Hayatı
Kâşân’da 1006/1598 veya 1007/1599 yılında doğdu. İlk tahsilini babası Şah Murtaza’dan aldı. Yirmili yaşlarındayken ilim tahsili için İsfahan’a gitti. Fıkıh ve hadis eğitimini Şîraz’da Ahbâriyye fıkıh okulunun âlimlerinden biri olan Mâcid-i Bahrânî’den aldı. Ardından İsfahan’a dönerek Bahâeddin Âmilî’den bu dersleri almaya devam etti. Yine bu dönemde Mîr Dâmâd’dan felsefe okuduğu tahmin edilmektedir. 1620 yılında Mekke’ye hac vazifesini yerine getirmeye gitti ve burada Şiî muhaddis Zeynüddin el-Âmilî’den hadis tahsil etti. Hacdan sonra İran’a döndüğünde Kum şehrine geçti ve burada Molla Sadrâ’ya intisap etti. Sekiz yıla yakın Molla Sadrâ’nın yanında kalan Feyz, onun yanında hem ilmî müktesebatını geliştirdi hem de riyâzet ve mücâhede eğitimini sürdürdü. Aynı zamanda kızıyla evlendi. Bu bakımdan Feyz-i Kâşânî’nin düşünce dünyasında en çok etkisi görülen isim Molla Sadrâ’dır. Onun, Molla Sadrâ’nın işrâkî felsefe, vahdet-i vücûd ve Ehl-i beyt anlayışının bir terkibi olan düşüncelerine daha çok tasavvufî neşve kattığı düşünülmektedir. 1042/1633’te Molla Sadrâ ile beraber Şîraz’a giden Feyz-i Kâşânî üç yıl sonra tekrar Kâşân’a döndü. 1052/1642 yılında Safevî hükümdarı II. Şah Abbas’ın daveti üzerine İsfahan’a geldi. Burada uzun yıllar hem Cuma imamlığı hem de Molla Abdullah Medresesi’nde müderrislik yaptı. 1068/1658 yılında İsfahan’da kendisi için bir tekke yaptırdı. İsfahan’daki yıllarında Şah Abbas’ın himayesinde bulunan Feyz, onun zahir ve bâtın kemâlâtla süslenmiş olduğunu belirterek politikalarına yardımcı oldu. Fakat Şah Abbas 1077/1666’da vefat edince Kâşân’a geri döndü ve burada vefat etti.
Öğretisi
Feyz-i Kâşânî’nin düşünce dünyası, Molla Sadrâ’nın etkisi göz önüne alındığında, Şii bakış açısıyla sınırlanmış vahdet-i vücûd anlayışının işrâkî-meşrep bir takipçiliğini yansıtır. Eserlerinde gözüken ana tema, Sünnî kelâm ve tasavvuf anlayışının on yedinci yüzyıl İranı’nın Şiî karakterli toplumsal yapısına göre yeniden şekillendirilmesidir. Bu bakımdan onun temel düşüncelerinden biri de tasavvufun hemen hemen bütün büyük isimlerinin, aslında takiyye yaparak asıl inançlarını gizleyen Şiîler olduğuydu. Molla Sadrâ’yı takip eden Feyz-i Kâşânî aynı zamanda İbnü'l-Arabî savunucusudur. Her ne kadar eserlerinde ismini zikretmese de vahdet-i vücûd düşüncesini benimsemiş ve bu nedenle Şiî fakihlerin tepkisini çekmişti. Bununla birlikte Feyz-i Kâşânî’nin yukarıdaki maksadına hizmet eden en önemli isim Gazzâlî’dir. Nitekim onun el-Mehaccetü’l-beyzâ’sı, hadis kaynaklarının Şîa literatüründen seçilmesinin dışında muhteva bakımından birebir Gazzâlî’nin İhyâ’sını andırır. Bunun yanında otobiyografik eseri el-İnsaf fî beyâni’l-hak ve’l-itisâf ise Gazzâlî’nin el-Munkız’ının neredeyse aynısıdır. Bu eserde Feyz-i Kâşânî, el-Mehaccetü’l-beyzâ’da görüldüğü gibi Şiî kimliğini muhafaza ederek, Kur’ân ve Ehl-i beyt’ten nakledilen rivayetler dışında bütün düşüncelerin reddini savundu. Bir diğer önemli eseri Zâdü’s-sâlik ise tasavvufî hal ve makamların on iki imamdan nakledilen rivayetlerle açıklanmasını içerir. Bütün bu çabalarından ötürü Feyz-i Kâşânî çağdaş dönemde, “Şîa Gazzâlîsi” olarak nitelendirilmiştir.
Feyz-i Kâşânî’nin eserlerinde dönem eleştirisi niteliğindeki görüşler önemli yer tutar. Bu çerçevede o, yaşadığın devirde tasavvuftaki yozlaşmalara karşı durur. Söz gelişi sürekli dergâhta oturmakla tasavvuf yolunda olduklarını zannedenleri ve bunlar arasından bilhassa keramet iddiasında bulunanları tenkit eder. Fakihler ve sûfîler arasındaki tartışmaların sonlanması gerektiğini düşünen Feyz-i Kâşânî, uzlaştırıcı bir üslup benimseyerek bu iki zümrenin Hz. Peygamber zamanından beri mevcut olduğunu dile getirir. Bununla beraber bilhassa İbnü'l-Arabî hakkındaki düşünceleri nedeniyle fakihler tarafından sık sık eleştirilmiştir.
Feyz-i Kâşânî aynı zamanda bir fakihti. Yaşadığı dönemde iki ana ekol vardı: Ahbâriyye ve Usûliyye. Feyz-i Kâşânî, fıkhın yanı sıra bütün entelektüel faaliyetlerde akılcılığı reddeden Ahbâriyye’ye mensuptu ve henüz yirmili yaşlarındayken kaleme aldığı bir usûl eserinde, tasavvuf karşıtlığı akılcılık savunusuyla bilinen Usûliyye ekolüne sert eleştiriler yöneltmişti.
Fıkıh alanında yazdığı eserlerde de yine Gazzâlî etkisini görmek mümkündür. Feyz-i Kâşânî fıkıh bahislerini “ibâdât ve siyâsât” ile “âdât ve muâmelât” şeklinde iki temel bölüme taksim etmiştir. Ayrıca klasik fıkıh babları sıralamasını değiştirerek konuları insan hayatının aşamalarına göre taksim etmiştir. Söz gelimi ölülerin yıkanmasıyla ilgili bahisler klasik fıkıh babları düzeninde baştaki taharet konusunda yer alırken, Feyz-i Kâşânî bu bahsi eserlerinin sonuna almıştır. Bütün bunlar Şiî fıkıh anlayışına getirilen yenilikler olarak değerlendirilmiştir. Fıkıhtan başka hadisle de ilgilenen Feyz-i Kâşânî, meşhur el-Vâfî’sinde Şîa tarafından muteber kabul edilen dört temel hadis kitabındaki nakilleri yeni bir sıralama ve tasnife tabi tutarak şerh etti. el-Vâfî halen Şîa’nın hadis alanındaki ana kaynaklarından biri konumundadır.
Molla Sadrâ’nın diğer talebeleriyle kıyaslandığında, söz gelişi Lâhîcî kadar felsefeye eğilmeyen Feyz-i Kâşânî bu alanda yazdığı Kelimât-ı meknûne adlı eserinde Molla Sadrâ’nın görüşlerini takip etmekle birlikte felsefe terminolojisini tasavvuf kavramlarıyla mezceden bir üslup benimsemiştir.
Öne Çıkan Eserleri
-
Aynü’l-Yakîn: Tahran 1303, 1311, 1313; nşr. Celâleddin Âştiyânî, Meşhed 1354/1975.
-
İlmü’l-Yakîn: nşr. Muhsin Bidârfer, Kum 1358.
-
el-Kelimâtü’l-Meknûne fî Ulûmi Ehli’l-Marife: Tahran 1310, 1316, 1317, 1342.
-
el-Mehaccetü’l-Beyzâ fî Tehzîbi’l-İhyâ: nşr. Muhammed Mişkât, Tahran 1960-1961; nşr. Ali Ekber Gaffârî, Beyrut 1983.
-
Nakdü’l-Usûli’l-Fıkhiyye.
-
Tefsîrü’s-Sâfî: Tahran 1266, 1375; Tebriz 1269, 1272; Bombay 1274; nşr. Hüseyin el-Alemî, Beyrut 1982.
-
el-Vâfî: Tahran 1310-1314; Tahran 1322-1324; Kum 1984.
-
en-Nevâdir: Tahran 1339.
-
Dîvân: Bombay 1300; Tahran 1300, 1348, 1357.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu