Hayatı
Subhi Mahmesânî, aslen Lübnan’da tarihi bir liman şehri olan Trablusşam şehrindendir. 1906 yılında Beyrut’da doğmuştur. İlk öğrenimine Birinci Dünya Savaşı yıllarında Beyrut’ta başlayan Mahmesânî, savaş sona erdikten sonra Protestan misyonerleri tarafından kurulan Amerikan Üniversitesi’ne (bugünkü adıyla İnternational College) bağlı Ra’s Beyrut Okulu’nda başlamıştır. Bu okuldan 1924 yılında mezun olduktan sonra Fransa’ya gitmiş ve orada Lyon Üniversitesi’ne kaydolmuştur. Bu üniversitede lisans okuyan Mahmesânî, aynı üniversitede özel hukuk ve iktisat alanına dair doktorasını İbn Haldun’un iktisadî görüşlerine dair kaleme aldığı Les İdées Économiques d’lbn Khaldoun (Lyon 1932; Beyrut 1933) adlı doktora tezi ile 1932 yılında tamamlamış ve ardından İngiltere’ye giderek Londra Üniversitesi’nde hukuk tahsil etmiştir. Fransa ve İngiltere’de aldığı bu hukuk eğitimi ile Mahmesânî hem Kıta Avrupa’sı hem de Anglo Sakson hukuk sistemine hakim olmuştur.
Bir yandan Fransa ve İngiltere’de eğitimini sürdüren Mahmesânî bir yandan da kendi ülkesinde 1929 yılında mahkeme kâtibi olarak meslek hayatına başlamış, ardından Sur mahkemesi kadılığı, Şuf sulh hakimliği, karma istinaf mahkemesi müsteşarlığı, istinaf ve temyiz mahkemesi medeni hukuk dairesi başkanlığı (1938-1946) gibi yargısal görevlerde bulunmuştur. 1944 yılında Arap Birliği’nin temellerinin atıldığı İskenderiye Protokolü’ne katılan Lübnan heyetinde hukuk müsteşarı vasfıyla bulunmuştur. 1945 yılında 55 ülkenin imzaladığı Birleşmiş Milletler Anlaşmasına son şeklinin verildiği San Francisco Konferansı’na katılan Lübnan heyetinin hukuk müsteşarı olarak tayin edilmiştir.
1947 yılında resmi görevlerinin tümünü bırakarak avukatlık yapmaya ve Beyrut’un farklı üniversitelerinde hukuk dersleri vermeye başlamıştır. 1958 yılında Cumhurbaşkanı olarak seçilen Fuad Şihab’ın görevlendirdiği komisyona üye olarak kanunların yenilenmesi ve devlet kurumlarının yeniden inşası faaliyetlerine katkıda bulunmuştur.
Mahmesani, Uluslararası Temyiz Mahkemesi üyeliği, bazı Uluslararası Tahkim Komisyonlarında üyelik veya başkanlık gibi görevlerde de bulunmuştur. Mahmesânî, 1947 yılında hükümete yolsuzluk ithamında bulunarak Abdülhamid Kirâmî’nin başkanı olduğu et-Taharruru’l-Vatanî partisine katılmış; ama girdiği ilk seçimde başarılı olamamıştır. 1964-1968 yılları arasında ise Beyrut milletvekili olmuş ve milletvekilliğinin son iki yılında ekonomi bakanı olarak görev yapmıştır. Ancak politika ile yıldızı barışmadığı için bakanlık görevinden istifa ederek üniversite hocalığı ve hukuka dair eserler telifine geri dönmüştür. Beyrut ve Kahire’de hukuk fakültelerinde hukuk dersi vermiş ve Beyrut, Kahire ve Dımeşk gibi merkezlerde bilim kurullarında üye olarak görev yapmıştır. Yaklaşık 20 yıl boyunca bu uğraşlarını sürdüren Mahmesânî, kanser hastalığına yakalanarak, tedavi için gittiği Fransa’da 10 Eylül 1986 yılında vefat etmiş ve cenazesi Beyrut’a nakledilerek resmî törenle defnedilmiştir. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve Almanca bilen Mahmesânî, eserlerini ağırlıklı olarak Arap dilinde verse de Fransızca ve İngilizce eserleri de mevcuttur.
Öğretisi
Mahmesânî’nin çalışmaları ağırlıklı olarak İslâm hukuku ile Batı hukukunun mukayesesi üzerine yoğunlaşmış ve eserlerinin çoğunda ihtisas sahiplerinden ziyade genel okuyucu kitlesini hedef almıştır. Ağırlıklı olarak hukuk felsefesi, borçlar hukuku, uluslararası hukuk gibi alanlarda eserler vermiş ve İslâm hukuku ile Kıta Avrupası hukuk sistemlerini mukayese etmeye özel bir önem atfetmiştir. Onu mukayeseli hukuk çalışmalarına iten başlıca sebepler muhtemelen, Lübnan gibi Müslümanlarla gayrimüslimlerin bir arada yaşadığı kozmopolit bir ortamda yetişmiş olması ve Fransa ve İngiltere gibi iki Batı ülkesinde hukuk tahsil etmesidir. İslâm Hukukunun Roma hukuku, Yahudi hukuku gibi hukuk sistemlerinden etkilendiği ve dolayısıyla özgün bir değer taşımadığı şeklinde özetlenebilecek iddiaların XX. yüzyılda eser yazan İslâm hukukçularını bu türden mukayeseler yapmaya ittiği hususu da altı çizilmesi gereken dönemsel bir olgudur.
Eserlerinin hemen tamamında ictihad vurgusu olan Mahmesânî’nin eserlerinde savunmacı bir üslup göze çarpar. İslâm hukukunun maslahat-ı mürsele, istihsan ve örf gibi kaynak ve yöntemlere sahip olması sebebiyle esnek kuralları haiz, dolayısıyla bütün zaman ve mekanlarda uygulanabilir bir hukuk sistemi olduğunu savunan Mahmesânî, bazı oryantalistler tarafından dile getirilen İslâm’ın katı ve değişmez bir hukuk sistemine sahip olduğu, bu sebeple çağdaş dönemde tatbik edilmeye elverişli olmadığı iddiasının’ klasik fıkıh kaynaklarına yeterince vakıf olmamaktan neş’et eden hatalı bir yaklaşım olduğunu ifade etmiştir.
İctihad etme yeterliliğine sahip olmayan bir kişinin bireysel olarak bir mezhebe intisap etmesini yadırgamamakla birlikte teşri faaliyetinde taklide karşı çıkarak tek bir mezhebin, günün problemlerini çözmek hususunda yeterli olamayacağını savunmuş ve tevhîdü’l-mezâhibden yana tavır almış; yani eskiden olduğu gibi kurumsal açıdan bir mezhebe bağlılığın sürdürülemeyeceğini; güncel fıkıh meselelerinin çözülebilmesi için -Şia da dahil- bütün fıkıh mezheplerinin görüşleri tek bir havuzda toplanarak tümünden istifade edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahmesânî, Felsefetü’t-teşrî’ fi’l-İslâm adlı eserinde ictihad ve taklidi merkeze alarak fıkıh tarihini beş döneme ayırmıştır: a) Hz. Peygamber dönemi, b) Raşid halifeler ve Emevîler dönemi, c) Fıkhın altın çağı olan Abbâsîler dönemi, d) Gerileme ve taklid dönemi ve e) Yükseliş dönemi. Bu tasnif, yükseliş dönemi haricinde fıkıh tarihini ilk tasnif eden Hudarî’nin tasnifiyle paralellik arzetmektedir. İki tasnif arasındaki en belirgin farklar, Hudarî’nin aksine Mahmesânî’nin Raşid Halifeler ve Emevîler dönemini birleştirmesi, taklid ve gerilemeyi Abbâsîlerin yıkılışı ve Moğol istilası ile değil; IV/X. yüzyıl ile birlikte başlatması ve son olarak tasnife yükseliş dönemini (asru’n-nahda) dahil etmesidir. Abbâsîler dönemine denk gelen müctehid imamlar dönemi sonrasını mezheplerin eski önemini kaybettiği, ictihad çağrılarının yükseldiği ve fıkıh bilginlerinin farklı mezheplerin görüşlerinden delile veya telfike dayalı olarak serbest tercihler yapmaya başladığı XIX. yüzyıl ile başlayan dönemi yükseliş asrı (asru’n-nahda) olarak niteleyen Mahmesânî’ye göre yükseliş / canlanma döneminin öncüleri Takiyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Kayyimi’l-Cevziyye’dir. XII/XVIII. yüzyılda Muhammed b. Abdülvehhab da onların izinden yürümüş, XIX. yüzyılda ise Cemaleddin Afgânî, Muhammed Abduh ve öğrencileri ortaya çıkarak taklidi terk etmeye, mezhepleri birleştirmeye, şeriatın aslî kaynaklarına dönmeye ve taklid ve hurafeleri terk etmeye davet etmişlerdir. Ona göre Cemâleddin Afgânî tarafından başlatılan selefilik hareketi ile Vehhabilik ya da -kendi ifadesiyle- Yeni Hanbelilik birbirine çok yakındır; çünkü her iki hareket de şeriatın Kitap ve sahih sünnete dayalı olan aslına başvurmakta ve mukallid fakihlerin görüşlerine bağlı kalmayıp bu esasa göre ictihad etmeyi savunmaktadır.
Yeri geldikçe çağdaş dünyanın genel geçer kurum ve değerleri olan demokrasi, özgürlük, eşitlik ve toplumsal adalet gibi kavramların önemini vurgulayan ve bunları bir kıstas olarak kullanan Mahmesânî, bu kurum ve değerlerin İslâm’ın öğretilerine uygun olduğunu ifade etmekten de geri durmaz.
İslâm hukukunun Roma hukukundan etkilenmediğini, özgün bir hukuk sistemi olduğunu savunmakla birlikte Mahmesânî, Batı ülkelerinin hukuk alanında ulaştığı noktayı bir zirve ve belirleyici bir kıstas olarak kabul etmekten de kurtulamamıştır. Birtakım tercihlerinde bu öykünmeci tavrın yansımalarını net olarak görmek mümkündür. Mesela nesih konusunda Kitap ve sünnet naslarının birbirini nesh edip edemeyeceği tartışmasında fıkıh usulü geleneğindeki yaklaşımları naklettikten sonra “Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in bu meselede savundukları görüş, “Bir hukuk kuralını ilga etme hakkı o kuralı vaz eden makama aittir” şeklindeki çağdaş hukuk kuralına daha yakındır.” demek suretiyle modern çağda hâkim olan bir hukuk kuralını klasik görüşler arası tercihte bir kriter olarak kullanmıştır. Yine masalih-i mürsele bahsinde zanlının suçunu ikrar etmesi için işkence yapılmasını doğru bulmayan Gazzâlî’nin “Bir suçluyu dövmeyi terk etmek, suçsuz birini dövmekten daha iyidir” sözünü aktardıktan sonra “Gazzâlî’nin zanlıya işkence edilmemesi yolundaki bu görüşü çağdaş hukuk teorilerine uygun düşmektedir” diyerek çağdaş yaklaşımı adeta bir şer’î delil gibi belirleyici kabul etmektedir. Eserlerindeki bu ve benzer ifadeler Mahmesânî’nin ne derece Batı hukukunun etkisinde kaldığını bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.
İmam Malik, Ebû Yusuf ve İbn Kayyim gibi fıkıh bilginlerinin değişime alan açan ictihad ve söylemlerine vurgu yapan ve maslahat-ı mürsele, istihsan ve örf gibi kaynak ve yöntemlere ayrı bir önem veren Mahmesânî’nin yeni selefilik (es-selefiyyetü’l-cedîde) diye isimlendirdiği Afgânî, Abduh ve Reşid Rıza triosuna ve hatta Muhammed b. Abdülvahhab ve Vahhabîliğe yeri geldikçe övgüler yağdırdığı dikkati çekmektedir. Bu manada Mahmesânî’nin Hudarî Beg ile başlayan yenilikçi ve ictihad taraftarı fıkıh yaklaşımında önemli bir şahıs olduğu ve Abdürrezzak Senhûrî ile birlikte Mısır’da Ebu Zehra, Ali el-Hafif, Abdülvahhab Hallaf; Suriye’de Mustafa ez-Zerka, Irak’ta Abdülkerim Zeydan ve Türkiye’de Hayrettin Karaman gibi fıkıhçılar tarafından temsil edilen tecdid ve ıslah yaklaşımının öncülerinden olduğu söylenebilir.
Mahmesânî’nin Felsefetü’t-teşrî’ adlı eserinin özgün özelliklerinden birisi, Kitap, sünnet, icma, kıyas, istihsan, maslahat-ı mürsele gibi delilleri İslâm hukukunun kaynakları başlığı altında topladıktan sonra “teşriin harici kaynakları” diye müstakil bir başlık açarak makâsıdü’ş-şerîa, hükümlerde değişim, devlet başkanının teşrii yetkisi, örf-adet ve hiyel-i şer’iyye konularını incelemesidir. Hükümlerde değişimin bazı durumlarda nas ile sabit hükümler için de sabit olabileceğini ileri süren Mahmesânî, yanlış anlamalara set çekmek amacıyla bu değişimin nassın kendisini değiştirmek anlamına gelmeyeceğini, bunun zaruret veya nasta belirtilen hükmün kendisine dayandığı illet ve örfün değişmesine bağlı olarak gerçekleşen bir yorum ve ictihad değişikliğinden ibaret olduğunu söylemeyi de ihmal etmez.
Mahmesânî’nin dikkat çeken yönlerinde biri de Abdürrezzak es-Senhûrî ve Mustafa ez-Zerkâ gibi, eserlerinde fıkhın geleneksel sistematiği ve kavramları yerine çağdaş hukuk sistematiğini ve kavramlarını kullanması ve “fıkıh” formatının “İslâm Hukuku” formatına evrilmesinde önemli aktörlerden birisi olmasıdır. Borçlar hukukuna dair kaleme aldığı en-Nazariyyetü’l-âmme li’l-mûcebât ve’l-ukûd (Borçlar Hukuku Genel Teorisi) adlı eseri hem başlığı hem de içeriği ile bunun tipik örneğidir. Kıta Avrupası, Roma ve Anglo Sakson hukuk sistemlerini özümsemiş bir İslâm Hukukçusu kimliği ile Mahmesânî Lübnan’daki kanunlaştırma faaliyetlerine de bilfiil katılmış ve Orta Doğu’daki kanunlaştırma hareketlerine aktif katkı sunmuştur.
Öne Çıkan Eserleri
-
Felsefetü’t-Teşrî’ fi’l-İslâm: Daru’l-Keşşâf, Beyrut 1952.
-
en-Nazariyyetü’l-Âmme li’l-Mûcebât ve’l-Ukûd: Daru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 1979.
-
el-Evdâu’t-Teşrî’iyye fi’d-Düveli’l-Arabiyye: Daru’l-İlm li’l-Melâyin, Beyrut 1981.
-
Fî Dürûbi’l-Adâleh: Daru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 1982.
-
el-Kânun ve’l-‘Alâkatü’d-Devliyye fi’l-İslâm: Daru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 1982.
-
Les İdées Économiques d’lbn Khaldoun: Beyrut 1933.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu