Hayatı
Büyük Türk bestekârı Itrî, 1640-1712 yılları arasında yaşamıştır. Asıl adı Mustafa’dır. İstanbul’un Yaylak semtinde doğmuş, 50 yaşına kadar sarayda kalmış ve İstanbul’da vefât etmiştir. Türk ve dünyâ müzik târîhinin şüphesiz en büyük sanatkârlarındandır. Bini aşkın eser bestelemiş; ancak –yapılan son araştırmalar ışığında- bunların 34 kadarının günümüze ulaşabildiği tespit edilmiştir. Eski bestekâr tezkerelerinde, Itrî’den bahsedilirken, “binden ziyâde” eseri olduğu belirtilmektedir. Beş pâdişâh görmüşse de, Sultân Dördüncü Mehmed devri (1648-1687) sanatkârıdır. Kaynaklarda IV. Mehmed’in onu sık sık saraya davet ederek bestelediği eserleri bizzat kendisinden dinlediği kaydedilmektedir. Hükümdarın huzurunda icrâ edilen küme fasıllarına hânende olarak katılan Itrî, bu dönemde kendi isteği üzerine esirciler kethüdâlığı ile görevlendirilmiştir. Onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek ve geldikleri ülkelerin mûsikisi hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği rivâyet edilmektedir. Mevlevî âyînlerinin başında okunan ve okunması artık bir gelenek hâline gelen rast makamındaki na’t ona âittir. Asırlardır bütün İslâm dünyâsında okunan segâh salât ve tekbîr de yine Itrî’ye atfedilir. Sözlü eserleri başta “nevâ kâr” olmak üzere müzik dünyâsının şâheserleri arasındadır. İki büyük üstâddan ders aldığı rivâyet edilir; Hâfız Post ve Kasımpaşalı Koca Osman. Itrî’nin aynı zamânda kuvvetli bir şâir olduğu bilinmektedir. Kaynaklarda kayıp bir divânı olduğu rivâyet edilir. Şiirlerinde Itrî ve Buhûrîzâde mahlaslarını kullanmıştır.
Itrî’nin bazı eserlerinin güftelerini yazdığı da görülmektedir. Nühüft tevşîhinde, “Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun” bu türden bestelerindendir. Bazı kaynaklar Itrî’nin hat sanatıyla meşgûl olduğundan ve bir ta’lîk yazı ustası olduğundan söz edilmektedir.
Türk mûsikî geleneğinin en başta zikredilen üstâdlarından biri olarak kabul gören Itrî, divan şairlerinden Şeyhî’nin ifadesine göre, “Mevlevîhâne Yenikapusu haricine” defnedilmiştir. Ancak mezar taşı bulunmadığı için kabrinin yeri konusunda kesin bir bilgi yoktur. Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Câmî Ahmed Dede zamanında Mevlevîlik tarikatına intisap ettiği söylenen Itrî’nin burada ney meşk ettiği belirtilmektedir.
XVII. yüzyıl, Osmanlı mûsikî kültürü adına gerek kuramsal çalışmalardaki çeşitlilik ve derinlik, gerekse de bestecilik alanındaki üretkenlik ve nitelik yönünden bir “zirve”yi teşkil etmektedir. Bu dönemde Osmanlı müziğine hususî karakterini kazandıran “bestecilik ekolleri”nin tespiti; makamların tasarrufundaki yetkinlik ve bestecilikte görülen form çeşitliliği açısından gerçekleştirilmektedir. Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi (Itrî) bu dönemle özdeşleşmiş en önemli bestekârlardan biridir. Itrî’nin, şöhreti XVII. yüzyılı aşan ve “Osmanlı müzik kimliğini” hem makamsal hem de biçimsel uygulamalar yönünden başarıyla yansıtan özgün besteleri, kendinden önceki ve sonraki dönemler arasında âdetâ bir “kutup” oluşturmaktadır.
Itrî, bir kilometre taşı, bir meşale olarak hem dönemine hem de asırlar sonrasına gücünü ve tesirini iletebilen, müteakip meşk silsilesinin ve icrâ repertuarlarının şekillenmesinde büyük ölçekte tesiri bulunan öncü bir kişilik olarak kayıtlara ve hafızalara intikal etmiştir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Gülbün-i îyş mîdemed sâkî-i gülizâr kû: Nevâ Kâr
-
Piyâleler ki o ruhsâr-ı âle ter getürür: Nevâ Murabbâ Beste
-
Gel ey nesîm-i sabâ kûy-i yârdan ne haber: Isfahân Murabbâ Beste
-
Yâ Rab kime feryâd edeyim yârın elinden: Isfahân Ağır Semâî
-
Her gördüğü perîye gönül mübtelâ olur: Bûselik Murabbâ Beste
-
Câm lâ’lindir senin âyîne rûy-i enverin: Hisâr Murabbâ Beste
-
Dil-i pür-ızdırâbım mevce-i seyl-âbdır sensiz: Hisâr Ağır Semâî
-
Bileydi dil gibi dilber gam-ı cihân nicedir: Acemaşirân Yürük Semâî
-
Gedâyız bâya baş eğmez dil-i âgâhımız vardır: Dügâh Murabbâ Beste
-
Muhabbetin dilimi dâğ-dâr eder bir gün: Beyâtî Murabbâ Beste
-
Sanman ki mugân zâhide peymâne sunarlar: Hisâr Ağır Semâî
-
Gamzen ki ola sâkî-i çeşm-i siyeh-i mest: Bestenigâr Murabbâ Beste
-
Unutturur gamı ol kâmrânı söyletsek: Rahatü’l-ervâh Murabbâ Beste
-
Der-mevc-i perîşânî-i mâ fâsılâî nist: Segâh Ağır Semâî
-
Tûtî-î mû’cîze-gûyem ne desem lâf değil: Segâh Yürük Semâî
-
Nev-rûz erişti bağa şerâb istemez misin: Irak Ağır Semâî
-
Rast Peşrevi: Rast Peşrev
-
Pây-i yâre düşmeye ağyârdan nevbet mi var: Pençgâh Murabbâ Beste
-
Hem-sohbet-i dildâr ile mesrûr idik evvel: Pençgâh Murabbâ
-
Ne bülbülüz ne giriftâr-ı reng ü bû oluruz: Rast Ağır Semâî
-
Bu ne leb dürür ne ağız ne güzel gülüş dürür bu: Mâhûr Murabbâ Beste
-
Cihânı lâ’l-gûn eden sirişk-i ergûvânımdır: Mâhûr Ağır Semâî
-
Cânı kullâb-ı ser-i zülfün çeker senden yana: Nikrîz Murabbâ Beste
-
Mecbûr-ı aşkı olduğumu her gören bilir: Nühüft Ağır Semâî
-
Nühüft Saz Semâîsi: Nühüft Saz Semâîsi
-
Segâh Tekbîr: Segâh Tekbîr
-
Segâh Salât: Segâh Salât
-
Dilkeşhâverân Salât: Dilkeşhâverân Salât
-
Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun: Nühüft Tevşîh
-
Mefâtîhü’l-Hudâ oldu hilâlin yâ Resûlallâh: Rehâvî Tevşîh
-
Çün doğup tuttu cihân yüzünü hüsnün güneşi: Rast Tevşîh
-
N’ola tâcım gibi başımda götürsem da’im: Pençgâh Tevşîh
-
Rast Na’t-ı Şerîf: Rast Na’t-ı Şerîf
-
Segâh Âyîn-i Şerîf: Segâh Âyîn-i Şerîf
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu