Hayatı
Giritli Sırrı Paşa, Konya’dan Girit’e göçen bir ailenin çocuğu olarak 1844 yılında doğdu. 12 yaşında vefat eden babası Helvacızâde Salih Tosun’un yokluğunda kardeşleri ve dedesi tarafından büyütüldü. İlk hocası Cevrî Efendi’dir. Rumca bilmekle birlikte eserlerini Türkçe kaleme almıştır.
Hayatı boyunca pek çok bürokratik görevde bulunan Giritli ilk olarak Hanya’da evkaf katipliği yapmıştır (1860). İstanbul’a gelerek Fener’de meclis katipliği yaptıktan sonra Tependelenlizâde İsmail Rahmi ve Hasan Tahsin Paşa’ların divan efendiliğinde ve Edhem Paşa’nın özel katipliğinde bulunmuştur. 1867 yılında Yanya vilayetinde mektupçu yardımcılığına atanmıştır. 1868 yılında Aydın’a, 1869 yılında Prizren’e tayin edilerek aynı görevini sürdürmüştür. Aydın’da İzmir valisi Hekim İsmail Paşa’nın küçük kızı Leyla Saz ile evlenmiştir. İstanbul’a döndükten sonra 1872 yılında Tuna vilayeti mektupçuluğu, İzvornik ve Vidin’de mutasarrıflık yapmıştır. 1878 yılında Varna ve Şumnu istihkamlarının silahsızlandırılması konusunda komiser tayin edilmiştir. 1879 ve 1895 yılları arasında Karesi mutasarrıflığı; Trabzon, Kastamonu, Ankara, Sivas, Diyarbakır, Adana ve Bağdat valiliği görevinde bulunmuştur. Bağdat’ta iken kendisine Plevne müdafisi Gazi Osman Paşa’nın işaretiyle vezirlik rütbesi verilmiştir. 1895 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Sultan II. Mahmud Türbesi haziresindedir.
Öğretisi
Giritli kelamdan tefsire, mezhepler tarihinden şiire kadar pek çok alanda eser vermiş münbit bir düşünürdür. Kelâm konusundaki düşüncelerini Teftâzânî’nin Şerhu’l-Akâid’i ve birtakım hâşiyelerle beraber yaptığı tercümelerde ortaya koyduktan sonra görüşlerini Nakdu’l-Kelâm adlı eserinde toplamıştır. Klasik Eş’arî doktrinine bağlı kalmaya özen gösteren Giritli, Mutezile mezhebinin görüşlerini özel olarak dikkate almış ve reddetmiştir.
Sofistlerin reddi konusunda klasik kelamın delillerini serdeden Giritli, kelamın dogmatik (temelci) kabullerini önemsemekte ve eşyanın özünün sabit olduğunu teyit etmektedir. Zira bu kabul olmaksızın herhangi bir bilim mümkün değildir. Şüphecilerin duyusal bilgiye olan güvensizliklerinin arazî engellerden kaynaklandığını ve bunların giderilmesi durumunda duyuların zaruri bilgi hasıl edeceğini ifade eder. Bu bilgiler apaçıktır; duyusal ve aklî bilginin zaruretini bir bütün olarak kabul etmeyen inâdiyye ile tartışmanın anlamı yoktur. Zira bilgilerin sonsuza kadar uzaması mümkün değildir ve bir noktada durmak zorundadır. Bu noktanın kendisinin ise ispatı mümkün değildir, ancak apaçık olarak bilinebilir.
Bilgi kaynakları beş hiss-i selim, akıl ve tevatürdür. Bunlar dışında filozofların kabul ettiği havâss-ı bâtınayı (hiss-i müşterek, hayal, hafıza, vehim, mütehayyile) reddetmektedir. Giritli’ye göre filozofların iç idrakleri kabul etmelerinin sebebi “vahid, esereyn-i muhtelifeyne mebde’ olmaz” ilkesidir (birden bir çıkar). Fakat Giritli’ye göre bu ilke batıldır, zira Allah'ın kudreti pek çok nesneye taalluk etmektedir. Mütevatir haberin kesin bilgi olabilmesi için birtakım şartlar bulunmaktadır. Öncelikle haberi getiren topluluğun yalan üzerine birleşmesi mümkün olmamalı, haberin kendisi aklen muhal olmamalı ve habercilerin delil ile değil hisleri ile o şeyi bilmeleri gerekmektedir. Peygamberin getirdiği haberler bir bütün olarak kesin bilgidir ve herkes için bağlayıcıdır, zira peygamberler mucize ile müeyyeddirler. Fakat ilham ve rüyalar gibi bilgi yolları insanlar için bağlayıcı değildir. Evliyalara gelen ilham ise kendileri katında bağlayıcıdır. Giritli aklı filozofların tasnifi üzere bölmektedir. Heyulani akıl, çocuklarda bulunan fakat henüz kendisinde idrak bulunmayan akıldır. Bilmeleke akıl bedihi ve zaruri bilgilere sahip olan akıldır. Bilfiil akıl, soyut olanı idrak etmiş olan akıldır. Müstefad akıl ise aklın idrak ettiği bilgilerin daima kendisinde hazır olmasıdır.
Giritli’nin âlem tasavvuru, atomcu Eş’arî kelamına dayanmaktadır. Buna göre âlemi oluşturan en küçük parçalar (cüz’-i lâ yetecezzâ) olarak isimlendirilmektedir. Cevher-i ferd olarak da isimlendirilen bu atomların sıfatları konumunda arazlar bulunmaktadır. Filozofların madde ve sûret teorisinin batıl olduğunu savunan Giritli, modern fiziğin atomları ispatladığını ve Eş’arî kelamını desteklediğini ifade eder. Arazlar iki vakitte bâki kalamadıklarına göre hâdis olmak zorundadırlar. Bu sebeple bütün bir alemin hâdis olması gerekir.
Giritli Allah'ın varlığına dair iki delil ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi, burhân-ı temânu olarak adlandırılıp iki tanrının olması durumunda iradelerinin çelişeceğine; ikincisi ise burhân-ı tevârüd ismini alıp bir nesneye iki tanrının kudretinin taalluk edemeyeceğine dairdir. Giritli, Allah'ın selbî sıfatları arasında araz olmaması, cisim olmaması, cevher olmaması, şekli veya sureti olmaması, mahdud veya madud olmaması, parçaları olmadığı gibi bileşik de olmaması, mahiyeti bulunmaması, dünyevi keyfiyetlere sahip olmaması, mekandan ve zamandan münezzeh olması, yaratıklarına benzememesi gibi sıfatları sayar. Filozofların Tanrı’nın tikelleri bilmediğine dair iddialarını reddeder. Subûtî sıfatlar konusunda Mâturîdî görüşü esas alarak hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret, kelâm ve tekvini kabul eder. Bu sıfatlar ezelî olup, zatın ne aynısı ne de gayrısıdırlar.
İlahiyyat ile alakalı meseleler üzerinde uzunca duran Giritli, ruyetullah için pek çok delil ortaya koymakta ve bunu reddedenlerin tüm argümanlarını inceleyerek eleştiriye tabi tutmaktadır. Benzer bir şekilde kulların fiilleri ve hüsun-kubuh meselelerinde de klasik Eş’arî teoriyi savunarak iyinin ve kötünün Allah tarafından belirlendiğini, kulların fiillerine mukarin istitâatlarının bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bununla beraber teklif-i mâ lâ yutakı reddetmiştir.
Giritli’ye göre nübüvvet mucize ile sabit olur ve vahiy meleğinin getirdiği vahiy ile gerçekleşir. Dolayısıyla Peygamberimizin miraç gibi mucizeleri bilfiil vaki olmuştur ve salt ruhânî bir hareketten ibaret değildir. Bu kabilden kerametler de haktır.
Kabir azabı konusunda Mu’tezile’nin eleştirilerini yanıtlayan Giritli haşrin cismani olacağını, mizanın kurulacağını ve sorgu sualin gerçekleştirileceğini, kulların sırattan geçeceklerini ve cennet/cehenneme girerek sonsuza değin bâki kalacaklarını ifade eder. Büyük günahların kişiyi imandan çıkarmayacağını ve şefaatin hak olduğunu savunur.
Ona göre halifelerin kronolojik sıralamaları aynı zamanda efdaliyet bildirmektedir ve hilafet nas ile tayin edilmiş olmadığı gibi halifeler de masum değildirler. Ümmet bir bütün olarak halifeye biat etmekle mükelleftir. Bütün sahabeleri güzel sözlerle anmak ise imanın bir gereğidir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Şerh-i Akâid Tercümesi: Rusçuk 1875.
-
Ruyetullah’a Dair Risale: Tuna Vilayeti Matbaası, Rusçuk 1293.
-
Nakdu’l-Kelâm fi Akâidi’l-İslâm: İstanbul 1302; İlm-i Kelâm’ın Özü, nşr. Kazım Albayrak, Tahkim Yayınları, İstanbul 1987.
-
Sırr-ı Kur’an: 1884.
-
Ârâu’l-Milel: Şirket-i Mürettebiye Matbaası, İstanbul 1303.
-
Sırr-ı Furkân: İstanbul 1307.
-
Sırr-ı İnsan: Dersaadet 1312.
-
Ahsenü’l-Kasas: İstanbul 1309.
-
Sırr-ı Tenzil: Diyarbakır 1311.
-
Ruh: Şirket-i Mürettebiye Matbaası, İstanbul 1305.
-
Nûru’l-Hüdâ Li-men İhteda: Vilayet Matbaası, Diyarbakır 1310.
-
Tabakât ve Âdâb-ı Müfessirîn: Dersaadet 1312.
-
Sırr-ı Meryem: Vilayet Matbaası, Amid 1311.
-
Mektubat-ı Sırrı Paşa: Diyarbakır 1311.
-
Galatat: İstanbul 1301.
-
Sırr-ı İstiva.
-
Numûne-i Adâlet.
-
Lek Dukakin.
-
Miyâru’l-Makal.
-
Divançe-i Sırrî.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu