Hayatı

Babası ve dedeleri Sivaslı olan İbnu’l-Hümâm, babasının Mısır’a yerleşmesinin ardından 790/1388 yılında İskenderiye’de dünyaya geldi. İskenderiye kadılığını yürüten babası, henüz o 10 yaşında iken vefat etti. Sonrasında anneannesinin gözetiminde yetişen İbnu’l-Hümâm, onunla birlikte Kahire’ye geldi ve Şehâbeddîn el-Heysemî’nin yanında Kur’ân hıfzını tamamladı. Bir ara tekrar İskenderiye’ye dönerek İskenderiye kadısı Cemâleddîn el-Humeydî’den nahiv ve fıkıh, Zeynuddîn el-İskenderî’den fıkıh eğitimi aldı. Tekrar Kahire’ye döndükten sonra artık buraya yerleşti ve Kâriulhidaye Sirâceddîn Ömer’den fıkıh, Muhammed el-Bisâtî’den usûl ve kelam, Bedreddîn el-Aynî’den hadis ve edebiyat, İbnu’l-‘Irâkî’den hadis ve Bedreddîn el-Aksarâyî’den tefsir alanında eğitim gördü. Kahire’de en çok istifade ettiği hocalarından birisi Zeynuddîn et-Tefehnî olmuştur. Hiçbir maddi karşılık almaksızın Sargatmışiyye Medresesi’nde et-Tefehnî’nin derslerine devam etmiş, ondan Keşşâf ve Hidâye okumuş ve hatta onunla beraber Kudüs’e gitmiştir. 813 yılında Ebü’l-Velîd İbnu’ş-Şıhne Kahire’ye geldiğinde kendisinden usûl alanında ders almış ve bir yıl sonra İbnu’ş-Şıhne Halep’e dönerken ona eşlik etmiştir. Kısa bir zaman sonra hocası vefat edince Kahire’ye geri dönmüştür. İbnu’l-Hümâm, hem makul hem menkul ilimlerde kendi akranı içinde öne çıkmıştır. Talebelerinden Sehâvî, yaşadığı sağlık sorunları olmasaydı içtihat mertebesine ulaşacağı değerlendirmesini yapmıştır. Kahire’de tedris, iftâ ve ifâde faaliyetlerinde bulunmuştur. Henüz kırk yaşına gelmeden 829 yılında Eşrefiyye Medresesi’ne müderris olarak atanmış ve meşhur eseri Fethu’l-Kadîr’in mukaddimesinden anlaşıldığı kadarıyla bu vesileyle başladığı Hidâye ta‘lîkine bu ihsanı belirtmek üzere Fethu’l-Kadîr li’l-Âcizi’l-Fakîr adını vermiştir. 858 yılında son görev yeri olan Şeyhûniyye meşâyıhlığından ayrılarak hacc maksadıyla Hicaz’a gitmiş ve yaklaşık iki yıl orada kalmıştır. 860 yılının Ramazan ayında dönmüş ve yaklaşık bir yıl sonra 7 Ramazan 861/29 Temmuz 1457 günü Kahire’de vefat etmiştir. Karâfe mezarlığında İbn Atâullah el-İskenderî’nin türbesine defnedilmiştir.

Öğretisi

İbnu’l-Hümâm’ın ayırtedici vasıflarından birisi hem aklî, hem naklî ilimlerde öne çıkmış olmasıdır. Nitekim tabakat yazarları onu muhakkik, cedelî ve nazzâr olarak nitelemekte hemfikirdirler. “Ma’kûlâtta kimseyi taklit etmem” sözü de onun aklî ilimlerdeki bakış açısını yansıtması bakımından önemlidir. İbnu’l-Hümâm, Hanefî-Mâturîdî mezhebine mensup olmakla beraber Şâfiî-Eşarî gelenekten oldukça etkilenmiştir. Bu etkinin bir sonucu olarak usûl ve kelâm alanındaki eserleri iki farklı mezhebin bir arada değerlendirildiği eserler olmuştur.

Usûl

Meşhur usûl eseri et-Tahrîr’i, Hanefî ve Şâfiî mezheplerinin yaklaşımlarını hakkıyla açıklamak amacıyla yazdığını belirtmektedir. Bu yönüyle usûl literatüründe İbnu’s-Sâ‘âtî ile başlatılan memzûc metodun önde gelen örneklerinden olmuştur. Her ne kadar kendisi açıkça ifade etmese de Fahreddin er-Râzî ve Âmidî çizgisinin tahkîk metodundan etkilendiği eserinden anlaşılmaktadır. Dahası mantığın usûl eserlerine mukaddime yapılması geleneğine uymasından yola çıkarak bu etkinin Gazzâlî’ye kadar ulaştırılması mümkündür. İbnu’l-Hümâm’ın, usûl eserinde kelamî görüşlere sıklıkla yer vermesi de fukaha metodunun hilafına mütekellimin metodundan etkilendiğinin işaretlerinden biri olarak görülebilir. Her ne kadar kendisi, eserin mukaddimesinde kelamî konuların sadece hâkim ve hüsn-kubh gibi konularda usûl ilmine girdiğini söylese de eserin içinde birçok farklı konuda kelamî görüşlere yer vermesi bu yaklaşımı ile çelişmektedir. Öyle ki yine mukaddimede eserin son bölümü olan içtihat ve taklit bahislerinin hem fıkhî hem de itikadî açıdan tamamlayıcı nitelikte olduğunu söylemektedir.

İbnu’l-Hümâm’ın, metot bakımından Eşarîlerden etkilendiği vaki ise de usûl ilminin “âmm lafızlar mücmel değildir, delâleti kat’îdir”, “emir sîgası vücûba delalet eder, tevakkufa yer yoktur”, “nehiy sîgası, muamelatta butlanı değil, fesadı gerektirir”, “Kitab’ın, haber-i vâhid ile tahsisi caiz değildir”, “mürsel rivayetler kabul edilir”, “icmâın hücciyetinde inkırâz-ı asır şart değildir”, “sükûtî icmâ katî hüküm ifade eder” gibi önemli konularında kendi mezhebi olan Hanefî çizgiyi takip ettiği görülmektedir.

İbnu’l-Hümâm, usûl eserlerine yazılan mantık mukaddimesinin “el-mebâdiu’l-kelâmiyye” şeklinde adlandırılmasının uygun olmadığını belirtmektedir. Çünkü mantık ilminin kelam ve diğer ilimlere nazaran konumu birbirine eşittir. Buna göre “delil getirme” anlamındaki araştırma, her ilim dalının zatî bir özelliği olduğundan ve bu “delil getirme” faaliyetinin sıhhat ya da fesadı araştırmacının yaklaşımının sıhhat ve fesadını gerektirdiğinden akıl yürütme sonucunda elde edilen sonuçların hatalı ya da doğru olduğunun bilinmesi için temyiz edici bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç mantık ilmidir.

Kıyas ve haber-i vâhidin teâruzu, ehl-i rey ve ehl-i hadis arasındaki tartışmalı konulardan birisi olmuştur. İbnu’l-Hümâm, kıyasın illetinin haber-i vâhide nazaran daha tercih edilen bir nassa dayanması ve illetin, kıyas edilen meseledeki varlığının kesin olması halinde kıyasın haber-i vâhide tercih edileceğini belirtmektedir.

İbnu’l-Hümâm’ın dikkat çeken görüşlerinden birisi taklit hakkındadır. Buna göre mukallidin, farklı konularda farklı müçtehitleri taklit etmesinde sakınca yoktur. Çünkü herhangi bir müçtehidin görüşünü şer’î açıdan zorunlu kılan bir delil bulunmamaktadır. Hatta bu yaklaşımın bir sonucu olarak mukallidin, mezheplerin ruhsatlarından faydalanması da caizdir.

Kelam

İbnu’l-Hümâm’ın Şâfiî-Eş’arî gelenekten etkilenmesi hususu kelamî görüşlerinde daha açık ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce kelam eseri el-Müsâyere’yi, Gazzâlî’nin er-Risâletu’l-Kudsiyye adlı eserini temel alarak yazdığını eserin mukaddimesinde bizzat söylemektedir. Bu bakımdan eserin, usûl alanındaki et-Tahrîr’inde olduğu gibi memzûc bir metoda sahip olduğu söylenebilir.

Kelamî görüşlerinden bazılarında, kendi geleneğinden ayrılarak Eş’arîliği tercih ettiği görülmektedir. Temsil kabiliyeti yüksek iki konudan örnek verecek olursak kelamda tekvîn ve usûlde hâkim meselelerini ele alabiliriz. Allah’ın fiilî sıfatlarından olan tekvîn (yaratma), Eş’arîlere göre hâdis olup, tekvîn ile mükevven aynı şeylerdir. Mâturîdîler ise tekvîn sıfatının ezelî olduğunu ve tekvîn ile mükevvenin ayrı olduğunu savunmuşlardır. İbnu’l-Hümâm tekvîn meselesinde Eş’arîlerin tarafını tutmuştur. Ebû Hanîfe’nin eserlerinde bu mesele hakkında değerlendirme olmadığını ve sonraki Hanefîlerin bu konuda aşırıya gittiklerini ifade etmiştir.

Usûl ilminde “hâkim” başlığı altında ele alınan kelamî meselede aklın, şerî hükmü belirleyip belirleyemeyeceği tartışılmaktadır. İbnu’l-Hümâm’ın et-Tahrîr’ine bakıldığında bu konuda da Eş’arîleri tercih ettiği görülmektedir. Şöyle ki “hâkim” niteliğinin Allah’a ait olduğunda hilaf olmamakla beraber Eş’arîler, peygamber gönderilmeden önce herhangi bir şerî hükümden bahsedilemeyeceğini, dolayısıyla küfrün haram, imanın farz olduğunun söylenemeyeceğini savunurken, Mâturîdîler peygamber gönderilmeden önce de imanın farz ve küfrün haram olduğunu belirtmişlerdir. İbnu’l-Hümâm, Buhara ekolünün de bu konuda Eş’arîler gibi düşündüğünü ve tercihe şayan görüşün bu olduğunu ifade etmektedir. Her ne kadar kelam alanında yazdığı el-Müsayere adlı kitabında Mâturîdîleri savunur görünse de et-Tahrîr’in, el-Müsâyere’den sonra yazıldığı düşünüldüğünde usûl kitabındaki görüşün esas alınması daha doğru bir yaklaşım olur.

Fıkıh

İbnu’l-Hümâm, tarih olarak oldukça geç bir dönemde yaşamış olmasına rağmen Hanefî mezhebinin önde gelen müçtehitlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Hanefî mezhebinin meşhur fıkıh kitaplarından Mergînânî’nin el-Hidâye’sine Fethu’l-Kadîr adıyla yazdığı şerh-ta’lîk Hidâye şerhleri arasında seçkin bir konuma sahip olmuştur. Hocası Aynî’nin el-Binâye adlı şerhinde olduğu gibi Fethu’l-Kadîr’de de hadislere yönelik değerlendirmelerin fazla olduğu görülmektedir. Bu bakımdan Fethu’l-Kadîr, Hanefî mezhebinin hadislere yaklaşımını incelemek bakımından zengin bir kaynaktır. Öte yandan İbnu’l-Hümâm’ın, “gasp edilen malın menfaatinin tazmin edilmesi gerektiği”ne dair fetvasında olduğu gibi, mezhebinin yerleşik görüşüne aykırı yaklaşımlara sahip olabilmesi fıkhî birikimini göstermesi bakımından manidardır.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Müsâyere fi’l-Akâidi’l-Münciye fi’l-Âhire: (Gazzâlî’nin er-Risâletu’l-Kudsiyye’si temel alınmıştır) Kemâleddîn İbn Ebî Şerîf’in el-Müsâmere adlı şerhi ile birlikte, el-Matbaatu’l-Kübra’l-Emîriyye, Bulak 1317/1900.

  • et-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkhi’l-Câmi’ beyne Istılâhayi’l-Hanefiyye ve’ş-Şâfiiyye: nşr. Muhammed Emîn İmrân, Matbaatu Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduh, Kahire 1351/1932.

  • Fethu’l-Kadîr li’l-Âcizi’l-Fakîr: thk. Abdurrezzak Galib el-Mehdî, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2003.

  • Zâdu’l-Fakîr: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 276/4.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu