Hayatı
Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, Musul’un kuzeyinde, Dicle kıyısında yer alan Beled’de doğmuştur. Yahudi kökenli bir aileye mensuptur. Zahîrüddin el-Beyhakî’nin verdiği bilgiler 454/1062 yılında dünyaya geldiğine işaret etmektedir. Bilinmeyen bir tarihte Bağdat’a göç etmiştir.
Biyografik eserlerde “devrin biriciği” (evhadü’z-zamân), “İran ve Irak bölgesinin filozofu” (feylesûfü’l-Irâkayn) ve “Aristo seviyesine erişmiş filozof” gibi saygın sıfatlarla nitelenmiştir.
Bilinen tek hocası, Bağdat felsefe okulunun son temsilcilerinden, büyük tabip ve filozof Saîd b. Hibetullah el-Bağdâdî’dir. Hocasından aldığı eğitimle ve şahsî gayretleriyle kendisini yetiştirmiş; tıp, eczacılık, mantık, fizik, gökbilim, psikoloji ve metafizik sahalarında eserler vermiştir.
Onun İslâm düşünce tarihinde ön plana çıkan özelliği, genelde Meşşâîliğe, özelde İbn Sînâ felsefesine yönelttiği eleştirilerdir. Fakat şöhretini öncelikli olarak tıptaki uzmanlığına borçludur.
Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, Irak Selçuklu hükümdarları Sultan II. Mahmud ve Sultan Mes‘ud; Abbâsî halifeleri Müsterşid-Billah ve Muktefî-Liemrillah; Zengîlerin Musul emiri Seyfeddin Gazi ve Kâkûyî emiri Alâüddevle Ferâmerz gibi devrin siyasî liderleriyle çalışma imkânı bulmuştur.
Bağdâdî, yaşlılık döneminde ve büyük ihtimalle Halife Muktefî devrinde (530/1136 sonrası) müslüman olmuştur. Tabakât eserlerinde onun ihtidasına dair, zaman ve neden olarak birbirleriyle tamamen çelişen rivayetler yer alır. Kendi eserlerindeki görüşlerinden elde edilen veriler, Bağdâdî’nin “zihinsel tatminsizlik, mevcut dînî inanca yönelik eleştiri ve sosyal etkileşim” gibi etkenlerle, uzun soluklu bir süreçte din değiştirmiş olduğuna işaret etmektedir.
Bağdâdî, kıymetli düşüncelerinin ve eserlerinin ortaya çıkmasına imkân sağlayacak doksan yıllık bir ömrün ardından, 547/1152 yılında Hemedan’da hayata gözlerini yummuş ve Bağdat’ta defnedilmiştir.
Öğretisi
Yöntemi
Bağdâdî’nin yazıları iki ayrı yöntem ve üslupla birbirinden ayrılır: “Anlayan, açıklayan ve özgün görüşler ortaya koyan felsefî yazılar” ve “şifreli tıbbî risaleler.”
İlk tarz genel durumu yansıtır ve en yetkin biçimde başeseri el-Kitâbü’l-Muʻteber tarafından temsil edilir. Bağdâdî’nin felsefî öğretisinin ana kaynağı olan bu eser, alternatifli okumaların, derin gözlemlerin, olgunlaştırılmış sistematik düşüncelerin ürünüdür. Bağdâdî, bu eserde, ilgilendiği konunun okuyucunun zihninde netleşmesini sağlamak için, sıklıkla kavram tanımlama yoluna gider; konuyu anlaşılır kılmak için örnekler verir, tasvir ve kıyaslamaya sıkça başvurur. Önceki görüşleri eleştirmeyi ve alternatif fikirler ileri sürmeyi temel bir tutum olarak benimser. Özellikle nazarî tartışmalara sahne olan konularda görüşlerini “dediler; biz de şöyle söyledik” şeklinde aktarır. “Dediler”in sahibi çoğunlukla müphemdir; bu sebeple onların kim olduklarının tespiti okuyucuya düşer. Temelde İbn Sînâ ve Gazzâlî olmak üzere, pek çok düşünürden faydalanır, fakat hiçbirisini vazgeçilmez olarak görmez; en çok istifade ettiklerini dahî eleştirmekten çekinmez.
İstisnâî olan ikinci tarz ise, sadece, kendisi tarafından geliştirilen iki kısa ilaç formülünde karşımıza çıkar ve en yetkin biçimde Tiryâku Berşeasâ tarafından temsil edilir. Örneğin, “Hint diyarında şekilce benzeşen, miktarca eşit iki küçük erkek kardeş vardır. Bunların birisi Habeşî ihtiyardır, diğeri ise Rûmî gençtir.” derken Bağdâdî, “Habeşî” ve “Rumî” ile ilaçta kullanılacak aynı türden iki farklı eczâya işaret etmektedir. Bu kapalı ikinci tarzın nedeni ise, ilacın yanlış üretilerek veya kullanılarak insan sağlığına zarar vermesinin engellenmek istenmesidir. Bir başka deyişle, Muʻteber’in başında ifade edildiği üzere, ilmin ehil olmayanların eline geçmesinin istenmemesidir.
Dolayısıyla Bağdâdî, ilgilendiği sahanın dinamiklerinin ve ihtiyaçlarının farkında olan; arayış içinde, yenilikçi ve özgün bir düşünürdür.
Temel Felsefî Görüşleri
Bağdâdî’nin mantık sahasındaki görüşleri, fizik ve metafizik sahasındaki görüşlerine kıyasla, onun bilindik eleştirel ruhunun izlerini çok daha az yansıtır. Mantığın konularını alışılagelen sıralamasının dışında işlemiş; “lafız” bahsini gramerin meselesi olarak değerlendirmiş; “kategoriler” konusuna yer vermemiş ve mantığı felsefenin hem aleti hem de parçası olarak değerlendirmiştir. Özetle, onun mantık tasavvurunun İbn Sînâ’nın açtığı çığırda ilerlediğini söylemek mümkündür.
Meşşâîlikle ihtilâfın esaslı olarak başladığı ilk saha fiziktir. Bağdâdî; mekân, boşluk, hareket, zaman, nefsin tanımı, vehim gücünün sağladığı bilgi düzeyi gibi konularda özgün görüşler ileri sürmüş ve pek çok metafizik teorinin alt yapısını kurmuştur. Örneğin, insan nefsini çeşitli alt güçlere bölünmeyen, sadece farklı idrak araçları kullanan bölünmez bir birlik olarak değerlendirmiştir. Zamanı ise, hareketin değil “varlığın ölçüsü” olarak kabul etmiş ve metafizik bir kavrama dönüştürmüştür.
Meşşâî felsefeden uzaklaştığı asıl saha metafiziktir. Tam bir uyuşma söz konusu olmamakla birlikte, Gazzâlî’nin özellikle Tanrı tasavvuru üzerine güçlü Meşşâilik eleştirilerinin onun için bir ilham kaynağı olduğu söylenebilir. Filozof, Tanrı’nın sıfatları, zât-sıfat ilişkisi gibi temel noktalarda Eş‘arî kelâmına yakın yer almıştır. Mâtürîdî kelâmının düşünceleri üzerindeki etkisine dair herhangi bir veri yoktur. Meşşâî varoluş açıklaması olan sudûr nazariyesini reddetmiş, fakat hâdis âlem anlayışını da kabul etmemiştir. Ona göre âlem, Allah tarafından iradesiyle ezelde var edilmiştir. Meşşâî, Mu‘tezilî ve Eş‘arî tezlere muhalefet eden bu görüşün ilk sahibi bilindiği kadarıyla kendisidir.
Bağdâdî, Tanrı’nın varlığının ispat edebilmek için “ilk sebep, imkân, ilk bilgi, varlık, tasarım ve sezgi” delillerini kullanmış; “hudûs ve ilk hareket” delillerini reddetmiştir. İsbât-ı vâcip bahsinde, pek çok açıdan İbn Sînâ’ya yakındır.
İlâhî sıfatlarda öncelikli kaynağı, sıfatları zatın sahip olduğu haller olarak formüle eden Cüveynî’dir. Meşşâiyye ve Mu‘tezile’nin sıfat anlayışını reddetmiş; sıfatları zattan ayırarak Eşʻarî kelâmının ezelî-hakikî sıfat anlayışını benimsemiştir. Bütün ilâhî sıfatları “zatî sıfatlar” başlığında birleştirmiş, literatürde “selbiyyât/tenzîhât” olarak adlandırılan sıfatları “selbî” (yokluk bildiren/Allah’ı tenzih eden) sıfatlar olarak; “sübûtî/meânî” olarak adlandırılan sıfatları ise, “îcâbî” (varlık bildiren/Allah-âlem ilişkisini kuran) sıfatlar olarak anmıştır. Selbî sıfatları genel bir başlık içerisinde işlemiş, onların isimlerine ve sayısına değinmemiştir. Allah’a izafe ettiği îcâbî sıfatlar ise, “birlik, fâillik, irade, ilim, hikmet, hayat, kemal, kudret, cömertlik, gaye” olmak üzere on tanedir. İlim sıfatının içerisinde, çok geniş biçimde Allah’ın küllîlerin yanında cüz’îleri de bildiğini ispatlamaya çalışmıştır. Bu bölümlerde, Aristo ve İbn Sînâ’nın, aralarındaki farklılıklarla birlikte, “Allah’ın ilminin tüm mevcutları kuşatmadığı” görüşünde birleştiğini ileri sürmüş ve her ikisini de ayrıntılı biçimde tenkit etmiştir. Kısaca, tekfir hariç, Gazzâlî’nin perspektifini devam ettirmiştir. Diğer taraftan, kaza ve kader bahsinde, insan özgürlüğünü teminat altına alabilmek için, gelecekte vuku bulacak mümkün şeylerin ve hadiselerin, sonsuz ihtimallere sahip olması nedeniyle kendindeki imkânsızlıktan dolayı, Tanrı tarafından bilinemediğini ve planlanamadığını ifade etmiştir. İlgili pasajlardaki atıfları, bu görüşün hareket noktasının Mu‘tezile’nin insan özgürlüğü anlayışı olduğuna işaret etmektedir. Fakat ulaştığı sonuç Mu‘tezile’den oldukça farklıdır.
Allah’ı isimlendirmenin aklî olacağını söylemiş, Allah’ı hem naslarda hem de felsefî literatürde yaygın biçimde kullanılan yüzün üzerinde isimle anmıştır. Bu isimler içerisinde ise, Yeni Eflâtuncu bir renk taşıyan ve daha önce apokrif Usûlûcyâ’da ve Gazzâlî’nin Mişkâtü’l-Envâr’ında zikredilen “Nûrü’l-Envâr” (Nurların Nuru) ismini ön plana çıkarmıştır.
Etkisi
Bağdâdî, İslâm düşünce tarihinde üç özelliği ile karşımıza çıkmaktadır: Tabip, filozof ve Eski Yahudi-Yeni Müslüman.
Özellikle yaşlılık döneminde yoğunlaştığı öğretim faaliyetleri neticesinde çok sayıda tabibin yetişmesine katkıda bulunmuştur. Geliştirdiği ilaç formülü Tiryâku Berşaasâ, İslâm dünyasında çeşitli hastalıkların tedavisinde yüzyıllar boyunca yaygın biçimde kullanılmıştır.
el-Kitâbü’l-Mu‘teber, sonraki filozof ve düşünürlerin sıklıkla alıntı yaptığı kaynak olmuştur. Fahreddîn er-Râzî ve İbn Teymiyye felsefe eleştirilerinde bu eseri yoğun biçimde kullanmışlardır. Sühreverdî; âlemin kıdemi, sudûr teorisinin eksiklikleri, Allah’ın varlığı ve ispat yöntemleri, insan ruhu ve nitelikleri gibi hususlarda Mu‘teber’den yoğun biçimde yararlanmıştır. Nasîrüddîn et-Tûsî, Şehrezûrî, Dâvud el-Kayserî, Îcî, Cürcânî, Devvânî, Molla Sadrâ gibi filozof ve âlimler de Bağdâdî’nin görüşlerinden faydalanmış ve yer yer onu eleştirmişlerdir.
Bağdâdî’nin fikirleri, ayrıca Yahudi filozof İbn Kemmûne ile Hristiyan filozofları Johannes Buridanus ve Saksonyalı Albertus’ta yankı bulmuştur. Yahudi filozof Hasday Kreskas’ın varoluş açıklaması, mekan ve zaman anlayışı Bağdâdî’nin zaman anlayışına çok yakındır. Ön-bilgisi olmayan Tanrı tasavvuru, Yahudi filozof Gersonides’in Tanrı’nın Savaşları (Milhamot ha-Şem) isimli eserinde net bir karşılık bulmuştur. Hartshorne’un ifade ettiği üzere, süreç felsefesinin etkilendiği filozoflardan birisi Gersonides olduğuna göre, Bağdâdî’nin tesirinin aracılar üzerinden modern felsefeye kadar uzandığını söylemek mümkündür.
Bağdâdî Yahudi felsefe ve ilahiyat çevrelerinde de karşılık bulmuştur. İki önemli eseri Berşaasâ ile Mu‘teber’in İbrani harfleriyle yazılmış eksik Arapça nüshaları günümüze ulaşmıştır. Yahudi iken yazdığı, hayatın anlamı, insan özgürlüğü gibi konulara değinen Kôhelet Tefsiri beğenilmiş ve Bağdat Yeşiva’sında (Yahudi ilahiyat okulu) okunmuştur. Bununla birlikte, Yahudi filozofların, fikirlerinden etkilenmekle birlikte, Bağdâdî’nin ismine ve çalışmalarına yaptığı doğrudan atıflar sınırlıdır. Bu durumu, onun Yahudilikten vazgeçmesine yönelik bir tepki olarak yorumlamak mümkündür.
Ayrıca, öğrencileri İshâk b. İbrâhîm b. Azrâ ile Semev’el el-Mağribî, hocaları gibi Yahudi iken Müslüman olmuş, Semev’el İfhâmü’l-Yehûd (Yahudileri Susturmak) adlı sert bir Yahudilik eleştirisi kaleme almıştır.
Öne Çıkan Eserleri
-
el-Kitâbü’l-Mu‘teber fi’l-Hikme: nşr. Zeynelâbidîn el-Mûsevî v.dğr., İdâretü Cem‘iyyeti Dâireti’l-Maârifî’l-Osmâniyye, Haydarâbâd 1357-58/1938-39.
-
Risâle fi’l-Akl ve Mâhiyyetih: nşr. Ahmed M. et-Tayyib, Annales Islamologiques, sy. 16 (1980), s. 127-147.
-
Tiryâku Berşeasâ.
-
Risâle fî Mâhiyyeti’l-Melâl: nşr. ve çev. Tuna Tunagöz, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 57/2 (2016), s. 1-45.
-
Risâle fî Sebebi Zuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Hafâihâ Nehâran: nşr. ve çev. Tuna Tunagöz, Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, sy. 20/38 (2015), s. 39-82.
-
Tefsîru Kitâbi Kôhelet.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu