Hayatı
Muhammed b. Abdurrahmân b. Ömer b. Ahmed el-Kazvînî, aslen Kazvînli bir ailenin çocuğu olarak Musul’da doğdu (666/1268). Bu nedenle Kazvînî nisbesiyle meşhur olmuştur. Nesebi, Abbâsî halifelerinden Me‘mûn ve Mu‘tasım’ın komutanlığını yapmış, aynı zamanda şair ve edip Ebû Dülef el-İclî’ye kadar uzanır. Uzun süre Şam Emeviyye Camii’nde sürdürdüğü hatiplik vazifesi nedeniyle “Hatîbü Dımaşk” unvanıyla da tanınmaktadır. Kazvînî’nin ailesi muhtemelen, Moğollar’ın Bağdat’ı işgali üzerine (656/1258), Musul’a göçmüştür. Bu durumda Kazvînî’nin Moğol istilasına şahitlik etmediği sonucu çıkmaktadır.
Müellifin hayatı Musul, Anadolu, Suriye ve Mısır bölgelerinde geçmiştir. İlk tahsil yıllarında başkadı olan babasından temel eğitimi almış, özellikle Şâfiî fıkhı okumuştur. Moğol orduları Bağdat’tan sonra Suriye ve Musul gibi bölgeleri de işgal edince babası Tokat’a göç etti. Bu nedenle Kazvînî ilim tahsilini bu şehirde sürdürdü.
Kazvînî’nin Anadolu’da yaşadığı dönemde üstlendiği ilk görev, yirmi yaşında iken tayin edildiği Niksar kadılığıdır. Dolayısıyla Kazvînî’nin henüz Anadolu topraklarında iken ciddi bir ilmî birikime sahip olduğu öne sürülebilir. Babası vefat edince ağabeyi İmâdüddin ile birlikte Şam’a gitti (689/1290). Kazvînî burada çeşitli âlimlerden nahiv, belâgat gibi Arap dilbilimi ile hadis, fıkıh vb. İslâmî ilimleri tahsil etti. Müellifin aklî ilimlerde hocası ise Şemseddin el-Eykî’dir. Ağabeyi İmâdüddin 699 (1299/1300) senesinde vefat edince yerine Şam kadılığına vekâlet etti. Bu vekâlet dışında 690 yılından 706 senesine kadar çeşitli medreselerde hocalık da yapan müellif, 706 senesinde Şam Emeviyye camii hatibi olarak atandı ve bu görevi dolayısıyla uzun süre Şam’da ikamet etti. Sonraki süreçte Memlûk sultanı Muhammed b. Kalavun tarafından Şam başkadılığı görevine tayin edildi (724/1324). Eş zamanlı olarak başka pek çok vazifeyi de sürdüren müellif son olarak Mısır başkadısı oldu (727/1327). Ayrıca Mısır’da Nâsıriyye, Sâlihiyye Kâmiliyye medreselerinde hocalık yaptı. Kazvînî bu süreçte sultanın yakın dostları arasına girdi. Nitekim Mısır başkadılığı görevinde iken sultanla birlikte hacca gitmiştir.
Kazvînî 738 (1337-38) yılında Mısır başkadılık görevinden azledilip tekrar Şam kadısı olarak görevlendirildi. Bu tenzil-i rütbede çocuklarının bazı hataları nedeniyle sultana çok sayıda şikâyet gitmesinin rolü bulunduğu tahmin edilebilir. Kazvînî bu tayin sürecinde Şam’a intikalinin arifesinde 230.000 dirhem olduğu söylenen toplam borcunu ödemek maksadıyla tüm malını mülkünü satmıştır. Kazvînî böylece kariyerinin son döneminde yeniden Şam’a dönmüş oluyordu ancak bu görevi oldukça kısa sürecektir. Çünkü müellif Şam’a avdetinin akabinde felç geçirmiş ve vefat etmiştir (739/1338). Nâşı Emeviyye Camii’ndeki Mekâbirü’s-sûfiyye’de medfûndur.
Müellif Şam’da Mısır’da kaldığı uzun dönem içerisinde İslâmî ilimler ve Arap dili alanında çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Ayrıca müellifin Cemâleddin Abdullah, Tâceddin Abdürrahim, Bedreddin ve Sadreddin adındaki oğulları da kadı, kadı naibliği, kazaskerlik gibi görevlerde bulunmuşlardır.
Öğretisi
Tahsil hayatına, ders aldığı hocalara, yetiştirdiği talebelere ve bu süreçte üstlendiği görevlere bakıldığında Kazvînî’nin ulûm-ı arabiyye ve şer‘iyye ile öne çıkan ulemâ geleneğine mensup bir İslâm âlimi olduğu söylenebilir. Nitekim müellif, başta Arap dili ve belagati olmak üzere, fıkıh, fıkıh usulü ve kelam gibi disiplinlerde zamanının otoritesi olarak görülmüştür. Ayrıca müellifin Arap dili dışında Türkçe ve Farsça da bildiği kaydedilmelidir. Ancak müellifin asıl öne çıktığı saha dinî ilimler değil özel olarak Arap belâgatidir. Nitekim müellifin bugün için bilinen iki eseri de belâgat konusuna hasredilmiş çalışmalardır. Bunlardan daha meşhur olan Telhîsu’l-Miftâh, Sekâkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm başlıklı eserinin belâgat ilimlerine ayrılan üçüncü bölümünün telhisinden ibarettir. el-Îzâh fî ulûmi’l-belâga ise aynı meselelerin bir derece daha açıklanarak yeniden yazımından ibarettir.
Kazvînî’nin belagat tarihi bakımından önemi, kelami belagat ekolünün güçlenmesi ve İslâm dünyasının genelinde etkin hale gelmesi bağlamında tezahür eder. Buna göre Fahreddin Râzî’nin Nihâyetü’l-i‘câz ve Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm’u ile birlikte Arap belagatinde zevk-i selîmi esas alan gelenekçi edebiyat ekolü karşısında kaideyi ve mantıksal izahı esas alan kelami belagat ekolü ortaya çıktığı söylenebilir. Bu iki akım arasındaki rekabet dengeli bir şekilde giderken Kazvînî’nin çalışmaları -özellikle de Telhîsu’l-Miftâh’ı- sayesinde kelami belagat ekolü büyük ölçüde üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Artık belagat ilmi dendiğinde bununla kelami belagat ekolünün çalışmaları kast edilir ve anlaşılır olmuştur. Nitekim sonraki süreçte yaklaşık olarak yedi asır devam eden şerh, hâşiye vb. formdaki çalışmalar büyük ölçüde Kazvînî’nin bu iki eseri üzerine odaklanmıştır. Ayrıca müellifin çalışmaları, asırlar boyunca Osmanlı medrese müfredatında ders kitabı olarak okutulmuştur.
Kazvînî’nin belagat çalışmaları içerisinde en meşhur ve etkin olanı Telhîsu’l-Miftâh’tır. Müellif bu eserinde her ne kadar Miftâhu’l-ulûm’un üçüncü bölümünü özetlese de Sekkâkî’ye pek çok meselede itiraz etmiş, bazı konularda ise orijinal görüşler ortaya koymuştur. Ayrıca metnin tasnifini gözden geçirerek bazı ilavelerde bulunmuş, bazı unsurların da yerini değiştirmiştir. Bu cümleden olmak üzere müellif eserine, Sekkâkî’nin beyan ilminin sonunda temas ettiği fesahat ve belâgat kavramlarının izah edildiği bir mukaddime ile başlar. Müellif bu kavramları birbirinden net bir şekilde ayırarak niteledikleri mevcuda göre farklılaşan tanımlarını verir. Buna göre fesahat kelime, kelam ve mütekellimin; belâgat ise yalnızca kelam ve mütekellimin sıfatı olarak kullanılır. Kazvînî sözü edilen unsurların fesahat ve belâgat niteliklerine sahip olabilmeleri için gerekli şartları ayrıntılı şekilde tartışmıştır. Müellif burada belâgat kavramını, sonraki süreçte yaygın şekilde kabul edilecek olan “Sözün halin gereğine mutabakatı” şeklinde tanımlar. Buna göre söz belâgat niteliğini, konuşanın kastı ile içinde bulunulan durumun uygunluğu neticesinde kazanır. Bu tanım esasen belâgatin, sözün gramatik/birincil delâletiyle değil tarihsel koşullar (bağlam) içerisindeki kullanımı neticesinde açığa çıktığını, dolayısıyla belâgat ilminin bu düzeydeki bir anlam incelemesi olduğunu imâ eder. Sekkâkî’nin de belâgat kavramını “sözün, söylenmesi gereken şeye mutabakatı” şeklinde tasavvur ettiği düşünülecek olursa, müellifin genel belâgat düşüncesi bakımından Sekkâkî’nin çizdiği teorik çerçeveyi takip ettiği söylenebilir.
Telhîsu’l-Miftâh mukaddime dışında üç temel bölümden oluşur. Bunlar meânî, beyan ve bediî‘ ilimleridir. Belâgat ilimlerinin bu üçlü tasnifi esasen Miftâhu’l-ulûm’dan mülhemdir. Çünkü Sekkâkî meânî ve beyan ilimlerini önce nahiv ilminden akabinde de birbirlerinden açıkça ayrıştırarak tanımlayan ilk müelliftir. Sekkâkî lafzî ve manevî söz sanatlarını (bedî‘) ise sözü güzelleştiren unsurlar olarak görmüş, ancak bunları bir ilim olarak görmediğinden ayrıca tanımlama gereği duymamıştır. Kazvînî belâgatin ilk iki disiplinini Sekkâkî’den tevarüs ettiği şekilde sürdürmüş, söz sanatlarını ise –Bedreddin ibn Mâlik’i takip ederek- bedî‘ ilmi şeklinde tanımlamış, belâgat ilminin kapsamı dışında ancak onun bir uzantısı olarak ele almıştır. Böylece Kazvînî, sonraki asırlar boyunca devam edecek olan bu üçlü tasnifi en net şekilde tanımlayan ve istikrar bulmasına katkıda bulunan müellif olmuştur.
Meânî, sözün konuşanın dışındaki bağlama mutabakatını inceler ki bu anlamda belâgat incelemesinin ilk ve gerçek anlamda tahakkuk ettiği disiplin budur. Kazvînî, meânî ilmini mantıksal bir bölümleme ile sekiz ana başlığa ayırmıştır. Bunlar isnad, müsned ileyh, müsned, fiilin müteallikatı, kasr, inşâ, fasıl-vasıl ve icâz-ıtnâb-müsâvât konularıdır. Burada belirlenen sekiz alt başlık esasen Sekkâkî tarafından da incelenen meselelerdir. Aradaki fark başlıkların tasnifiyle ilgilidir. Örneğin Sekkâkî meânî incelemesini haber ve talep şeklinde iki temel kısma ayırmış ve isnad, müsned, müsned ileyh vb. bütün konuları haber; istifham, emir vb. konuları ise talep başlığı altında incelemiştir. Kazvînî ise böyle bir temel bölümlemeye gitmemiş, dolayısıyla belirlenen sekiz konunun tamamı meânî ilminin eşit konumdaki alt başlıkları olarak incelenmiştir. Kazvînî ayrıca -Sekkâkî’nin aksine- fasıl-vasıl ile icâz-ıtnâb-müsâvât konularını birbirinden ayrıştırmış, öte yandan kasr meselesini bunlardan önce ele almıştır. Kazvînî’nin meseleleri tertip ve inceleme tarzı mantıki tutarlılık ve iç bütünlük açısından daha güçlü bulunmuştur. Nitekim sonraki süreçte telif edilen metinlerde bu tertibin sürdürüldüğü görülür.
İkinci bölümün konusu beyan ilmidir. Müellif, daha önce Sekkâkî tarafından yapılan beyan tanımını yetersiz görmüş ve onun zikrettiği unsurları da kullanarak yeniden tanımlamıştır. Telhîsu’l-Miftâh’ta beyan başlığı altında teşbih, istiâre ve kinâye konularını incelenir. Müellifin bu bakımdan Sekkâkî’yi takip ettiği görülmektedir. Ancak Kazvînî aklî mecaz, temsîlî teşbih, istiâre-i temsiliyye, mekniyye ve tebeiyye konularında Sekkâkî’ye önemli itirazlar yöneltmiştir.
Belâgat incelemesinin üçüncü alt başlığı ise lafzî ve manevî söz sanatlarını konulaştıran bedî‘ ilmidir. Kazvînî, bedî‘ sanatlarını belâgat ilminin uzantısı olarak tasavvur etme konusunda Sekkâkî ile aynı görüştedir. Bununla birlikte müellif, Miftâh’taki bölüme bazı ilavelerde bulunarak neticede bedî‘ incelemesini otuz sekiz türe çıkarmıştır.
Öte yandan Kazvînî -Sekkâkî’den farklı olarak- eserin sonuna şiir çalıntıları (serikât) meselesiyle edebî bir parçanın giriş-gelişme-sonuç bölümlerini kapsayan kompozisyon tekniğine dair bazı temel bilgileri eklemiştir.
Öne Çıkan Eserleri
Telhîsu’l-Miftâh: Kalküta 1815; İstanbul 1260, 1275, 1280; Kahire 1297, 1303, 1304, 1306, 1310, 1323, 1324; Beyrut 1302; Delhi 1305/1885; Kum 1363.
-
Telhîsu’l-Miftâh: Kalküta 1815; İstanbul 1260, 1275, 1280; Kahire 1297, 1303, 1304, 1306, 1310, 1323, 1324; Beyrut 1302; Delhi 1305/1885; Kum 1363.
Meşhur Telhisleri:
-
Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed es-Sâhib: Latîfu’l-Meânî.
-
Zeynüddin Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebi Bekr el-Aynî: Tuhfetü’l-Meânî li-İlmi’l-Meânî.
-
Hamza b. Turgut el-Aydınî: el-Mesâlik.
Meşhur Şerhleri:
-
Muhammed b. Muzaffer el-Halhâlî: Miftâhu Telhîsi’l-Miftâh.
-
Sa‘düddin Teftâzânî: el-Mutavvel.
-
Sa‘düddin Teftâzânî: Muhtasaru’l-Meânî.
-
Ekmeleddin Bâbertî: Şerhu’t-Telhîs.
-
Bahâeddin Sübkî: Arûsu’l-Efrâh.
-
İsâmüddin el-İsferâyînî: el-Atvel.
Meşhur Manzûmeleri:
-
Zeynüddin Ebû’l-‘İz Tahir b. Hasan b. Habib el-Halebî: el-Telhîs fî Nazmi’t-Telhîs.
-
Celâleddin Suyûtî: Ukûdi’l-Cimân fî İlmi’l-Meânî ve’l-Beyân.
-
Abdurrahman b. Muhammed b. Amir el-Ahdarî el-Mâlikî: el-Cevherü’l-Meknûn fi’s-Selâseti’l-Fünûn.
el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâga: thk. Muhammed Abdülmün'im Hafaci, [y.y.], 1980; Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1985; Dâru İhyâi'l-Ulûm, Beyrut 1992; thk. Muhammed Abdülmün'im Hafaci, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire 1993; thk. İbrahim Şemseddin, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2003.
Meşhur Şerhleri:
-
Cemâleddin Aksarâyî: Îzâhu’l-Îzâh.
-
Alâeddin Esved: Şerhu’l-Îzâh.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu