Hayatı

Müneccimbaşı Ahmed Dede b. Lütfullah 1041’de Selanik’te doğdu. Oğlunun ifadesine göre Karaman’dan göç etmiş ve çulhacılık ile uğraşan bir aileye mensuptu. Selanik’te medrese eğitimi görmedi ama şehrin mevlevihanesine intisap ederek Mevlevi silkine girdi, Selanik müftüsünden ders okudu.  1065 senesi civarında İstanbul’a geldi. İlk önce Galata Mevlevihanesi şeyhi Arzi Dede’ye daha sonra Kasımpaşa Mevlevihanesi’nde Seyyid Halil Dede’ye intisap etti. İstanbul’da Şeyhülislam Minkârizâde Yahya Efendi, Dersiâm Salih Efendi, selefi müneccimbaşı Mehmed Efendi ve hekimbaşı Salih Efendi’nin (İbn Sellûm) talebesi olduğu rivayet edilir. Muhtemelen Halil Dede’nin tavsiyesi ile saray çevrelerine girdi. 1078’de Müneccimek Mehmed Efendi’nin vefatı üzerine Belgrad payesiyle müneccimbaşılığa tayin edildi, 1086’de IV. Mehmed’in musahibi oldu. 1093’te Viyana Kuşatmasına giden süreçte muhtemelen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve çevresi ile ters düşerek ilk hac ziyaretini gerçekleştirmek üzere yola çıktı, Kahire üzerinden Hicaz’a gitti. Bir sene sonra İstanbul’a döndü fakat 1099’da IV. Mehmed’in hal’ edilmesi ve takip eden karışıklık döneminde sabık devrin mühim simalarından biri olarak malları müsadere edildi ve İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı. İki sene kadar Kahire’de kaldı. Ardından önce Medine’ye sonra Mekke’ye geçti. 1102’de ilk defa Mekke Mevlevihane’sine şeyh tayin edildi. Ancak muhtemelen Mekke’deki iç karışıklıkların da etkisi ile 1105’te tekrar Medine’ye döndü, tefsir ve fıkıh dersleri verdi.  1112 senesinde Mekke’ye gelerek şeyhlik vazifesine geri döndü. Ömrünün son yıllarını yazın Taif, kışın Mekke’de ve eser telifiyle meşgul olarak geçirdi. 29 Ramazan 1113’te (27 Şubat 1702) vefat etti, Mualla mezarlığında Hz. Hatice’nin türbesi yanındaki Mevlevihane’nin hamuşgâhına defnedildi. Vefat ettiğinde aynı zamanda Kabe’nin kuşak müşidliği vazifesi üzerindeydi. Müderris olan oğlu Mustafa Efendi de 1123-1134 yılları arasında müneccimbaşılık vazifesini yürütmüştür.

Müneccimbaşı Ahmed Dede Osmanlı tarihinde en çok Câmiʿu’d-düvel isimli Arapça evrensel tarihi ile tanınır. Müneccimbaşılığı esnasında sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın siparişi ile yazmaya başladığı bu eserinin üzerinde ömrünün sonuna kadar çalışmaya devam etse de tamamlayamadan vefat etti. Yine de eser 1720’de Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın başlattığı tercüme faaliyeti çerçevesinde başında şair Nedim’in bulunduğu bir heyet tarafından kısaltılarak tercüme edildi ve bu çeviri Ṣaḥâʾifü’l-aḫbâr fî veḳāyiʿi’l-aʿṣâr adıyla İstanbul’da basıldı [1285]. Müneccimbaşı Câmi’ü’d Düvel’de yaratılıştan kendi zamanına kadar olan tarihi, bilinen dünyanın tamamını kapsamak gayretiyle ele almış; peygamberler tarihinin ardından İslamiyet’ten önceki ve İslam dünyası dışındaki dünya tarihini kavimlere, İslam tarihini ise Emevi ve Abbasi hilafetlerinin füru olarak nitelediği hanedanlara taksim ederek anlatmıştır. Osmanlı tarih yazıcılığının en kapsamlı umumi tarihi olan Câmi’ü’d Düvel’de Arapça, Farsça ve Türkçe 90’dan fazla eser ismen kaynak gösterilerek kullanılmıştır.

Müneccimbaşı’nın bir diğer önemli eseri Adudüddîn İcî’nin Ahlâk-ı Adudiyye ismiyle meşhur olmuş ahlak risalesine yazdığı şerhtir. Ahlâk-ı Adudiyye şerhlerinin en geniş kapsamlılarından biri olan bu eserde Müneccimbaşı, İşrâkî renkli bir tasavvufi yaklaşımla amelî felsefenin meşruiyet ve lüzumunu vurgular. Ahmed Dede’nin 1102’de Mekke’de yazdığı Feyżü’l-ḥarâm fî âdâbi’l-müṭâlaʿa isimli eseri de bu konudaki ilk kapsamlı eser olarak değerlendirilebilir. Hoca talebe ilişkisini merkeze alan talim-i müteallim türü eserlerin aksine Feyżü’l-ḥarâm’da vurgu ilk defa bir metnin tek başına ya da diğer talebelerle müzakere halinde okunması üzerinedir. Bilhassa zamanla kendine özgü bir dil, uslûp ve usul kazanmış medrese metinlerinin okunması için bir rehber niteliğindeki bu risalesinde Müneccimbaşı, mantık ve nahiv gibi dilbilimlerinin önemini vurgulayıp, değişik seviyelerde okuma türleri için bu metinlerin iddia ve delillerini analiz ve istihraç edip kullanabilir hale gelmek için takip edilmesi gereken yolu çizer. 

Mantık ve dil ilimleri Müneccimbaşı’nın kendi telif faaliyetinde de önemli bir yer tutar.  İstanbul’dan ayrılıp Kahire’ye geldikten sonra yaptığı ilk iş İṣâmüddîn el-İsferâyînî’nin (ö. 943/1536) istiare üzerine olan Farsça bir risalesini Arapçaya çevirmek olmuştur. Nüshalarının sayısından çok rağbet gördüğü anlaşılan ve XIX. yüzyılda basılan bu tercümenin üzerine daha sonra özellikle Sa’düddîn Teftâzâni, Seyyid Şerif Cürcânî ve İsferâyînî’nin diğer eserlerine de başvurarak bir şerh kaleme almış ve beyan ilmine dair Ġāyetü’l-beyân fî deḳāʾiḳi ʿilmi’l-beyân başlıklı bir eser meydana getirmiştir. Önermelerde yüklem ile konu arasındaki ilişkiyi ve önermelerin birliği meselesini tartıştığı Vesîletü’l-vüṣûl ilâ maʿrifeti’l-ḥamli ve’l-maḥmûl başlıklı eseri de Müneccimbaşı’nın mantık alanındaki en önemli eseridir. Riyazi ilimler alanında ise Ġāyetü’l-ʿuded fî ʿilmi’l-ʿaded başlıklı bir aritmetik eseri telif etmiş ayrıca Öklid’in Elementler kitabının 10. bölümü üzerine bir risale ile musıki nazariyesi alanında perdelerin nispetleri üzerine tamamen matematiksel bir risale kaleme almıştır. 

Türkçe bir divan sahibi olduğu aktarılan Müneccimbaşı’nın ne divanı ne de IV. Mehmed için yaptığı Ubeyd Zakânî’nin Letâif’inin Türkçe çevirisi henüz bulunamamıştır.  1093’te Kahire’de bulunduğu esnada eline geçen Ahmed el-Makkarî et-Tilimsânî’nin (ö. 1041/1632) Nefahât Enberiyye fî Misâl Na’l-i Hayr el-Berriyye adlı Hz. Peygamber’in na’leyn-i şerifi hakkındaki risalesinin Türkçeye çevirmiştir. Harameyn’de yaşadığı yıllarda ise Amerika’dan ve uzak Asya’dan getirilen yeni tıbbi bitkiler ve kullanımlarına dair Avrupa dillerinden Türkçeye çevrilmiş bir risaleyi Fevâidu’s seniyye fî havassi’l eşcâri’l-efrenciyye adıyla Arapçaya tercüme etmiştir. 

Mürettep bir medrese eğitimi almamış olmasına rağmen gerek Mevlevi çevrelerinde gerekse tek tek hocalardan ders alarak hem klasik medrese ilimlerinde hem de tarih ve nazari ahlak gibi alanlarda eser telif edecek bir alim olan Müneccimbaşı Ahmed Dede bu bakımlardan çağdaşları Kâtip Çelebi ve Hezarfen Hüseyin Çelebi gibi medrese dışında yetişen yeni bir alim tipini temsil eder; ancak tarihçiliği yanında riyaziyat, mantık ve dil bilimlerindeki hakimiyeti ile de tanınmıştır. Kaynaklarda İbrahim Kûrânî (ö. 1101/1690) ve  muhaddis Ahmed en- Nahlî el-Mekki’nin (ö. 1130/1717) öğrencisi olduğu aktarılan Müneccimbaşı’nın “şeyhim” diye nitelediği İbrahim Kûrânî ile muhtemelen kısa ama mühim bir hoca-talebe ilişkisi olmuştur.  XVII. yüzyılın başlarından itibaren Hicaz’da bir yandan hadis ilimleri yeni bir canlanma gösterirken bir yandan da İbrahim Kûrânî ve talebeleri aracılığı ile İslam dünyasının hemen her yerine yayılan yeni bir Ekberî- selefi yaklaşım revaç bulmaya başlamıştı. Müneccimbaşı’nın eserlerinin çoğunu verdiği ömrünün son yıllarını bu entelektüel canlanmanın tam merkezinde geçirdiğinin altını çizmek gerekir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Câmi’ü’d Düvel: Nuruosmaniye 3171-3172; Edirne Selimiye 1496-1498.

  • Feyżü’l-ḥarâm fî âdâbi’l-müṭâlaʿa: 1102; Laleli 3034.

  • Ġāyetü’l-beyân fî deḳāʾiḳi ʿilmi’l-beyân: Feyzullah 1860.

  • Şerh Ahlâk-ı Adudiyye: Esad Efendi 1868; Ayasofya 2891.

  • Vesîletü’l-vüṣûl ilâ maʿrifeti’l-ḥamli ve’l-maḥmûl: Taif, 1112; Laleli 2647.

  • Ġāyetü’l-ʿuded fî ʿilmi’l-ʿaded: Taif, 1113; Veliyüddin 2329, Talat Riyaza 60.

  • Risâletu’l Musıki: Veliyüddin 2329.

  • Nefahât Enberiyye fî Misâl Na’l-i Hayr el-Berriyye: 1094; Veliyüddin 2329.

  • Fevâidu’s seniyye fî havassi’l eşcâri’l-efrenciyye: Bağdat Medrestül Kadiriyye 715.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu