Hayatı

Kafkasya’da bulunan Duvîn şehrinden ilk önce Şam’a, oradan da Mısır’a taşınan ve Eyyubî hânedanlığı ile yakın temaslar içinde bulunan bir aileye mensup olan İbnü’l-Hâcib, 570/1175 yılında Mısır’ın Yukarı Said bölgesinde yerleşen Kûs’a bağlı İsnâ’da doğdu. İbnü’l-Hâcib lakabıyla anılması babası Ömer b. Ebû Bekr’in meslek itibariyle Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin dayısının oğlu Kûs Emîri İzzeddin Mûsek es-Salâhî’ye hâciplik yapmasından dolayıdır. Hayatının tamamını Eyyûbîler’in hükümranlığı altındaki Mısır-Şam bölgesinde geçiren İbnü’l-Hâcib, ailesiyle birlikte erken yaşta Kahire’ye gitmiş, burada Kur’an-i Kerim’i, Arapça ve Kıraat ilimlerini ve Mâlikî fıkhını öğrenmiştir. Hocaları arasında bulunan Muhammed b. Ömer el-Bennâ’dan dil ve edebiyat dersleri almış, ünlü kıraat âlimi Kâsım b. Fîrruh Şâtıbî’den Ebû Amr ed-Dânî’nin kırâat-i seb‘aya dair et-Teysîr’i ile kendisinin eş-Şâtıbiyye’sini, Ebü’l-Fazl el-Gaznevî’den Sıbtu’l-Hayyât’ın el-Mübhic fi’l-kırâ’âti’s-seb‘ adlı eserini ve Ebü’l-Cûd Gıyâs el-Lahmî’den kırâat-i seb‘ayı okumuş, ayrıca İsmâil b. Sâlih b. Yâsîn, Ebü’l-Kâsım el-Bûsîrî, Fâtıma bint Sa’d el-Hayr ve Ertâhî’den hadis ilimlerini tahsil etmiştir. Kendisinden fıkıh ve fıkıh usûlü tahsil ettiği hocalarından Ebû Mansûr el-Ebyârî yoluyla ilmî silsilesi ünlü Mâlikî usûlcü Ebü’l-Velîd el-Bâcî üzerinden İmam Mâlik’e kadar gider. Başka bir hocası Şam kâdîlkudâtı Halîl b. Saâde el-Huveyyî yoluyla hoca silsilesi de Fahreddin er-Râzî’ye ulaşır.

Tedris faaliyetlerine Kahire’de iken başlayan İbnü’l-Hâcib, burada bir süre Selâhiddîn-i Eyyûbî’nin veziri Kâdî el-Fâzıl’ın inşa ettirdiği Fâzıliyye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. el-Emâlî’sindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre 616’dan sonra Kahire’den ayrılmış, birkaç ay Kudüs ve Gazze’de kalıp 617/1220 yılında Dımaşk’a ulaşmıştır. İbnü’l-Hâcib burada büyük ilgi görmüş, telif ve tedrisatla meşgul olmuştur. Dımaşk’ta bulunduğu bu süre zarfında Emevî Camii’nin ez-Zâviyetü’l-Mâlikiyye denilen köşesinde ve yine Mâliki mezhebine tahsis edilen Salâhiyye (Nûriyye) Medresesi’nde ders vermiştir. Ayrıca Muhammed Zeynüddin Ebû Abdullah el-Kürdî’nin 628/1230 [?] yılında ölümü üzerine Dımaşk Câmii’ndeki kıraat halkasının başına (mütesaddir) da geçmiştir. Bununla birlikte ömrünün yaklaşık yirmi yılını geçirdiği Dımaşk’taki ilmi hayatı hakkında oldukça az bilgi bulunmakta, kaynaklarda ismi sadece birkaç olay münasebetiyle geçmektedir. Bunlardan biri 628/1230 tarihinde Şeyh Ali b. Hasan Harirî’nin katline dair verdiği bir fetva dolayısıyladır. Diğer iki olay ise kendisiyle yakın dostluk ilişkisi kurduğu Şâfiî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm ile ilgili olarak vuku bulmuştur. İzz İbn Abdüsselâm’la birlikte Eyyûbîler’in Dımaşk emiri el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmâil’i eleştirdikleri için 638/1240 yılında hapse atıldılar. Siyasi çekişmelerin yaşandığı bu dönemde hadiselerin aleyhine gelişmesi üzerine Dımaşk’tan ayrılmak zorunda kaldı. Eyyûbîler’in Kerek emiri ve talebesi el-Melikü’n-Nâsır Dâvûd b. Îsâ’nın daveti üzerine gittiği Kerek’te bir süre kaldıktan sonra 639/1241 yılında, ilk tedris faaliyetine başladığı yer olan Kahire’ye geri dönerek tekrar Fâzıliyye Medresesi’nde ders okutmaya başladı. Hayatının sonlarına doğru İskenderiye’ye yerleşen İbnü’l-Hâcib, 26 Şevval 646’da (11 Şubat 1249) burada vefat etmiş ve Bâbülbahr’ın (İskenderiyye) dışındaki bir mezarlıkta Şeyh İbn Ebû Şâme türbesinin yakınına defnedilmiştir. Mezarının günümüzde Ebü’l-Abbas el-Mürsî Mescidi’nin alt katında olduğu söylenir. Tabakat yazarları kendisinden bahsederken övgü dolu sözler sarf etmektedir. Nitekim hayatı hakkında bilgi veren en erken kaynaklardan biri olan ez-Zeyl ‘ale’r-Ravzateyn müellifi Ebû Şâme (ö. 665/1267) ilim ve amel konusunda dinin rüknü ve ümmetin en zekilerinden biri olarak gördüğü İbnü’l-Hâcib’in güvenilir bir dost, eza ve musibetler karşısında çok sabırlı, tahammüllü, hayâ sahibi ve mütevazı bir kimse olduğunu, ilim ehlini ve ilmi yaymayı çok sevdiğini kaydeder.         

Öğretisi

İbnü’l-Hâcib, ortaya koyduğu eserlerle modern öncesi dönemde İslam ilimler tarihinde en fazla rağbet gören âlimlerden biridir. Birçok alanda yetkin olmasına rağmen, ilmî mesâisinin ağırlıklı kısmını fıkıh, fıkıh usûlü ve Arap dili konularına harcamıştır. Nitekim Ebû Şâme kendisini Arap dili ve usûl ilimlerinde muhakkik bir âlim ve Mâlikî mezhebinde mütehassıs (mutkin) biri olarak tanımlar.

Fıkıh mezhebi itibariyle Mâlikî olan İbnü’l-Hâcib’in fürû ile ilgili yazdığı Câmi‘u’l-ümmehât’ı, Mısır ile Kuzey Afrika Mâlikî doktrinlerini “te’lîf” eden ve bu mezhebin fürû-i fıkıh tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı sayılan bir eserdir. İbn Haldûn Mâlikî mezhebinin özeti mahiyetindeki bu muhtasar metnin, mezhep fıkhının âdete bir fihristi (bernâmec/katalog) niteliğinde olduğunu, kendi döneminde özellikle Kuzey Afrika (Mağrip) bölgesinde eğitimde önem verildiğini ve üzerine çok sayıda şerh yazıldığını kaydeder. Sözü edilen bu eser, modern döneme kadarki zaman diliminde Mâlikî fıkhını şekillendiren en önemli metin kabul edilir.

Bununla beraber İbnü’l-Hâcib’in fakihliğinden ziyade daha çok dilci ve usûlcü yönüyle öne çıktığı söylenebilir. Nitekim asıl şöhretini büyük ölçüde Arap nahvine dair el-Kâfiye’si ile fıkıh usûlüne dair Muhtasar’na borçludur. İbnü’l-Hâcib Arap dili grameri alanında sadece el-Kâfiye’yi yazmamıştır. O, bu alanda Sîbeveyh’in el-Kitâb’ı ile Zemahşerî’nin el-Mufassal’ına birer şerh yazmış, yine Zemahşerî’nin el-Mufassal’ında birleştirdiği sarf ve nahiv konularını birbirinden ayırıp, gerekli ilave ve düzeltmeler yapmak suretiyle nahve dair olanları el-Kâfiye’sinde, sarfla ilgili olanları da eş-Şâfiye’sinde iki ayrı kitap halinde işlemiş, daha sonra da bu iki metne birer şerh kaleme almıştır. Bunlardan eş-Şâfiye hemen bütün sarf konularını kapsayan ilk muhtasar sarf kitabı kabul edilir. Ayrıca el-Emâli’n-nahviyye onun çeşitli nahiv meseleleri hakkında açıklamalarını ihtiva eden önemli bir eseridir. 

Bununla birlikte, İbnü’l-Hâcib’in bu sahadaki en meşhur eseri hiç şüphesiz el-Kâfiye’dir. Hacminin küçük olmasına rağmen, nahiv konularının tamamını ihtiva eden bu eser, özellikle Doğu İslam dünyasında nahiv konularının öğretimi konusunda ilk sırada gelen metinlerden biridir. İbnü’l-Hâcib el-Kâfiye’de büyük ölçüde el-Mufassal’ın sistematiğini esas almış, daha çok Basra nahiv mektebine mensup âlimlerin görüşlerini, zaman zaman da Kûfeli âlimlerin görüşlerini benimsemiş, yer yer önceki âlimlere muhalefet ederek kendi görüş ve yorumlarını ortaya koymuştur. Nahiv ve sarf sahasındaki bu iki eseri müellifi henüz hayattayken tedavüle girmiş, gerek Osmanlı medreselerinde gerekse İslam dünyasının diğer yerlerinde asırlarca okunmuş ve okutulmuş ve bunun bir sonucu olarak da başta müellifin kendisi olmak üzere pek çok âlim tarafından şerh, haşiye, nazma çekme, ta‘lîk, tercüme ve ihtisar kabilinden çok sayıda çalışmaya konu edilmiştir. Nitekim sadece el-Kâfiye üzerine yazılan şerhlerin sayısının 150 kadar olduğu söylenir. Bununla birlikte, İbnü’l-Hâcib’in Arap gramerinde bir ekol sahibi olmaktan ziyade, önceki ekollerin görüşlerini bir araya getiren, onları öz ve veciz anlatımıyla düzene sokan, şârih ve yorumcu niteliği ağır basan bir dilci olduğu söylenebilir.

İbnü’l-Hâcib’in dilden sonra en etkili olduğu alan fıkıh usûlüdür. O, bu alanda ilk önce Müntehe’s-sûl ve’l-emel fî ilmeyi’l-usûl ve’l-cedel’i telif etmiş, daha sonra bu eserini ihtisar ederek Muhtasaru’l-Müntehâ’yı oluşturmuştur. İbnü’l-Hâcib usûl eserlerini başta Âmidî’nin el-İhkâm’ı ve Gazzâlî’nin el-Müstasfâ’sı olmak üzere mütekellimîn geleneğine ait eserlere müracaat ederek yazmıştır. Bununla birlikte eserinde daha ziyade el-İhkâm’ın mesâilini ve sistematiğini esas aldığı anlaşılmaktadır. Zira kendi dönemine gelinceye kadar fıkıh usûlünün mesâili etraflıca işlenmiş, bu sahada farklı yaklaşımlar ve usûl anlayışları teşekkül etmişti. İbnü’l-Hâcib’in mensup olduğu Eş‘arî-mütekellimîn usûl anlayışı, Fahreddin er-Râzî ve ondan çeyrek asır sonra vefat eden Seyfeddin el-Âmidî tarafından kendi zamanlarına kadar teşekkül eden mevcut birikimi dikkate alarak kendine has konu tertibi ve anlatımla el-Mahsûl ve el-İhkâm’da yeniden yazılmıştır. Olgunluk niteliği taşıyan bu iki eser, fıkıh usûlü meselelerinin felsefî ve mantıkî kavramlarla ifade edilmesinde ve bu dilin usûl yazımında belirleyici hale gelmesinde önemli rol üstlenmiş, sonraki dönemde mütekellim gelenek içinde kaleme alınan hemen bütün eserler için başvuru kaynak olması yönüyle etkili olmuştur. İşte İbnü’l-Hâcib’in usûl çalışmaları, Âmidî ile temayüz eden bu çizginin devamı mahiyetinde olup, onun tevarüs ederek aktardığı bu birikimin başarılı bir şekilde ve oldukça veciz bir üslupla ihtisar edilmesiyle oluşturulmuştur. Ancak metnin bazı yerlerde aşırı derecede ihtisar edilmesi, anlaşılmasının önünde bir engel teşkil etmiştir. Hatta bu üslubundan dolayı müellifi zaman zaman eleştirilmiş ve bu, pek çok usûlcünün de metne şerh yazmasının temel gerekçelerinden biri olmuştur.

Oldukça veciz önermelerden oluşan Muhtasar’ın dikkat çeken en önemli özelliklerinden birisi, İbnü’l-Hâcib’in kendisine kadar intikal eden usûl birikimi hakkındaki değerlendirme ve tercihlerini temsil etmesidir. Müellif eserde konuları işlerken, meselenin mahiyetini ortaya koymaya, temel iddialara ve karşı delillere yer vermeye ve kendi argümanlarını en güçlüden itibaren sıralayarak temellendirmeye özen gösterir. Meseleleri münazara ve tartışma üslubu içerisinde işleyerek gereksiz fazlalık ve uzatmadan kaçınır, konuya dair söylenenleri ayıklayarak zübdesini serdeder. Döneminde kullanılan dil ve yazım üslubunun bir tezahürü olarak metinde mantık ve cedel ilminin terimlerine sıkça rastlanır. Mantık ilminin fıkıh usûlüne tatbikiyle ilgili Gazzâlî’nin yaklaşımını tevarüs eden İbnü’l-Hâcib, Muhtasar’ın baş kısmında Gazzâlî’nin el-Mustasfâ’da yaptığına benzer şekilde mantık ilminin konularını hülasa etmiştir. Ancak mantıkla olan bu ilişki, sadece eserde mantık konularına özel bir bölüm tahsis etmekle sınırlı değildir; gerek eserin terminolojisinde, gerekse terimlerin tanımlanmasında ve meselelerin işlenmesinde de mantığa dayalı düşünme tarzının tezahürleri dikkat çekmektedir. Dolayısıyla onun usûl eserlerinde özel bir bölüm tahsis etmek suretiyle mantığı belirleyici bir konuma getirmesi ve bu tercihinin İbnü’l-Hâcib şârihleri ve muhaşşîlerince de kabul görüp sürdürülmesi, Gazzâlî’nin usûl yazımında başlattığı bu uygulamanın yerleşmesinde ve bir gelenek oluşturmasında önemli bir çaba olarak görülebilir.

İbnü’l-Hâcib, Mâlikî mezhebinin yalnız fürû-i fıkıh tarihinde değil, aynı zamanda usûl tarihinde de yeni bir dönemin başlangıcı kabul edilmektedir. Onun usûl eserlerinde mantığa özel önem atfetmesi ve bu çalışmalarının daha o hayattayken Mâlikî çevrelerde revaç bulup meşhur metinler haline gelmesi, büyük ölçüde Eş‘arî-mütekellimîn çizgisinde gelişen Mâlikî usûl te’lîfatı içerisinde mantık merkezli usûl anlayışının başlanmasında öncü rol oynamıştır. Bununla birlikte fıkıh usûlü alanında İbnü’l-Hâcib’in etkisi sadece Mâlikî çevrelerle sınırlı değildir; başta Şâfiî usûlcüler olmak üzere, Hanefî, Hanbelî, Şiî ve Zeydî gibi farklı fıkıh mezheplerine mensup usûlcülerin eserlerinde onun etkisini görmek mümkündür. Asırlar boyu medreselerde ilim ehlinin okuyup incelediği bu eser, çok sayıda şerh, haşiye türünde çalışmaların odağında yer almıştır. Nitekim Muhtasar ekseninde gelişen şerh çalışmaları, gerek şârihlerin mensup olduğu mezhep ve bölge, gerekse telif edilen eserlerin sayısı ve etkisi bakımından olsun fıkıh usûlü tarihinin en geniş ve etkili şerh geleneğini oluşturmaktadır. Bu yönüyle Muhtasar’ın modern öncesi İslam âleminde fıkıh usûlü eğitimini ve çalışmalarını en çok etkileyen metinlerden biri olduğu muhakkaktır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Müntehe’s-Sûl ve’l-Emel fî İlmeyil Usûl ve’l-Cedel: Dârü’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut, 1405/1985.

  • Muhtasaru Müntehe’s-Sûl: nşr. Nezîr Hamâdû, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1427/2006.

  • Câmi‘u’l-Ümmehât: thk. Ebû Abdurrahman el-Ahdar el-Ahdarî, Beyrut 1419/1998.

  • el-Kâfiye: nşr. Târık Necm Abdullah, Cidde 1407/1986.

  • Şerhu’l-Kâfiye: İstanbul 1311, 1312.

  • el-Vâfiye fî Nazmi’l-Kâfiye.

  • Şerhu’l-Vâfiye: thk. Mûsâ Binây el-Alîlî, Necef 1400/1980.

  • el-Îzâh  fî Şerhi’l-Mufassal: thk. Mûsâ Binây el-Alîlî, Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuuni’d-Diniyye, Bağdat 1402/1982.

  • el-Kasîdetü’l-Müveşşaha bi’l-Esmâ’i’l-Müenneseti’s-Semâ‘iyye: thk. Târık Necm Abdullah, Mektebetü’l-Menâr, Ürdün-Zerkâ 1405/1985.

  • Emâlî İbni’l-Hâcib: thk. Fahr Sâlih Süleyman Kadâre, Dârü’l-Cîl, Beyrut 1405/1985.

  • Risâle fi’l-‘Aşr: haz. Hâdî Hasan Hammûdî, Beyrut 1405/1985.

  • eş-Şâfiye: nşr. Hasan Ahmed el-Osmân, el-Mektebetü’l-Mekkiyye, Mekke 1435/2014.

  • Şerhu’ş-Şâfiye. 

  • Cemâlü’l-Arab fî İlmi’l-Edeb.                                       

  • el-Maksadü’l-Celîl fî İlmi’l-Halîl: nşr. Muzaffer-i Bahtiyâr Kitâbdârî, Tahran 1368.       

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu