Hayatı
Hasan el-Turabi 1 Şubat 1932’de doğdu. Çocukluk yıllarından itibaren İslâmî bir tedrisattan geçti. Önce bir tasavvuf tarikatının şeyhi olan babasının öğrencisi oldu. Birkaç kıraatı da ihtiva etmek üzere küçük yaşında Kur’ân-ı Kerîm'i ezberledi. Yine babasından genç yaşında Arap dili ve edebiyatı ile şer‘î ilimleri öğrendi. Üniversite okumak için Hartum’a gitti ve Hukuk Fakültesi’ni okudu. Aynı yıllarda siyasi faaliyetlere başladı. Üniversite yıllarında Müslüman Kardeşler Cemaati’ne katıldı. 1957 yılında İngiltere’de yüksek lisansını, 1964 yılında da Sorbon'da doktorasını tamamladı. İngilizce, Fransızca ve Almanca öğrendi. Doktorasını yaptıktan sonra Sudan’a döndü. “Islamic Charter Front” (ICF) ismiyle bilinen ve Müslüman Kardeşler’in uzantısı olan yapıda faaliyetlerini sürdürdü. 1960’lı yılların başında hareketin lider kadrosu içerisinde yer aldı. O yıllarda hızla gelişen ICF hareketi, ülkedeki sûfî karakterli Ensâr ve Hâtemiyye hareketleri ile birlikte İslâmî bir anayasa taslağı hazırlama çabalarına girişti.
Cafer Numeyri darbe ile iktidarı ele geçirinceye ve ICF üyelerini hapse atıncaya kadar ICF ile faaliyetlerini sürdürdü. Altı yıl hapiste kaldı. Daha sonra üç yılını sürgünde, Libya’da geçirdi. Darbeden sekiz yıl sonra muhalefet liderlerinin serbest bırakılması ve sürgündekilere geri dönüş yolunun açılması üzerine Sudan’a geri döndü. Numeyri yönetiminin iki büyük İslâmî hareketle ulusal uzlaşma talebine olumlu cevap verdi. Böylece Turabi ve arkadaşları Sudan’ın yönetiminde söz sahibi olmaya başladı. Turabi o yıllarda, kökeni 1940’lara dayanan “National Islamic Front” (NIF) yani “Milli İslâmî Cephe”nin önderliğini yürütüyordu ve 1979 yılında hükümette Adalet Bakanı olarak yer aldı. 1983’te ülkede İslâm şeriatı ilan edilince tekrar Adalet Bakanı oldu. Ancak şeriat kökenli kanunların katı bir yorumlama ile uygulanmaya başlanması, Hristiyan nüfusu da barındıran ülkede çalkantılara yol açtı. Nihayetinde Numeyri yönetimi 1985’te darbe ile devrildi. Numeyri rejiminin son yıllarında hükümette görev almış olmasının da etkisiyle Turabi hedef haline geldi. 1986 seçimlerinde tüm muhalefet Turabi’ye karşı tek bir aday üzerinde ittifak etti ve Sudan’ın yarım asırdır şahit olduğu tek demokratik seçimi olarak tanımlanan 1986 seçimlerinde Turabi liderlik yarışını kaybetti. 1986 yenilgisinin ardından General Ömer el-Beşir önderliğinde yapılan darbe ile Turabi “Milli Selamet Devrimi”nin teorisyeni olarak tekrar ülke yönetiminde yer aldı. Bu dönemde Sudan, küresel siyasete müdahil bir aktör hâline geldi.
Turabi, Milli Selamet Devrimi sonrasında Amerika ve diğer Batılı ülkeler dahil olmak üzere uluslararası çapta ziyaretlerini ve temaslarını artırdı. Bu çerçevede Turabi’nin girişimiyle “Halkın Arap ve İslam Kongresi” (Popular Arab and Islamic Congress, PAIC), işlevsiz görülen İslam Konferansı Teşkilatı’na alternatif olarak kuruldu. PAIC, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Hamas, İslâmî Cihad, Cezayir İslâmî Cihad’ı ve Hizbullah gibi dönemin öne çıkan ve aslen farklı ideolojik zeminler üzerine kurulu yapıları buluşturuyordu. Keza Turabi Şiî-Sünnî ayrımını ortadan kaldıran ortak bir mücadele vizyonu oluşturmaya çalıştı. Kongre emperyalist ülkelerce “terörist ve radikal” görülen birçok mücadele grubunu çatısı altında topladı. Turabi’nin PAIC girişimi ve bunun dışında İslâmî hareketleri besleyecek hamleleri Sudan’ın uluslararası yaptırımlara ve muazzam bir baskıya maruz kalmasına yol açtı.
Ömer el-Beşir ile zıtlaşan ve yıllardır içinde bulunduğu partiden ayrılıp “Popular Congress Party”yi (PCP/Halkın Kongresi Partisi) kuran Turabi, dört yıl kalacağı hapse atıldı. Sonraki süreçte defalarca çeşitli iddialarla hapse girdi. PCP, Sudan’ı 2010’daki seçimlere götürecek bir geçiş hükümeti çağrısı yaptı. Turabi ilerleyen yaşı sebebiyle aday olmayacağını belirtti ve gençlerin önünü açmak amacıyla görevini vekiline devretti.
Turabi 5 Mart 2016’da vefat etmiştir.
Öğretisi
Hasan el-Turabi çağdaş İslam düşüncesinde tecdîd çizgisinin en önemli temsilcilerinden birisidir. Onun düşüncesinde temel mesele, hayatı kuşatan güncel meydan okumalara cevap verebilecek yeni bir İslâmî dil oluşturmaktır. Özellikle Avrupa sömürgeciliğinin yol açtığı kuşatmaya vurgu yaparak mevcut durumu açıklamaya çalışan yaklaşımları yetersiz bulan Turabi’ye göre Müslümanları bu zillete müstehak kılan bir iç zaaf hali bulunmamış olsaydı Müslümanlar asla dış düşmanların kolay hedefi haline gelmezdi. Bu yüzden, Müslümanların sorunlarını doğru anlamak ve bir çözüm yolu bulmak için hem içerden hem de dışardan gelen meydan okumaları doğru kavramak hayati öneme sahiptir. Bunun için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğu söyleyen Turabi’ye göre, Batılı düşüncelerin İslâm toplumlarını derinden etkilemesi olgusunun nedenlerini irdelemeden meseleyi doğru anlamamızın imkanı yoktur. Müslümanların ihtiyaç duyduğu bu yeni yaklaşım ise Kur’ân, sünnette sembolize olan naklî bilgiler ve her gün yenilenen, araştırma ve deneyimle yetkinleşen aklî bilgileri birleştiren bir yaklaşımdan istifade ile oluşturulabilir.
Turabi’ye göre İslâmî kavramlar ve idealler ile insani bir tecrübe olarak tarihî mirasın aynileştirilmesinin yol açtığı sorunları vuzuha kavuşturmak sahih bilgiye ulaşmak için aşılması gereken bir engeldir. Bu engel bir yandan akidenin zayıflamasına öte yandan da İslâmî düşüncenin donuklaşmasına yol açmıştır. Halbuki dinî tasavvurda doğru olan, dünyada Allah’ın işi olanla insanın işi olanın; sabit-mutlak olanla değişken-izafi olanın arasını birleştirmedir. Tecdîdin gerekliliği tam da bu sorunla yüzleştiğimizde daha açık bir şekilde görülecektir. Ona göre tecdîd dinin dışına çıkmak, dini aşmak değildir. Tecdîd sürekli yenilenen çağlarda ve şartlarda dindar olmanın ihtiyaçlarını karşılamaktır. Yenilenmenin sakıncalarına istinaden tecdîdden vaz geçmenin çözüm olmadığını belirten Turabi, insanların yeni bir dalalete düşmekten korkmaları sebebiyle muhafazakâr bir tutum sergilemelerini bu bağlamda sağlıklı bir duruş olarak görmez. Ona göre, her ne kadar bu görüşün nisbi bir doğruluk payı olsa da düşünce donukluğu her türlü durumda ictihaddan daha geniş bir dalalete sebep olur. Yenilik programında dengeyi sağlamanın önemini vurgulayan Turabi’ye göre, bazı fakihler yeniliği dinî yaşantı ruhunu yeniden ihyâ ile sınırlamakta, tebdil ve tahrif olabileceği korkusuyla dinî hayatın esnek hükümlerine ilişkin her yeniliğe karşı kuşku duymaktadırlar. Ona göre bugün bidatlerin, zulümlerin ve sapmaların her geçen gün daha da artmakta olması bu muhafazakâr ve hayatı bütün olarak anlayamayan zeminle yakından irtibatı bulunmaktadır.
Turabi’ye göre, İslâm ümmetini tefrika ve dalaletten koruyacak olan doğal garantilerden birisinin doğrudan İslam ümmetinin ma‘şeri aklı ve vicdanıdır. Ona göre tarihte birlik için tek garanti yolu Müslüman kamuoyu idi ama modern çağda Müslümanların İslâm’a yönelmeleri ve geniş tabanlı bir tecdîd hareketine yönelmeleri bir tek şahsın veya sınırlı bir toplumun yapacağı bir iş değildir. Geniş bir ulemâ topluluğunun tecdîde yönelmesi, halkın da bunu kabul etmesi tek çıkış yoludur. Çünkü ulemâyı fetvaya yönelten halktır; onlara sorular yöneltir ve fetva ister. Görevlerini aksattıkları zaman onları sıkıştırır; ikna edici olan bir fetva verirlerse ihtilaf ederler. Bu yüzden, İslâmî düşüncenin tecdîdi meselesi tüm Müslümanların meselesi olarak görülmelidir.
Ona göre düşünce ve daveti mevcut pratik içerisinde gündeme getirmek gerekir. Kalpleri mutmain kılmak, kuşkuları gidermek ve İslam’ı hakikate dönüştürmek için içtihad olması gerektiği gibi yapılmalıdır. Bu da şer‘î ilimler ile müsbet ilimleri birleştirerek mümkün olabilir. Ona göre içtihad yoluyla dinî anlayışı geliştirmek, cihad yoluyla da dinî pratiği korumak dinî hayatın iki ayrı çehresini oluşturmaktadır. Bunda her Müslüman ferdin ve neslin kendi payına düşen belli bir yükümlülüğü vardır. İslâmî bir hareket bunu tahakkuk ettirmeye zemin oluşturan bir harekettir. İslâmî hareketin bu misyonu yerine getirebilmesi ise düzen ve özgürlük arasında dengeyi korumalarına bağlıdır. İnsanları özgürleştirmeyen hiçbir girişimin İslâmî olamayacağını dile getiren Turabi’ye göre içtihad olmaksızın özgürlükten bahsedilemez.
Turabi’nin düşünceleri gerek tarihî gerekse de çağdaş Müslümanlar arasında yaygın olan birçok kabulle yüzleşme imkanı vermesiyle çağdaş İslam düşüncesi içerisinde özel bir yer işgal ediyor. Onun ayrıcalığı sadece bir düşünce adamı olmayıp aynı zamanda bir siyasi lider oluşuyla da ilişkilidir. Onun klasik İslâmî ilimlerle kurduğu irtibat ve çağdaş dünyanın sorunlarına nüfuz eden kavrayışı entelektüel şahsiyetinin önemli bir parçasıdır. Turabi’nin bu çok yönlü birikimi, küresel bir mücadele cephesi oluşturma vizyonunu destekleyen bir zemin oluşturmaktadır.
Gayrimüslimlerin Müslümanlar ile birlikte nasıl bir devlet oluşturabileceğine dair yorumları (federal bir yapının ideal olacağını öngörmektedir), şeriatın aşama aşama uygulanması tezini savunması, İslâmî demokrasinin imkanı ve İslam Devleti’ndeki şura sisteminin toplumun tüm kesimlerinden katılımcılar içermesi gerektiğiyle ilgili tezleri, Şiî-Sünnî gerilimini aşmanın imkanlarına dair arayışları ve tasavvufun toplumu birleştirici rolü hakkında söylediklerinin de gösterdiği gibi, Hasan el-Turabi çağdaş İslam düşüncesinin anlaşılmasında ihmal edilemeyecek bir mirası ardında bırakmıştır.
Öne Çıkan Eserleri
-
İslam, Dünyanın Geleceği: Birey Yayınları, İstanbul 1998.
-
Dinî Şiarlar: Mana Yayınları, İstanbul 2010.
-
Namaz, Fert ve Toplum Hayatındaki Etkileri: Risale Yayınları, İstanbul 2011.
-
Özeleştiri ve Yenilenme Sorumluluğu: Ekin Yayınları, İstanbul 1998.
-
İslâmî Düşüncenin İhyası: Ekin Yayınları, İstanbul 1997.
-
Sudan İslâmî Hareketi: Yöneliş Yayınları, İstanbul [trz.].
-
Sudan İslam Projesi: Ekin Yayınları, İstanbul 1997.
-
el-Mustalehâtu’s-Siyasiyye fi’l-İslâm: 2000.
-
Kadâya’l-Vahdeti ve’l-Hürriyye: 1980.
-
Tecdîdu Usûli’l-Fıkh: 1981.
-
el-Eşkâlu’n-Nazime li-Devleti’l-İslamiyyeti’l-Muasıra: 1982.
-
el-Mer’e beyne’t-Te‘âlîmi’d-dîniyye ve Tekâlîd’il-Muctema.
-
es-Salâtu imâdu’d-dîn.
-
el-Îmân ve eseruhu fî’l-hayat.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu