Hayatı
Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, Bağdat’ta doğdu. Dinî tahsilini tamamlamasının ardından tasavvufa yöneldi ve Cüneyd’in dayısı Serî es-Sakatî’ye intisap etti. “Nûrî” nisbesinin “nur” kavramı hakkındaki görüşlerinden hareketle verildiği öne sürülmüştür. Uzun yıllar Cüneyd ile beraber Serî’nin gözetiminde tasavvufî eğitimini sürdürdü. Bu süreçte Bağdat’ta esnaflık yaparak geçimini temin etti. Diğer sûfîlerden Ahmed b. Hadraveyh ve Ahmed b. Ebü’l-Havârî gibi isimlerle görüştü. Aynı zamanda Zünnûn ile görüştüğü de rivayet edilmektedir. Bağdat tasavvuf ekolüne mensup onlarca sûfînin yetişmesinde etkili olan Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî 295/907 yılında vefat etmiştir.
Öğretisi
Nûrî’nin öğretisinde temel kavramlar îsâr ve fedakârlıktır. Hucvîrî on iki tasavvufî fırkayı ele aldığı tasnifinde Nûriyye fırkasını Ebü’l-Hüseyin’e nispet eder ve bu fırkanın düsturunu îsâr olarak ortaya koyar. Nûrî’ye göre îsâra dayanmayan birliktelik geçersizdir. Bunun yanı sıra Nûrî, Cüneyd gibi sahv meşrebini benimsemiş ve devamlı riyâzet, nefse müsamahayı ve insanlara müdâheneyi terk üzerinde durmuştur. Tasavvuf tarihinde “Allah aşkı” tabirini kullanan ilk sûfînin Nûrî olduğu söylenir. Sûfîler arasındaki yozlaşmalara karşı katı bir tavır takınan Nûrî hem şekilciliğe hem de ibahiliğe tepki göstermiştir. Bu meyanda tasavvufun bilgilenme ve şekilcilik değil, bir ahlâklanma yolu olduğu, o nedenle sûfînin birtakım tasavvufî uygulamaları önemsemekle beraber gerçekte dinin emir ve nehiylerine uygun davranması gerektiği onun düşüncesinde önemli yer tutar. Öte taraftan Nûrî, bazı tasavvufî hallerle ilgili tecrübelerini son derece karmaşık ve sembolik ifadelerle dile getirmiş, sonradan “şathiye” olarak tanımlanan bu ifadeler Serrâc başta olmak üzere bazı mutasavvıflar tarafından yorumlanmıştır. Sülemî de onun pek çok ayet yorumunu Hakâik’te nakletmiştir.
Nûrî günümüze ulaşan Makâmâtü’l-kulûb adlı eserinde kalbi “dört makam” (sadr, kalp, fuad, lübb) üzerine inşa eder ve her bir aşamayı dindarlığın farklı veçhelerinin idrak mahalli sayar. Bu minvalde Nûrî tevhîd, marifet, iman ve amel arasında iki yönlü bir hiyerarşiden bahseder: Ameller imanı güçlendirip marifet ve tevhîdin gerçek anlamda idrakine vesile olurken, bu idrak marifeti, imanı ve ameli ‘sahih’ kılan temel bir miyara dönüşür. Bu bakımdan Nûrî’nin düşüncelerini, bilgi-eylem bütünlüğü ilkesinin idrak araçlarındaki karşılığı olarak görebiliriz. Nûrî sonraki izahlarında, riyâzet ve mücâhedeyi terk etmenin tevhîd ve marifeti ‘düşmanın saldırılarına karşı’ zayıflatacağı düşüncesini işler. Bu sebeple Nûrî kalbin her bir makamının belirli bir amel türüne dönüşmesi gerektiğini belirtir. Onun Makâmât’ta dile getirdiği düşünceler, aynı tasnifi uygulayan Hakîm et-Tirmizî’nin Beyânü’l-fark’taki fikirleriyle uyumludur. Fakat oldukça sembolik bir anlatım biçimine sahip olan Makâmât’taki ifadeler, Beyânü’l-fark’taki kadar sistematik ve açık değildir.
Öne Çıkan Eserleri
- Makâmâtü’l-Kulûb: thk. Paul Nwyia, “Textes Mystiques Inedits d’Abu-l-Hasan al-Nuri (m. 295/907)”, Melanges de l’Universite Saint-Joseph, sy. 44/9 (1968), s. 115-54; thk. Kasım Sâmerrâî, Bağdat 1969; thk. Ahmet Subhi Furat, “Abu’l-Huseyn an-Nûrî ve Makâmât al-Kulûb Adlı Risâlesi”, İTED, c. 7, s. 1-2 (1978), s. 339-355; Kalplerin Makamları: Büyük Sufilerden Seçme Metinler, çev. Hacı Bayram Başer, Hayy Kitap, İstanbul 2015, s. 119-138.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu