Hayatı
Buhara’ya bağlı Ramuş adlı beldede doğmuştur. Hayatı hakkında pek bilgi bulunmamaktadır. Birçok öğrenci yetiştirmiş olmasından ömrünün büyük çoğunluğunu tedris faaliyeti ile geçirdiğini söylemek mümkündür. Darîr 2 Zilkade 666 (14 Temmuz 1268) tarihinde Buhara’da vefat etmiştir. Cenaze namazını kendi vasiyeti üzere öğrencisi Hafızuddin Ebü’l-Berekât en-Nesefî kıldırmış, Ebû Hafs el-Kebîr’in yanına defnedilmiştir. Cenazesine 50 binden fazla insanın iştirak ettiği şeklindeki rivayet Darîr’in kendi döneminde çok meşhur olduğunu göstermektedir.
Öğretisi
Usûl ve füruda Hanefîlerin otoriter isimlerinden biri kabul edilen Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Darîr’den ümmetin imamı, imamların muhakkiki, sünnetin ihya edicisi, usûl ve füruda asrının eşsiz alimi ve tüm ilimlerde zamanının benzeri bulunmaz bilgini olarak bahsetmektedir. Nesefî’nin el-Mustasfa adlı füru eserinde “eş-şeyh” ve “el-üstaz” gibi ifadelerle kast ettiği de Darîr’dir. Hanefî tabakat müellifi Kefevî de Darîr’in Mâverâünnehir’de üst düzeyde ilmî otoriteye sahip biri olduğunu kaydetmektedir. Onun Hanefî mezhebine dair 400 cilt boyutunda mesele ezberlediği söylenir. Leknevî’nin Darîr’i “fakih, usûlcü, muhaddis, müfessir, cedelî, kelâmcı ve hâfız” gibi sözlerle tanıtması ise onun mahir olduğu ilim dallarını göstermektedir.
Darîr hem Hanefî füruu hem de usûlü açısından önemli bir şahsiyettir. Hanefî mezhebinin en temel iki eseri olan Pezdevî’nin el-Usûl’ü ile Merğinânî’nin el-Hidâye’sinin ilk şârihlerinden biridir. Her iki eserin dil ve içerik açısından zorluğu göz önüne alındığında Darîr’in usûl ve füru bilgisine olan vukufiyeti anlaşılmış olur.
Özellikle Pezdevî’nin Usûl’ünün içeriği ve muhtasar olarak kaleme alınmış olması eserin anlaşılmasını daha da zor hale getirdiği için Darîr’in şerhi sonraki okuyucular ve şârihler için büyük kolaylıklar sağlamış olmalıdır. Ekmeleddin el-Bâbertî’nin Pezdevî’nin Usûl’üne yazmış olduğu şerh olan et-Takrîr adlı eserinin dibacesinde İsfahânî’den aktardığı şu anekdot bu hususu ortaya koymaktadır: “Ben hocam Şemseddin el-İsfahânî’nin şöyle dediğini işittim: Ölüm döşeğindeyken Kutbüddin eş-Şîrâzî’nin yanına gittim. Yastığının altından 50 varak civarında bir top kağıt çıkararak dedi ki: ‘Bu Fahrülislâm el-Pezdevî’nin el-Usûl adlı eseridir. Üzerinde çok çalıştım, sürekli inceledim, ancak anlamadığım bazı yerler oldu. Al şu kitabı, belki Allah sana şerh etmek için bir yol açar! Bunun üzerine ben açık-gizli yıllarca bu eserle uğraştım, gece-gündüz bu eser üzerinde teemmül ettim. Oradaki kıyasları ehl-i nazarın kıyası ile karşılaştırdım… Sonuç olarak ona bir şerh yazamadım ve bana onu bırakmaktan başka yol kalmadı.” İbnü’l-Hacib ve Kadı Beyzâvî gibi büyük usûlcülerin kitabına şerh yazmış olan Mahmud b. Abdurrahman el-İsfahânî (ö.749/1349) ile büyük bilgin mantıkçı, usûlcü Kutbüddin eş-Şîrâzî’den (ö. 710/1311) nakledilen bu ifadeler Pezdevî’nin usûl kitabının derinliğini göstermektedir. Zaten Ebü’l-Usr olarak adlandırılmasının sebebi budur.
Darîr, Pezdevî üzerine çalışma yapan ilk usûlcülerden biridir. İlk çalışmalardan bir diğeri ise Hâherzâde Bedreddîn’e aittir ve her ikisinin de çalışmasının ismi el-Fevâid’dir. Faydalı bazı bilgiler içermesi yönüyle fevâid ismi seçilmiş olup, bu isimlendirmeye genellikle hâşiye türü çalışmalarda sıkça rastlanmaktadır.
Hem Hamiduddin Darîr hem de Hâherzâde Bedreddin’in hâşiyesi sonraki dönem usûl kitaplarına, özellikle de Pezdevî şerhlerine kaynaklık etmiştir. Nitekim Pezdevî’nin ilk şârihlerinden bir olan Sığnâkî, eserinin girişinde bu iki Fevâid’i eserine aldığını ve hatta eserinin bu ikisinden ve bunlarda olmayan bazı bilgilerden oluştuğunu ifade etmektedir.
Darîr’in de Hâherzâde’nin de Şemsüleimme el-Kerderî’nin (ö. 642/1244) öğrencisi olması Kerderî’nin bu noktada kilit isim olduğuna işaret etmektedir. Birçok tabakat kitabında yer alan “Debusî ve Serahsî’den sonra Şemsüleimme el-Kerderî yok olan usûl-i fıkhı ihyâ etmiştir” şeklindeki bilgiye bakılacak olursa o, usûl konusunda eser yazan Semerkandî, Üsmendî ve Lâmişi gibi usûlcülerden daha otoriter olarak kabul edilmektedir. Kerderî’nin her ne kadar usûle dair bir eseri günümüze ulaşmamış olsa da özellikle yetiştirdiği onlarca öğrenci vasıtasıyla sonraki dönem usûlüne önemli ölçüde katkı sağladığı söylenebilir. Nitekim Sığnâkî’nin şerhinin bazı yerlerinde Hâherzâde ve Darîr tarikiyle Kerderî’den nakillere yer verilmektedir.
Kerderî, Hidâye gibi Pezdevî’nin Usûl’ünü de Merğinânî’den okumuştur. Merğinânî ise Pezdevî’nin öğrencisi olan Ebû Hafs en-Nesefî’den okumuştur. Sonraki dönem birçok Pezdevî şârihinin silsilesi Kerderî’nin iki öğrencisi olan Hamiduddin ed-Darîr ile Bedreddin Hâherzâde’ye dayanmaktadır. Mesela Babertî’nin Pezdevî’nin Usûl’ünü aldığı silsile şöyledir:
-Ekmeleddîn el-Bâbertî
- Kıvâmuddin el-Kâkî.
- Abdulaziz el-Buhârî.
- Muhammed el-Mâymerğî.
- Hâherzâde Bedreddin el-Kerderî.
- Şemsüleimme el-Kerderî
- Burhânuddin el-Merğinânî
- Ebû Hafs en-Nesefî
- Ebü’l-Usr el-Pezdevî.
Yukarıdaki silsilede Babertî, Kakî, Abdulaziz Buhârî, Hâherzâde ve Darîr’in Pezdevî’nin Usûl’ünün şârihi olması, ayrıca silsilede yer alan Maymerğî’nin, Pezdevî’nin diğer şârihi olan Sığnâkî’nin hocası olması neredeyse önemli tüm Pezdevî şarihinin bu silsileden çıktığını göstermektedir.
Darîr eserinde Pezdevî’nin tüm ifadelerini şerh etme gibi bir gaye gütmemiştir. Bunun yerine anlaşılması zor olan yerleri izah etmiş, kendisine ait kanaatinin olduğu yerde de bunu dile getirmiştir. Bu sebeple Pezdevî’nin usûlünün ilk kapsamlı şerhi Sığnâkî’ye ait el-Kâfî olarak kabul edilmektedir.
Darîr’in gerek Hidâye şerhi gerekse Pezdevî şerhi incelendiğinde dil, kelâm ve felsefe konusunda da mahir olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca o, hem Usûl hem de Hidâye hâşiyesinin birçok yerinde fer’î veya usûlî bazı meseleleri ehli sünnet inancıyla bağdaştırmakta ve bu yönde izah etmektedir.
Söz gelimi mâ-i kesîr yani “çok miktardaki su” hakkındaki değerlendirmesi oldukça enteresandır. Bilindiği üzere Hanefîlere göre bir tarafı hareket ettirildiğinde diğer tarafı derhal değil de belli bir zaman geçtikten sonra hareket eden havuzlar ve su birikintileri, çok miktardaki su olarak kabul edilir ve bu türdeki suların “su olma özellikleri” yani renk, tat ve kokuları değişmedikçe, içine necasetin düşmesiyle, kirlenmiş olarak kabul edilmezler. Darîr’e göre bu suyun necis kabul edilmemesinin sebebi Ehl-i Sünnet’in bölünemeyen cüz (atom) konusundaki görüşüne dayanmaktadır. Şöyle ki Ehl-i Sünnet’e göre bölünemeyen cüz, dış dünyada mevcuttur. Su çok olduğunda necasetin cüzleri, bölünmesi mümkün olmayan miktara ulaşır ve havuz temiz kabul edilir. Mutezileye göre ise bölünemeyen cüz mümkün değildir ve her bir cüz, nihayetsiz olarak bölünebilir. Bu yüzden de her bir su cüzü, necasete mücavir olur ve su her durumda necis olarak kalmaya devam eder.
Öne Çıkan Eserleri
-
el-Fevâid (Hidâye Hâşiyesi): Çorum İl Halk Ktp., nr. 1400.
-
el-Fevâid (Pezdevî’nin Usûl Hâşiyesi)
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu