Hayatı

XVI. yüzyıl klasik Türk edebiyatı şairlerinden olan Lâmi'î Çelebi, 877/1472 yılında Bursa'da doğmuştur. Asıl adı kaynaklarda Mahmûd bin Osman bin Nakkâş Ali bin İlyâs olarak geçmektedir. Lâmi'î Çelebi'nin babası Sultan Bâyezîd'in defterdarlığını yapmış olan Osman Çelebi; annesi Dilşâd Hatun'dur. Nakkâş Ali olarak tanınan dedesi esasen Bursalı olup bir süre Timur tarafından Mâverâünnehir'e götürülmüş; orada sanatını ilerletip Bursa'ya geri dönmüştür. Bursa Yeşil Türbe'deki yazıların onun tarafından tezhip edildiği söylenmektedir (Ayan, s. 43).

Osmanlı'nın en parlak döneminde yaşayan Lâmi'î Çelebi, Fatih Sultan Mehmed'in son yıllarını, II. Bâyezîd, Yavuz Sultan Selim ve Kânûnî Sultan Süleyman'ın saltanatını görmüştür. Devrinin müderrisleri Molla Ahaveyn, Karamanlı Ahmed, Mehmed Efendi ve Fenârîzâde'den ders alan Lâmi'î Çelebi’nin, Murâdiye Medresesi’nde okuduğu tahmin edilmektedir. Zamanın ilimlerinin pek çoğuna vâkıf olan Lâmi'î Çelebi, şiir alanında kendini geliştirmiş; özellikle Mollâ Câmî'den pek çok tercüme yapmıştır.  Bu anlamda Mollâ Câmî'nin pek çok eserini Türkçe'ye tercüme eden Lâmi'î Çelebi, Aşık Çelebi gibi bazı tezkire yazarları tarafından "Câmî-i Rûm" olarak anılmış; fakat Gelibolulu Ali gibi bazı tezkire yazarları tarafından bu abartılı bulunmuştur (Kut, s. 93). 

Hümâ Hatun adında bir hanımla evlenen Lâmi'î Çelebi'nin Mehmed, Ahmed ve Abdullah adında üç oğlu ve Safiye adında bir kızı olmuştur. Bunlar arasından Derviş Mehmed Çelebi şiirle ilgilenmiş ve Lem'î mahlasıyla şiirler yazmıştır.

Hayatının büyük bir kısmını Bursa'da geçiren Lâmi'î Çelebi, zamanın tanınmış mutasavvıflarından Emîr Ahmed Buhârî'ye intisap etmiş ve tasavvufta Nakşibendîlik yoluna girmiştir. Emîr Buhârî, Molla Câmî ve Ali Şîr Nevâyî gibi isimlerin etkisiyle Nakşibendîliğe yönelen Lâmi'î Çelebi, mensubu olduğu tarikatın şeyhliğine kadar yükselmiştir. Bunun yanında Lâmi'î Çelebi'nin İlhâmî Efendi vasıtasıyla Gülşenî tarikatıyla da ilgilendiği söylenmektedir (Ayan, s. 43-44). Lâmi'î Çelebi'nin Câmî'den pek çok tercüme yapmasının muhtemel sebepleri arasında Câmî'nin büyük bir şair ve edip olmasının yanında aynı tarikatta bulunmaları da gösterilebilir.

Bilindiği kadarıyla Lâmi'î Çelebi herhangi bir devlet görevi almamış, geçimini daha çok padişah ve vezirlere sunduğu eserleriyle temin etmiştir. Bu anlamda padişahın ihsanlarından faydalanan Lâmi'î Çelebi, sanatını geliştirmiş ve Türk edebiyatına pek çok eser kazandırmıştır. Nazım-nesir, tercüme-telif olmak üzere kırkın üzerinde eseri bulunan Lâmi'î Çelebi, doğduğu şehir olan Bursa'da 938/1532 yılında vefat etmiştir.

Öğretisi

Lâmi'î Çelebi'nin öğretisi ve düşüncesine dair bilgiler, şiirlerinde dağınık bir şekilde bulunmaktadır. Bu anlamda onun öğretisiyle ilgili söylenmesi gereken en önemli meselelerden birisi tasavvufî bir görüşe sahip olmasıdır. Diğer klasik şairlere benzer şekilde, ona göre aşk kainatın yaratılma sebebidir. Bu anlamda Allah'a ulaşmada aşkı en önemli araç olarak görmekte ve şiirlerinde bunu sıklıkla işlemektedir. Bu bilgilerin yanında Lâmi'î Çelebi'nin öğretici vasfıyla öne çıktığı ve eserlerinde sade bir dil kullanarak insanları eğitmek istediği göze çarpmaktadır. Bu anlamda mesela Tuhfe-i Lâmi'î adlı eserinde çocuklara Farsça'yı öğretmek istemiş ve eserini buna göre manzum bir sözlük olarak düşünmüştür. Bunun yanında yine Divân'ındaki bazı kasidelerinde edebî sanatlar üzerinde durmuş ve edebiyat bilgisini şiirleriyle aktarmaya çalışmıştır. Ayrıca, Lâmi'î Çelebi Nefsü'l-emr adlı eserinde güzel davranışlardan bahsetmekte ve buna göre bazı öğütler vermektedir. Dolayısıyla Lâmi'î Çelebi'de öğreticiliğin ve nasihatin öne çıktığı ve aşkın yaratılışı anlamada önemsendiği göze çarpmaktadır.

Lâmi'î Çelebi'nin münazara türüyle de ilgilendiği ve düşüncelerini bu şekilde aktardığı göze çarpmaktadır. Bu anlamda Şerefü'l-İnsân adlı eserinde insanlarla hayvanların yaratılış ve üstünlükleri üzerinde durmaktadır. Buna göre Lâmi'î Çelebi, İslam'a uygun olarak insanı en şerefli varlık olarak görmekte ve onun üstünlüğüne işaret etmektedir. Bu anlamda merkezine insanı alan Lâmi'î Çelebi, insanın üstünlüğüyle ilgili pek çok İslâm bilgininin görüşlerinden faydalanmaktadır.

Daha çok mesnevileriyle tanınan Lâmi'î Çelebi, Türk edebiyatında daha önce işlenmeyen konuları işlemesiyle dikkat çekmektedir. Bu anlamda şair, Fars ve Arap edebiyatındaki bazı konuları seçmiş ve onlara kendi düşünce ve hayal dünyasını ekleyerek Türk edebiyatına yeni konular kazandırmıştır. Mesela onun Vâmık u Azrâ, Vîse vü Râmîn ve Gûy u Çevgân gibi mesnevi konularını, Türk edebiyatına taşımaya gayret ettiğini söyleyebiliriz. Bu gibi yeniliklerin yanında onun bazı eserlerinde şiir ve şairlerle ilgili bilgi verdiği görülmektedir. Buna göre Lâmi'î Çelebi pek çok klasik şairin yaptığı gibi manzum sözü genellikle mensurdan üstün görmektedir. Bilhassa Dîvân'ının dibacesinde şiir ve şairle ilgili çok değerli bilgiler sunmaktadır. Bu minvalde dibacesinde şiirin İslâm dinindeki yeri, Kur'ân ve sünnet ışığında değerlendirilmesi, şiirin amaç ve fonksiyonları, şairlerin vasıfları gibi konularda değerlendirmeler yapmaktadır. Dolayısıyla Lâmi'î Çelebi üretken bir isim olmasının yanında, yaptığı iş üzerine düşünmekte ve şiir-şair-nazım-nesir gibi konularda teorik bir çerçeve çizmeye çalışmaktadır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Dîvân: haz. H. Bilen Burmaoğlu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1983.

  • Vâmık u Azrâ: haz. Gönül Ayan, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1998.

  • Münşeat-ı Lâmi'î: haz. Hasan Ali Esir, Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları, Trabzon 2006.

  • Guy u Çevgân: haz. Nuran Tezcan, Franz Steiner Verlag, Stuttgart 1994.

  • Ferhâd u Şîrîn: haz. Abdulkadir Erkal, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1998. 

  • Tercüme-i Nefehâtü'l-Üns: İstanbul 1854, 1872.

  • Şerefü'l-İnsân: haz. Sadettin Eğri, Basılmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara 1997.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu