Hayatı

İran veya Hint asıllı bir ailenin çocuğu olarak Gazne’de 390/1000’dan sonra (?) doğdu. Babası Şeyh Osman’ın yanında ilk dinî tahsilini tamamladıktan sonra Suriye, Türkistan, Hindistan, Irak, Azerbaycan, Horasan ve Mâverâünnehir gibi bölgeleri dolaşarak sûfîlerle ve âlimlerle görüştü. Bu süreçte İslâm toplumundaki çeşitli fırka ve mezhepleri yakından tanıma fırsatı buldu. Gazneli Mahmud’un huzurunda yapılan ilmî toplantılara katıldı. Tasavvufa Ebü’l-Fazl el-Huttelî’ye (Hutlî) bağlanarak intisap etti. Asıl mürşidi Ebü’l-Fazl el-Huttelî olmakla birlikte, Ebü’l-Abbas eş-Şekkânî, Ebü’l-Kâsım el-Cürcânî, Muzaffer b. Ahmed b. Hamdân gibi bazı sûfîlerle de görüştü. Eserinde bütün üstatlarının Cüneyd-i Bağdâdî’nin ekolüne mensup olduğunu belirtir. Mürşidinin vefatından sonra, muhtemelen 431’de bazı dostlarıyla beraber Hindistan’a gitti ve Lahor’da yaptırdığı mescitte dersler ve vaazlar vermeye başladı. Etkili vaaz ve sohbetleri vesilesiyle bölgenin idarecileri başta olmak üzere pek çok Hintlinin İslâm’a geçtiği nakledilir. 435/1043’te Lahor’un Hintlilerin tarafından kuşatılması sırasında esir düştü ve Sultan Mevdûd b. Mes‘ûd’un karşı saldırısıyla bu esaretten kurtuldu. Lahor’daki faaliyetlerine devam eden Hücvîrî 465/1072’de vefat etti. Aynı zamanda Dâtâ Gencbahş olarak da anılan Hücvîrî’nin kabri bugün bile Lahor’un önemli ziyaretgâhlarından biridir.

Öğretisi

Hücvîrî, Serrâc ile başlayan “Sünnî tasavvuf anlayışının tedvin edilmesi” sürecinin müelliflerinden biri olarak, hicrî V. asrın en önemli tasavvuf nazariyatçısı ve tarihçisi niteliğini taşır. Keşfü’l-mahcûb’da, tasavvufun nazarî konularına Cüneyd öncülüğündeki Bağdat ekolünün bakış açısına uygun düşen yorumlar getirmiş; bu yorumlarda Sünnî kelâm ve fıkıh geleneğini takip etmiştir. Hücvîrî’nin tasavvuf düşüncesindeki katkısı birkaç açıdan ele alınabilir. Öncelikle Hücvîrî, Serrâc’ın el-Lüma‘daki tasnifini ve temel kaygılarını benimseyerek gerçek sûfîlerle sahta sûfîleri birbirinden ayırmaya çalışmış; bizzat şahit olduğu çok sayıda sapkın fırkayı tespit ederek bunların düşünce sistemlerini eleştirmiştir. Bütün bu eleştirilerinde Hücvîrî, tasavvufun önde gelen isimlerini delil olarak kabul etmiştir. İkinci olarak Hücvîrî bir din ilmi olarak gördüğü tasavvufun dinî ilimlerin arasındaki konumunu güçlendirmek üzere sûfîleri bilhassa kelâm tartışmalarındaki muhtemel görüşlerini tespit etmiş ve onları nazari bir bağlama yerleştirmiştir. Bu noktada Hücvîrî’nin takındığı tutum, sûfîlerin sünnî kelâm bilginleriyle, bilhassa Eş‘arîlerle uyumlu olduğu yönündedir. Üçüncü olarak Hücvîrî, Sülemî’den farklı bir tasavvuf tarihçiliği yaparak, ilk kez tasavvuf fırkalarını tasnif etmiştir. Keşfü’l-mahcûb’un en özgün kısmı burasıdır. Hücvîrî, her birini III. yüzyılın önde gelen mutasavvıflarına nispet ettiği on fırkanın “sahih tasavvuf fırkaları” olduğunu; ikisinin ise sapkın fırkalar olduğunu dile getirmiştir. Ele aldığı her bir fırkanın görüşlerini, sahv, sekr, mücahede, velayet ya da îsâr gibi çeşitli temel kavramlara dayandırmıştır. Fakat bu tasnifin gerçek bir durumu mu yoksa Hücvîrî’nin sünnî tasavvufu sistematik bir görünüme kazandırma girişimini mi yansıttığı çok açık değildir. Her hâlükârda Hücvîrî, tasavvufun bir ‘din ilmi’ haline geldiğine ve kendi içerisinde fırkalar ürettiğine işaret ederek Cüneyd ile başlayan Sünnî tasavvufun teşekkül sürecinin artık olgunluk devresine ulaştığını anlatır. Hücvîrî, tasavvufun sema, raks, hırka giyme ya da şatahat gibi çeşitli tartışmalı konularına ilişkin kendi özgün düşüncelerini ortaya koymakla birlikte, genel anlamda geleneğin tutumunu benimseyerek orta bir yol tutmayı tercih etmiştir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Keşfu’l-Mahcûb: Lahor 1903, 1931, 1933; Kashf al-Mahjub, ed. V. Jukovsky, Leningrad 1926; Tahran’daki tıpkıbasımlar: 1327, 1336, 1337, 1338; The Kashf al-Mahjub: The Oldest Persian Treatise on Sufism, trc. Reynold Alleyne Nicholson, Luzac and Company, Londra 1911, 1959, Karaçi, 1990; thk. İs'ad Abdülhadi Kandil, Şuûnü’l-İslâmiyye, Kahire 1974, Dârü'n-Nehdati’l-Arabiyye, Beyrut 1980; thk. Hamid Mahmud, Lahor 1967; thk. Muhammed Abbasi, Müessese-i İntişarat-ı Emir Kebir, Tahran [t.y.]; Hakikat Bilgisi: Keşfu’l-Mahcûb, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982, 1996, 2014. 

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu