Görüş’ün fiziği olarak 5 kavramı zikretmektedir. Bunlar; hidayet, feraset, dirayet, sebat ve sabırdır. Bu kavramlar Erbakan’ın İslam’ı anlamada ve Milli Görüş’ü tarif etmede sıklıkla müracaat ettiği temel kavramlardır. Bu kavramlar birbiri ile doğrudan irtibatlıdır. Erbakan’a göre, hidayet, Allah’ın insana bahşettiği en büyük lütuftur. İnsan bu sayede ilimde doğru ile yanlışı; ahlakta iyi ile kötüyü ve güzel ile çirkini; iktisatta faydalı ile zararlıyı; siyasette ise adalet ile zulmü ayırt etme bilincine sahip olur. Hidayet ile ilmi birleştirenler ise feraset sahibi olurlar. Bu sayede hadiselerin sebep ve sonuçlarını değerlendirerek olayların muhtevasını kavrarlar, hangi yol ve yöntemin insanı hedefe ulaştıracağını fark ederler. Tevhid ve adalet inancı, müminlere hak ve adaleti savunmada dirayet kazandırır. Bu sayede dirayet sahibi insanları hedeflerine ulaşmada hiçbir tehdit ve zorluk alıkoyamaz. Hayatlarının her anını hedeflerine ulaşmak için değerlendirirler. Sebat, ayağı sağlam zemine basmak ve sendelememektir. Sebat sayesinde ayaklarını sağlam yere basanlar karşıdan gelen zorluklar ve sadmeler ile sendelemezler. Bu konu ile ilgili Kur’an yeryüzünü imar ve ıslah edecek düzeni kuracak olan inananlara, “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed Suresi, 47/7) ayetini hatırlatmıştır. Sabır ise her çeşit zorluk ve güçlük altında hedefe ulaşmak için yola devam etmektir. Zorluklara katlanarak hedeften vazgeçmeme azim ve iradesidir. “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülüklerden sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir.” (Lokman Suresi, 31/17).
Erbakan’a göre Milli Görüş’ün kimyası ise şunlardır:
1. Milli Görüş maneviyatçıdır. Yani ahiret inancına merkezi bir rol atfetmektedir.
2. Milli Görüş hakkı üstün tutmakta ve hakkı savunmaktadır.
3. Milli Görüş nefis terbiyesini esas almaktadır.
Erbakan’ın “Bizim ahlakımız tekke adabıdır” sözü, Milli Görüş’ün üçüncü kimya maddesinin neredeyse alamet-i farikasıdır. Milli Görüş’ün dayanışmacı modelde teşkilatlanması geniş kitleler için onu hem bir parti, hem bir okul, hem de bir ekonomik dayanışma kurumu haline getirmiştir.
Erbakan’a göre, şuurlu Müslüman olmanın en büyük göstergesi karargâha, yani cihad emirine bağlılık gösterilmesidir.
Ahlak ve Siyaset Düşüncesi
Necmettin Erbakan’ın ahlak ve siyaset düşüncesinin merkezinde İslam bulunmaktadır. Ona göre İslam, “Bir hayat nizamıdır. Allah yapısı olduğu için mükemmeldir ve tamdır. Zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası bulunmamaktadır. İslam dini, bir bütündür. Ona bir şey katılmaz ve ondan bir şey çıkarılmaz. Baştan sona Hak’tır, hayırdır ve hepsi, herkes için ve her yerde lazımdır. Çünkü İslam, dünya ve ahiret saadetinin tek adresidir. İslam ile batıl sistemler bir kalpte birleşmez ve barışmaz. İslam bize ve zamana uymaya mecbur değildir. Ama herkes, her zaman İslam’a uymak zorundadır”. O yüzden Müslümanların İslam’a uyma eylemi sadece inanç, ibadet ve ahlak hususunda değil, aynı zamanda siyaset, ahlak, ekonomi, sanat, eğitim, hukuk gibi hayatın bütün unsurlarında kendisini göstermelidir. Nitekim İslam zekât, faiz gibi uygulamaları ile iktisadi alana; şura, liyakat, devlet başkanının adaletli olması gibi ilkeleri ile idari ve siyasi alana; haklar ve sorumluluklar gibi hususlar ile hukuk alanına dair ilkeler koyan bütüncül bir sistemdir. Erbakan’ın siyaset düşüncesinde, İslam dininin bütün bu unsurlarını bir arada hayata uygulama hususunda bir nizamı siyaset arenasında hayata geçirmek hedeflenmiştir. Bu hedef uğrunda Erbakan, İslam’ı siyaset dahil hayatın bütün alanlarında belirleyici unsur olarak görmüştür. Bu doğrultuda şahsına niçin siyaset yaptığı sorulduğunda “Cihad edilmeyen yerde İslâm yaşamaz” diyerek “Biz siyaset yapmıyoruz, biz cihad ediyoruz” şeklinde verdiği cevabı onun söz konusu ettiğimiz siyaset düşüncesinin merkezinde cihad anlayışının olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Erbakan, siyasetin değerlerimizi tahrip ettiği kirli arenada “Önce Ahlâk ve Maneviyât” diyerek “Cihad” düsturuyla hizmet edilmesi gerektiğini savunmuştur. O’na göre; “cihad ibadeti en büyük ibadettir, namaz dinin direği, cihad ise zirvesidir” (Tirmizi, 1398/1978, 8/2749; İbn Mace, 1982, 12/3973) hadisinde de ifade edildiği üzere cihad ibadeti en büyük farzdır. Çünkü, diğer ibadetler için belli bir zaman, mekan ve miktar belirtildiği halde cihad için böyle bir sınırlama yapılmamış, cihadın her zaman, insanın takatinin sonuna kadar, disiplinli ve organizeli bir şekilde teşkilatlanarak yapılması gereken bir ibadet olduğunu vurgulamıştır. Erbakan cihadın en büyük ibadet olmasının sebepleri arasında “İnsanlığın en hayırlısı insanlığa en faydalı olandır” (Buhari, 1315/1897, 35) prensibinin olduğunu hatırlatmıştır. Yine “Kimse kendisi için yaşamaz, kardeşi için yaşar” düsturu ile “İki Müslüman birbirine giderken, ben şimdi şu yaklaştığım arkadaşımdan ne menfaat elde edebilirim diye bir araya gelirse o buluşmalarından hayır gelmez. Tersine, ben şimdi şu gittiğim kardeşime nasıl faydalı olabilirim diye yaklaşırsa o buluşmadan büyük faydalar hâsıl olur” ifadesi Erbakan’ın cihat anlayışının temel özelliğini faş etmektedir.
Erbakan’ın siyaset düşüncesinde ahlak önemli bir yer teşkil etmektedir. “Önce ahlak ve maneviyat” sloganı siyaset düşüncesinin merkezinde ahlak ve maneviyatın olduğunu gayet sarih ifade etmektedir. Erbakan’ın siyaset düşüncesinin temelinde ahlak ile topluma yararlı insan yetiştirmek, insanların “irfan” sahibi olarak yetişmesini sağlamak ve manevi terbiyeye ve bu meyanda nefis terbiyesine öncelik vermek bulunmaktadır.
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu