Hayatı
Mimar Sinan, tahminen 1490’lı yıllarda doğmuş, 1588’de vefat etmiştir. 1514’te I. Selim’in İran seferi sırasında Kayseri sancağından devşirilmiştir. “Türk yanına” verildikten sonra “Acemioğlanı”, Sultan Süleyman devrinin başlarında “Yeniçeri” olmuştur. Daha sonraki bürokratik durakları “Atlı sekbanlık” (Belgrad ve Rodos seferlerine katıldıktan sonra, 1521 ve 1522-1523), “Acemioğlan yayabaşısı” (Mohaç Seferi, 1526), “Kapıyayabaşısı”, “Zenberekçibaşı” (Alman Seferi, 1532), “Haseki” (Bağdat Seferi dönüşünde 1536)’dir. “Mi‘mar, Haseki” olduktan sonra Sinan “Subaşı” (Sâî Mustafa Çelebi, s. 126), 1539’da Sadrazam Lütfi Paşa’nın önerisiyle “Mimarbaşı”lık görevine getirilmiştir (Yerasimos, s. 52). Sinan’dan önceki mimarbaşı Acem Ali, Sinan’dan sonrakilerden bazıları, sırasıyla, Davud Ağa, Dalgıç Ahmed Ağa, Sedefkâr Mehmed Ağa’dır.
Bugün bakıldığında mimarbaşı olduğu zamandan vefat ettiği 1588 yılına kadar, yaklaşık 50 yıl boyunca imparatorluk coğrafyasındaki eserler mimar olarak Sinan’a nispet edilir. İmparatorluğun en varlıklı ve geniş coğrafyaya yayıldığı zamanlarının en önemli imar edicisi odur. Özellikle saray üst sınıfları, devlet ricali ve diğer varlıklı hamilerin hizmetindedir.
Mimar Sinan ve yapılarıyla ilgili en önemli bilgiler 1587’de Sâî Mustafa Çelebi’nin kaleme aldığı Tezkiretü’l-Bünyân ve bir başka nüshası sayılabilecek Tezkiretü’l-Ebniye’dir. Bu kitap ve çeşitli istinsahlarında Sinan’ın farklı sayılarda da olsa yapılarının listesi mevcuttur. Tezkiretü’l-Bünyân’da, Mimar Sinan’ın ağzından şu beyitler yazılıdır:
“Ben ki mi‘mâr-ı mübârek-makdemem / Ben ki pîr-i hânkâh-ı ‘âlemem; Hak bilür yapdum neçe beyt-i ilâh / Neçe biñ mihrâb kıldum secdegâh; Hamdülillâh saklayup İslâmumı / ‘Adl-ile hükm eyledüm ahkâmumı; Hasb-i hâlüm añlamañ kasd-i riyâ / Umarın kim edeler hayr du’â; Mâlı olanlar eder câmi’ binâ / Bir du’â muhtâcıdur bay u gedâ; Bende umar anlara ola yakın / Rahmetullâhi ‘aleyhim ecma’în” (Sâî Mustafa Çelebi, s. 70).
Padişahlar, hanım sultanlar, veziriazamlar, vezir ve paşalar, ilmiye mensupları ve şeyhler, kalemiye mensupları (nişancı ve defterdarlar), saray görevlileri (ağalar ve seyfiye mensupları) ve daha birçokları isimlerinin ilelebet yaşaması ve hayır yolunda yad edilebilmek için, doğal olarak, mimarlık faaliyetiyle ilgili devletin bürokratik sisteminin en üst makamında yer alan Mimar Sinan’la muhatap olmuşlardır.
Başlıca eserlerine bakmak gerekirse; padişahlardan Kanuni Sultan Süleyman için İstanbul’u Süleymaniye Külliyesi ile, II. Selim için Edirne’yi Selimiye Külliyesi ile, III. Murad için ise Manisa’yı Muradiye Külliyesi ile buluşturmuştur. Deyim yerindeyse bu üç şehri selatin camileri ya da “beyt-i ilâh”lar ile tezyin etmiştir. Diğer malı olanlara “cami‘ binâ” yani camiler inşa etmiştir. Padişahtan sonra gelen hamileri/işverenleri hanım sultanlardır. Şöyle ki, Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi, II. Selim’in annesi Haseki Hürrem Sultan adına Avratpazarı-Haseki Külliyesi; Kanuni ve Hürrem Sultan’ın kızları, Veziriazam Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan adına Edirnekapı ve Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyeleri; II. Selim’in eşi, III. Murad’ın annesi Valide Nurbanu Sultan adına Üsküdar Atik Valide Külliyesi; II. Selim’in kızı, vezir Zal Mahmud Paşa’nın eşi Şah Sultan adına Eyüp Şah Sultan Camii, Yenikapı dışında Merkez Efendi Külliyesi padişahlardan sonra Sinan’ın en önemli hamileri için yaptığı eserlerdir.
Sinan’ın mimarbaşı olduğu dönemde veziriazamlık makamında bulunmuş devlet adamları, ona inşa ettirdikleri binalarla, mimari pratiğinin daha fazla görünür olmasında önemli rol oynamışlardır. Sokollu Mehmed Paşa (Eyüp -İsmihan Sultan ve- Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi, Kadırgalimanı -İsmihan Sultan ve- Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi, Azapkapı Sokollu Mehmed Paşa Camii), Rüstem Paşa (Tahtakale Rüstem Paşa Camii), Kara Ahmed Paşa (Topkapı Kara Ahmed Paşa Külliyesi), Semiz Ali Paşa (Marmara Ereğlisi Semiz Ali Paşa Camii), Hadım Mesih Paşa (Yenibahçe Mesih Paşa Camii) bu veziriazamlar arasındadır.
Vezirler ve çeşitli bürokratik görevlerdeki bazı paşaların bina talepleri Sinan mimari pratiğinin hem İstanbul içinde hem de imparatorluğun diğer coğrafyalarında önemli derecede yaygınlık kazanmasına yol açmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa (Beşiktaş Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi), Sinan Paşa (Beşiktaş Sinan Paşa Külliyesi), Piyale Mehmed Paşa (Kasımpaşa Piyale Paşa Camii), Kılıç Ali Paşa (Tophane Kılıç Ali Paşa Külliyesi) gibi kaptan-ı deryalar başta olmak üzere Zal Mahmud Paşa (Eyüp -Şah Sultan ve- Zal Mahmud Paşa Külliyesi), Hadım İbrahim Paşa (Silivrikapı Hadım İbrahim Paşa Camii ve Türbesi), Musâhip Şemsi Ahmed Paşa (Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi), Nişancı Mehmed Paşa (Karagümrük Nişancı Mehmed Paşa Camii ve Türbesi), Ferhad Paşa (Çatalca Ferhad Paşa Camii), İskender Paşa (Kanlıca İskender Paşa Camii) gibi devlet ricali Sinan’ın İstanbul’daki hâmileri ve bânileridir.
Şüphesiz Sinan’ın çoğu eseri İstanbul’da olmakla beraber, Hüsrev Paşa, Sofu Mehmed Paşa, Cenabî Ahmed Paşa, Pertev Mehmed Paşa, Maktul Mustafa Paşa, Lala Mustafa Paşa, Hadım Ali Paşa gibi isimler için İstanbul dışındaki şehirlerde çeşitli eserler yapmıştır.
Anadolu kazaskerliği yapmış olan Mehmed Vusûlî Efendi’nin İstanbul Fındıklı’da yaptırmış olduğu Molla Çelebi Camii haricinde, her ne kadar, orijinal haliyle çok az sayıda eser günümüze ulaşmışsa da ilmiye mensupları ve şeyhler Osmanlı’nın diğer önemli bâni şahsiyetlerdir. Sinan’ın otobiyografilerindeki yapı listelerinde yer alan diğer bazı bâni isimleri şunlardır: Nureddin Hamza Efendi, Sa’dî Çelebi, Abdülaziz Efendi, Ma’lul Emir Mehmed Efendi, Ebussuûd Efendi, Hâmid Efendi, Perviz Efendi, Mahmud Baba, Çivizâde Mehmed Efendi, Hocazâde Mustafa Efendi.
Sinan’ın kalemiye mensupları (nişancı ve defterarlar) için yaptığı camilerden sadece Edirne’deki Defterdar Mustafa Çelebi Camii orijinal haliyle günümüze gelebilmiştir. Başdefterdar Abdüsselâm Efendi, Defterdâr Mustafa Çelebi, Ebülfazl Mehmed Efendi, Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi, Mustafa Efendi, Defterdâr Mehmed Çelebi, Hasan Çelebi bu sınıfa mensup Sinan tezkirelerinde geçen bazı isimlerdir.
İstanbul’un irili ufaklı mimari eserlerle tezyin edilmesinde sarayda çeşitli görevlerdeki ağalar ve seyfiye mensuplarının hamilikleri ve banilikleri unutulmamalıdır. Sinan döneminde günümüze ulaşabilen orijinal eserler bakımından kalemiye mensuplarına göre daha şanslı olan bu grup arasında Çavuşbaşı Mahmud Ağa (Sütlüce Çavuşbaşı Mahmud Ağa Camii), Tercüman Yunus Bey (Draman Dragoman Yunus Bey Külliyesi), Hürrem Çavuş (Yenibahçe Hürrem Çavuş Camii), Kapıağası Mahmud Ağa (Ahırkapı Kapıağası Mahmud Ağa Camii), Semiz Ali Paşa’nın kethüdası Ferruh Kethüda (Balat Ferruh Kethüda Camii), Sinan’ın mimarbaşılık döneminde yaptırdığı külliyenin inşa görevini Davud Ağa’ya veren Darüssaade Ağası Habeşî Mehmed Ağa (Çarşamba Mehmed Ağa Külliyesi), Odabaşı Behruz Ağa (Yenikapı Odabaşı Behruz Ağa Camii) ve adlarının anıldığı yapıları önemli bir yer tutar. Veziriazam Kara Ahmed Paşa’nın kethüdası Husrev Kethuda, Veziriazam Sokollu Mehmed Paşa’nın kethüdası Yahya Kethüda’nın yanısıra diğer bazı isimler ise Yakup Ağa, Cafer Ağa, Sekbanbaşı Ali Ağa, Kabasakal Sinan Ağa, Mehmed Çelebi, Mahmud Ağa’dır.
Kasap ustası Hacı Evhad Efendi (Yedikule Hacı Evhad Camii) ve Bedesten Kethüdası Hoca Husrev Efendi (Kocamustafapaşa Bezirgânbaşı Hacı Hüsrev Camii) Sinan’a yapı yaptıran baniler arasında tüccar ve esnaf arasından “malı olan” önemli ve mimar-bâni ilişkisi bakımından ilginç şahsiyetlerdir. Debbağ Ustası Hacı Hamza, derya beylerinden Süheyl Bey, İskender Paşa’nın kızı Mihrişah Hatun, saray cariyelerinden Gülfem Hatun gibi bâniler de dikkate değer isimlerdir.
Peki Mimar Sinan’ın eserleri en çok yapı inşa ettiği şehir olan İstanbul için ne ifade eder? Bu sorunun bir cevabını mimar Turgut Cansever verir: “Mimar Sinan’ın eserleri, anlaşılmaz söz söylemenin günah olduğu şeklindeki İslâmî inançtan hareketle, aslî ifadelerin açıkça ortaya konulduğu bir mimarinin ilke ve ruhunun yansımalarını taşır. Bunlar yapılarda izleyicinin uzaktan ilk bakışta genel hatlarıyla görebileceği şekilde yer alır. Daha yakından ise, örneğin aslî unsurlar olarak kubbenin yukarıdan aşağıya, minarenin aşağıdan yukarıya vaziyet alışının ortaya çıkardığı karşıtlığın uyumu birlikte fark edilebilir; bir sütunun veya taşın içyapısının güzelliği ile yapıya eklenen tezyinî unsurları seçilebilir. Yapılar, içinde bulundukları ortam ve üzerinde yer aldıkları arsayla kurdukları ilişki biçimiyle, yapıyı fark etmek için öngörülen senaryolar çerçevesinde her düzeyde ziyaretçiye kendilerini olabildiğince açık bir biçimde anlatırlar” (Cansever, s. 106).
Turgut Cansever’in aşağıdaki yorumu ise Mimar Sinan’ın, yukarıda bir kısmı zikredilen bânilerin himayesinde yaptığı işlerde İstanbul’dan ne aldığını ve bunları İstanbul’a nasıl yansıttığının bir başka ifadesidir: “Yüce ve sadenin, gerçeklik ve tezyinîliğin, maddîlik ve gayri maddîliğin, zühd ve zenginliğin, büyük ve küçüğün, karmaşık ve sadenin, yere dönük olan ile göğe yükselenin karşıtlıklarına ek olarak, sütun, ayak, kubbe ve kemer dizilerinin farklı ölçüleriyle oluşan hareketliliğin adım adım keşfedilen güzellikler dünyasını, eserlerine Osmanlı arkaik çağının ifade temellerinden alarak aktaran, biçim ifadelerinin karşıtlıklarını mimarî dilinin tamamlayıcı unsurları olarak kullanan Sinan, hiçbir dogmatik tutkuya düşmeksizin geçmiş mimarinin yukarıda zikrettiğimiz mirasını özümseyerek, mensubu olduğu toplumun ve coğrafyanın sağladığı imkânlarla, erişilmiş bulunan noktada yapması gerekeni araştırarak yeni çözümler üretmiştir” (Cansever, s. 108).
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu