Hayatı

380 yılında Bağdat’ta doğan Ebû Ya’lâ kaynaklardaki bilgilere göre Hanefî mezhebine mensup fakih bir babanın çocuğudur. Babasının meşhur Hanefî fakihi Cessâs’tan ders okuduğu bilinmektedir. Yaklaşık yüz gün kadar süren hastalığı sırasında Cessâs’ın gün aşırı ziyarete gelmesine rağmen yine de hakkını teslim edemediğini söylemesi, onun Cessâs nezdinde sıradan bir öğrenci olmadığını gösterir.  390 yılında babasını kaybetmesi ve akabindeki gelişmelerle Ebû Ya’lâ’nın Hanbelîlik serüveni başlar. Yetim kalınca vasîsi onu Bâbü’t-Tâk denilen mevkiden alıp kendi oturduğu muhite (Dâru’l-Kazz) götürür. Burada onu bir camide kıraat derslerinin yanında Hırakî’nin muhtasarından bazı bölümler okutan Hanbelî alim şeyh Salih’e (İbn Müfriha) teslim edier. Bir süre sonra daha ileri seviyede ders talep eden Ebû Ya’lâ İbn Müfriha tarafından dönemin Hanbelî otoritesi İbn Hâmid’e yönlendirilir. 22 yaşına kadar İbn Hâmid’in halkasında yetişen Ebû Ya’lâ hocasının hacca giderken (402) halkayı kendisine teslim etmesi ve Hac dönüşünde vefat etmesi ile genç yaşta Bağdat’ta Hanbelîliğin otoritesi haline gelir. Hadis konusunda da mahir olduğu bilinmektedir. Nitekim Mansûr Camii’nde Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın minberinde verdiği derslere ilgi oldukça yoğundur. Mekke, Dimeşk ve Halep’te kimi muhaddislerden hadis dinlediği bilinmektedir. Erken yaşta hocasının halkasını teslim aldığı ve bunun öncesinde Bağdat dışına çıktığına dair bilgi olmadığı dikkate alınırsa bu olay, 414 yılında 34 yaşlarında gittiği hac yolculuğu esnasında gerçekleşmiş olmalıdır. Fakat bundan çok daha önce çocukluk döneminden itibaren hadisle iştigal ettiği bilinmektedir. Hocaları arasında, babasının hocası Cessâs’ın da hadis ahzettiği meşhur muhaddis Hâkim en-Nisâbûrî de bulunmaktadır. Ebû Ya’lâ çocukluk döneminden itibaren bütün mesâisini teallüm, tedris ve telif faaliyetine harcamıştır. Hediye kabul etmemeyi prensip haline getirmiş, yöneticiler tarafından gelen görev tekliflerine genellikle olumsuz cevap vermiştir. Bununla birlikte, kâdî’l-kudât İbn Mâkûla’nın yanında noterlik yapması yönünde dönemin halifesi tarafından yapılan ısrarlı teklifi geri çevirememiş, 428 yılında bu görevi kabul etmiştir. İbn Mâkûlâ’nın vefatı üzerine bu kâdılık görevini devralması istenen Ebû Ya’lâ saraya çıkmama, tören alaylarına katılmama gibi birtakım şartların onaylanması halinde teklifi kabul edebileceğini söylemiş ve bu şartlar halife tarafından onaylanmıştır. Zaman içerisinde Kâim Biemrillah tarafından Harran ve Hulvan kâdılığı da onun yetkisine verilmiştir. 458/1066 yılı Ramazan ayı içerisinde vefat eden Ebû Ya’lâ’ın cenazesi Ahmed b. Hanbel’in kabri yakınına defnedilmiştir.

Öğretisi

Ebû Ya’lâ, 22 yaşında Hanbelîliğin otoritesi haline gelmiş ve bu özelliği yarım asırdan fazla sürdürmüştür. Ayrıca dönemin Şâfiî ve Hanefî ulemâsı nezdinde de ilmî ve ahlâkî özellikleri açısından saygın bir yeri vardır. Günümüze ulaşan ilk Hanbelî usûl eserini kaleme almış olması nedeniyle onu Hanbelî usûlünün kurucusu olarak nitelemek doğru olacaktır. Yalnız, yaşadığı dönem ve usûl-i fıkhın gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, Hanbelî usûlünün oldukça geç dönemde oluştuğu dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bununla birlikte Ebû Ya’lâ’nın gerek sistematik gerekse içerik bakımından mezhebin karakteristiğini de yansıtacak şekilde orijinal bir usûl eseri ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Buna göre o fıkıh usûlünü el-asl, mefhûmü’l-asl ve istıshâbu’l-hâl şeklinde üç ana başlık altında ele alır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus onun kıyas konusundaki yaklaşımıdır. Zira Hanbelîlikle ilgili yaygın yanlış kanılardan biri kıyas konusundadır. Bu kanı ayrıca Hanbelîliğin tamamen hatalı bir şekilde zâhirî olarak nitelenmesine de sebep olmuştur. Şöyle ki zâhîrlik yöntem bakımından kıyası tamamıyla dışlamayı gerektirir. Oysa ilk usûl müellifi Ebû Ya’lâ özel bir başlık açarak kıyasla amel etmenin vücûbundan bahseder. Onun kıyasla ilgili ortaya koyduğu bu yaklaşım Hanbelî usûl tarihi boyunca devam eder. Eğer naslarla bağlantılı bir tabir kullanılması gerekirse Hanbelîler için zâhirî değil nasçı denilmesi doğrudur. Çünkü özellikle kabul ve amel şartlarındaki esneklik nedeniyle Hanbelîler nezdinde diğerlerine nispetle daha fazla nass malzemesi bulunur. Bu da beraberinde daha fazla meselenin naslar vasıtasıyla çözüme kavuşturulabilmesini, haliyle kıyasa ihtiyacın azalmasını sonuç verir. Ebû Ya’lâ kıyası kabul ettiği gibi istihsan konusunda da olumlu bir yaklaşım sergiler. Şer’u men kablenâ ve tabiî ki sahabi kavli de onun için hazır çözüm ihtiva eden kaynaklar arasında yer alır. Bütün bunların yanında onun aslî ibâha prensibine yaklaşımına dikkat edilmesi gerekir. Zira o aslî ibâhayı ifade eden istıshâbü’l-hâli usûlün dayandığı üç umdeden biri olarak görür. Bu onun ibâha-i asliyye prensibine yaptığı vurguyu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Fakat buradan hareketle onun meselelerin çözümünde aslî ibâhayı bir çok delilden önce kullandığı şeklinde yanlış bir sonuca varılmamalıdır. Çünkü onun sistematiğinde kıyas ve istihsan istıshâbü’l-hâlin öncesinde yer alan mefhûmü’l-asl kapsamında bulunur. Usûl düşüncesiyle ilgili değinilmesi gereken bir diğer konu da onun hüsün-kubuh ile ilgili bildirim öncesi eşyanın hükmüne dair yaklaşımıdır. Ebû Ya’lâ’ya göre bildirim öncesinde eşya ve ef’âl hazr hükmündedir. Fakat o bildirim olmadığı için bu hükmü ihtiyat ile temellendirmeye çalışır.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-ʿUdde fî Usûli’l-Fıkh: nşr. Ahmed b. Ali b. Seyr el-Mübârek, [y.y.] [trz.].
  • el-Kifâye fî Usûli’l-Fıkh.                             
  • Kitâbü’l-Mu’temed fî Usûli’d-dîn: nşr. Vedî’ Zeydân Haddâd, Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1974.
  • el-Ahkâmü’s-Sultâniyye: el-Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire [trz.].

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu