Hayatı

Günümüze ulaşan ve incelediğimiz tarihi kaynaklarda doğum yılı hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Zehebî’nin (ö. 748/1348), yaklaşık yetmiş yaşında 340/951 yılında vefat ettiğini kaydetmesi, onun III./IX. yüzyılın ikinci yarısında doğduğunu göstermektedir (Zehebî, 1985, c. 15, s. 244). Yâkût el-Hamevî (ö. 626/1229), Mu‘cemu’l-buldân adlı eserinde, Hâlidâbâz maddesini ele alırken buranın meşhur kişilerinden biri olarak tanıttığı  Ebû İshâk el-Mervezî’yi, el-Halidâbâzî nisbesiyle de anmaktadır (Hamevî, 1957, c. 2, s. 338). İbnü’l-Esîr (ö. 630/1233) de el-Lubâb fi tehzibi’l-esmâ’ adlı eserinde Merv’in harap olmuş bir köyü olarak tanıttığı Hâlidâbâz’ı ele alırken buranın meşhur kişisi olarak Ebû İshâk el-Mervezî’yi göstermektedir (İbnü’l-Esîr, [t.y.], c. 1, s. 412). Buradan hareketle Ebû İshâk el-Mervezî’nin Halidâbâz’da doğduğu veya ailesinin köken olarak buralı olduğu muhtemeldir. Halidâbâz, Merv’e bağlı olduğundan Mervezî’nin, Merv’e nispetle meşhur olduğunu söylemek mümkündür. Horasan’ın önemli şehirlerinden biri olan hatta bazı kaynaklarda en büyük şehri olarak takdim edilen Merv, benzer adı taşıyan Merverrûz’dan ayırt edilmesi için Merv-i Şahicân (Mervuşşâhicân) olarak adlandırılmaktadır. Merv-i Şahicân’a nispet edilenler de Mervî yerine Mervezî olarak anılmaktadır. Nevevî (ö. 676/1277), mezhep literatüründe mutlak olarak Ebû İshâk dendiğinde bununla kastedilen kişinin Ebû İshâk el-Mervezî olduğunu belirtmektedir (Nevevî, [t.y.], c. 2, s. 175).

Ebû İshâk el-Mervezî, ilk eğitimini doğup büyüdüğü Merv bölgesinde almıştır. Horasan’da Şâfiî mezhebinin ilk temsilcilerinden olan Abdân el-Mervezî’den (ö. 293/906) fıkıh okumuştur. Daha sonra Irak bölgesine gitmiş ve Bağdat’ta Ebü’l-Abbâs İbn Süreyc (ö. 306/918) ve Ebû Saîd el-İstahrî’den (ö. 328/940) fıkıh eğitimi almıştır. Tarihi kaynakların aktardığına göre Mervezî, Bağdat’ta gittiğinde burada ders almaya en layık kişilerin İbn Süreyc ve İstahrî olduğunu belirtmektedir. Mervezî’nin, İstahrî’nin huzurunda ondan izin almadan fetva vermediği nakledilmektedir. Mervezî, İbn Süreyc’in en seçkin öğrencisi (ashâbı) olarak tanıtılmaktadır. Onun mezhepteki otoritesi ve faaliyetlerine bakıldığı zaman hocası İbn Süreyc’ten sonra mezhebin en etkili ismi ve temsilcisi olduğu söylenebilir. Bağdat’ta uzun yıllar ders ve fetva verdi. Ömrünün sonlarına doğru Mısır’a gitti ve burada Şâfiî’nin ders halkasının başına geçti. Farklı bölgelerden birçok kişinin katıldığı ders halkasında dersler verdi. Mısır’da 340/951 yılında vefat etti ve Şâfiî’nin türbesinin yanına defnedildi.

Mervezî, Şâfiî mezhebinin Irak bölgesi başta olmak üzere diğer bölgelerde yayılmasını sağlamıştır. Yetiştirdiği öğrencileri, Şâfiî fıkhının birçok bölgede yayılmasına katkı sağlamıştır. Abbâdî (ö. 458/1066), onun meclisinde yetişen yetmiş otorite Şâfiî fakihinin (imamının) farklı bölgelere yayıldığını ve dağıldığını belirtmektedir (Abbâdî, 1964, s. 69). Aynı tespiti Ebû İshâk eş-Şîrâzî (ö. 476/1083) de yapmakta ve Bağdat’ta Şâfiî mezhebinin önderliğinin kendisine ulaştığını, mezhepte birçok otoritenin (imamın) ondan ders aldığını, onun seçkin öğrencileri (ashâbı) yoluyla mezhebin birçok farklı beldeye ulaştığını ve yayıldığını vurgulamaktadır (Şîrâzî, 1970, s. 112). Yetiştirdiği öğrencilerinin farklı bölgelerde faaliyet gösteren mezhepte otorite fakihler olması bu tespitleri, kanıtlar niteliktedir. Kendi dönemlerinde Horasan bölgesi Şâfiî fakihlerinin önde gelen isimlerinden Ebû Sehl es-Su‘lukî (ö. 369/979), Ebü’l-Hasen el-Mâsercisî (ö. 383/993)  ve Ebû Zeyd el-Mervezî (ö. 371/981)  onun öğrencilerindedir. Irak bölgesi Şâfiî fakihlerinden Ebü’l-Kâsım ed-Dârekî (ö. 375/985), el-Kâdî Ebû Hâmid el-Merverrûzî (ö. 363/970), İbn Ebû Hüreyre (ö. 345/956) ve İbnü’l-Kattân el-Bağdâdî (ö. 359/969) de onun yetiştirdiği seçkin öğrenciler arasında zikredilmektedir. Buradan hareketle Ebû İshâk el-Mervezî’nin, Şâfiî fıkhının hem Irak hem de Horasan bölgesinde yayılmasında öncü role sahip olduğunu belirtmek gerekir.  Öyle ki Nevevî, Ebû İshâk el-Mervezî’yi tanıtırken mezhebin şeyhi, Şâfiîlerin çoğunluğunun imamı ve Irak ve Horasan Şâfiîlerinin önderi olarak takdim etmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz fakihler dışında Ebû Zeyd Muhammed b. Muhammed el-Faşânî (ö. 371/981), Ebû Ali Zahir b. Ahmed b es-Serahsî (ö. 389/998), Ebû Abdullah el-Hüseyin b. Muhammed el-Hannâtî (ö. 400/1000’den sonra), Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed es-Sîbî (ö. 372/982), Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Bâfî (ö. 398/1007), Ebü’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed et-Tabesî (ö. 358/968), Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Lâl el-Hemezânî, (ö. 398/1007) onun öğrencilerinden bazılarıdır. İbn Hallikân’nın (ö. 681/1282), Mısırlı İbnü’l-Haddâd el-Mısrî’nin (ö. 344/955) Mervezî’den ders aldığını söylemesine rağmen Zehebî’nin de tespit ettiği üzere, İbnü’l-Haddâd el-Mısrî ile Mervezî arasında hoca-talebe ilişkisinden ziyade aynı meclisi bulunma ve münazara yapma gibi aynı çağın fakihleri olmayı gerektiren ilişkinin olması daha doğrudur. Zehebî, Mısrî’nin Mervezî’den yaşlı olmasına rağmen Mervezî’den kısa bir süre sonra vefat ettiğini belirtmekte, ikisi arasında hoca-talebe ilişkisi olmasının zor olduğuna işaret etmektedir (Zehebî, 1985, c. 15, s. 429).  Tarihi kaynaklarda Mervezî’nin Ebü’l-Hasen el-Eş‘arî (ö. 324/935-36) ile hoca-talebe ilişkine dair kayıtlar bulunmaktadır. Onun Eş‘arî’den kelam okuduğu, Eş‘arî’nin de ondan fıkıh eğitimi aldığı nakledilmektedir. Zehebî, Mervezî’nin Mu’tezile’nin inkar ettiği istvâ konusunun yer aldığı sünnet hususunda telif ettiği eseri, Mısır Camii’nde binlerce kişinin huzurunda okuduğu ve akabinde bir fitnenin zuhur ettiğini aktarmaktadır. Onun buradaki aktarımdan anlaşıldığı kadarıyla Mervezî, Mu‘tezile karşıtlığı konusunda Eş‘arî’den etkilenmiştir.

Öğretisi

Ebû İshâk el-Mervezî, usûl ve fürû alanında yazdığı eserlerle de mezhebe katkı sağlamıştır. Abbâdî’nin Ebû İshâk el-Mervezî’ye ait eş-Şerh adıyla kaydettiği eser kaynaklarda sıkılıkla zikredilen Müzenî’nin (ö. 264/878) Muhtasar’ının şerhidir. (Abbâdî, 1964, s. 69).  İsnevî (ö. 772/1370), bu eserin uzun bir şerh olduğunu belirtmekte ve Muhtasar’a yazılan şerhler arasındaki en güzel şerh olarak nitelemektedir (İsnevî, 1987, c. 2, s. 197). İbn Kâdî Şühbe (ö. 874/1470) ise Şerhu’l-Muhtasar olarak kaydettiği eserin sekiz cilt olduğunu belirtmektedir. İbn Kâdî Şühbe, Kitâbü’t-tavassut beyne’ş-Şâfiî ve’l-Müzenî lima i‘taraza bihi el-Müzenî fi’l-Muhtasar adıyla Mervezî’ye ait diğer bir eserin kalın tek bir cilt olarak tasvir etmektedir (İbn Kâdî Şühbe, 1987, c. 1, s. 103).  Kitabın adından anlaşılacağı üzere Mervezî, Müzenî’nin Muhtasar’ında Şâfiî’ye yaptığı eleştirileri kritik etmektedir. İbn Kâdî Şühbe, Mervezî’nin bu eserinde bazen Müzenî’nin görüşünü desteklediğini bazen de onun görüşüne karşı çıktığını belirtmektedir.  Kaynaklarda tespit edebildiğimiz kadarıyla Ebû İshâk el-Mervezî’ye üç usûl eseri nispet edilmektedir. Biri umum ve husus lafızlara dair yazdığı Kitâbü’l-husûs ve’l-‘umûm, diğeri nesih konusunda yazdığı el-Nâsih ve’l-mensûh, bir diğeri de  el-Fusûl fi ma‘rifeti’l-usûl adlı eserdir. Zerkeşî (ö. 794/1392), el-Bahrü’l-muhît adlı fıkıh usûlü eserinin kaynakları arasında eden eserler arasında belirli bir isim vermeksizin Ebû İshâk el-Mervezî’ye ait bir Kitâb’ı zikretmektedir (Zerkeşî, 1994, c. 1, s. 8). Onun zikrettiği bu kitabın el-Fusûl fi ma‘rifeti’l-usûl adlı eser olması ihtimal dahilindedir. Keza onun bir talikasının olduğu, bu esere yapılan referanslardan anlaşılmaktadır. Bunların dışında kaynaklarda eş-Şürût ve’l-vesîka, el-Vesâyâ ve Hisâbü’d-devr gibi Mervezî’ye nispet edilen eserlerinden herhangi birsinin günümüze ulaştığı tespit edilmemiştir.

Mervezî’nin günümüze ulaştığı tespit edilen herhangi bir eseri olmadığı için usûl düşüncesini derli toplu bir şekilde ortaya koymak mümkün değildir. Kendisinden sonra kaleme alınan ve günümüze ulaşan usûl eserlerinde kendisine yapılan referanslar dikkate alınarak bazı usûl meselelerine ilişkin görüşlerini tespit etmek mümkündür, ancak bu tespitlerden hareketle onun usûlî kimliğini bütüncül bir yaklaşımla değerlendirmek zordur. Usûl eserlerinde belki de üzerinde en çok durulan ve referans kaynağı olarak gösterilen eseri nesih konusunda yazmış olduğu en-Nâsih ve’l-mensûh’tur. Bu esere yapılan atıflar dikkate alındığında onun nesihle ilgili bazı meselelerdeki yaklaşımı ve Şâfiî’nin nesihle alakalı görüşlerinin tespit edilmesinde Mervezî’nin bir referans kaynağı olarak kabul edildiği görmek mümkündür. Bir meselede nesih ve tahsis ihtimali çatıştığı taktirde Şâfiî’ye nispet edilen iki farklı görüş konusunda Mervezî’nin en-Nâsih ve’l-mensûh eseri kaynak gösterilmektedir. Ona göre müfessirler bu durumda meselenin neshe hamledileceği görüşündedirler. Ebû İshak el-Mervezî, söz konusu eserinde “emredilen bir farzın yerine getirilmeden önce düşürülmesi veya başka bir emre çevrilerek nesih edilmesi” başlığı altında Şâfiî’nin bu konuda açık bir ifadesini görmediğini belirtmekte ve bazı Şâfiîlerin bu konuda cevaz görüşünü benimsediklerini aktarmaktadır. Onun tespitine göre Şafiî’nin görüşü, daha yakın olan yerine getirilmeden önce bir fiilin nesih edilmesinin câiz olmadığı yönündedir. Keza Mervezî, Şâfiî’nin Kitap ve sünnet arasındaki nesih ilişkine dair görüşünü tespit ederken Şâfiî’nin kadîm ve cedîd risâlelerinde (er-Risâle) sünnetin ancak sünnetle neshedilebileceği ve Kitab’ın sünneti nesih edemeyeceğini ve aksinin de mümkün olmadığını açık (nass) bir şekilde belirttiğini aktarmaktadır. Mervezî’nin de tespit ettiği üzere Kitap ve sünnet arasındaki nesih konusunda Şâfiî’nin er-Risâle’deki ifadeleri açık olmasına rağmen Şâfiî’ye iki farklı görüş nispet edilmektedir. Şâfiî’nin bu konudaki görüşünün mezhep içinde tartışılması ve bununla alakalı bir kırılmanın yaşanması Mervezî’nin de içinde bulunduğu İbn Süreyc ve öğrencilerinin meseleye yaklaşımlarından kaynaklamaktadır. Öyle ki Zerkeşî, Mervezî’ye Kitab’ın sünneti nesih etmesi konusunda cevâz görüşünü nispet etmektedir. Zerkeşî’nin aktardığına göre Şafiîler Kitab’ın sünnet ile neshinin mümkün olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu imkansızlığın dayanağının akıl mı olduğu yoksa şer‘ mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Onun aktardığına göre Mervezî’nin tercih ettiği görüş bunun aklen câiz ancak şer‘ ile yasaklandığı yönündedir.  Mervezî, kıyâsın nâsih olamayacağı konusunda Şâfiî’nin açık ifadesini aktarmakta ve kendisi de bu görüşü benimsemektedir. Mervezî, neshin delilleri konusunda ayetler arasındaki tarihsel ilişkiyi dikkate almakta ve nesih bağlamında medenî ayetlerin nâsih olabileceğinin dikkate alınması gerektiği görüşündedir.  Ona göre sahâbenin herhangi bir meselede nâsih ve mensûh olduğuna ilişkin icmâları neshin delilleri arasındadır. Burada icmâ nâsih değil, neshi beyan eden bir delildir. Mervezî’ye göre, tevhîd ve rububiyyet, Allah’a ve gönderdiği Peygamberlere itaat etme, Allah’ın sıfatları konusu gibi itikâdî konularda nesih söz konusu değildir. Keza önceki ümmetlerin haberleri, kıyamet alametleri, deccalın zuhuru gibi geçmiş ve gelecekle ile ilgili haberlerde neshin kabulü yalana sebebiyet vereceği gerekçesiyle câiz değildir. Kitap’taki neshi tilâveten ve hükmen nesih edilmesi bakımından altı kısma ayıran Mervezî, hükmen ve tilâveten nesih edilen kısma, kıblenin Beytü’l-Makdis’ten Kabe’ye çevrilmesini örnek vermekte ve bazı kimselerin bunun sünnetin Kur’ân ile neshedilmiş olduğunu iddia ettiklerine değinmektedir. Mervezî, sadece nesih konusunda değil, ictihatta hata ve isabet meselesinde Şâfiî’nin muhtî taraftarı olduğuna ilişkin yaklaşımların tespitinde de bir referans kaynağı olarak görülmektedir. Ona göre Şâfiî, muhtî görüşünü benimsemektedir. Şâfiî’ye nispet edilen “müctehidin ulaştığı sonuçla amel etmesi gerekir” sözü bazıları tarafından, müctehidin ulaştığı sonuçta isâbet ettiği, dolayısı ile ictihatta isâbet ve hata meselesinde Şâfiî’nin müsîb taraftarı olduğunu ileri sürmektedirler. Ancak Mervezî buna itiraz etmektedir. Ona göre, “müctehidin ulaştığı sonuçla amel etmesi gerekir” sözü, müctehidin ulaştığı sonuçta günahkâr olmaması anlamındadır. Çünkü müctehid doğruya ulaşmamayı kastederse günahkâr olur, ancak doğruya ulaşmayı kast ederse günahkâr olmaz. Bir anlamda müctehidin sorumlu olduğu husus, doğruya ulaşma çabasıdır. Doğruya ulaşmama bir günah değildir. Mervezî, Şâfiî ve ashâbına doğrunun tek olduğu görüşünü nispet etmektedir. Ancak müctehid doğruya ulaştığını yani musîb olduğunu bilemez, sadece bunu zannedebilir.

Mervezî, şebeh kıyâsın hüccet olmadığı görüşündedir. Ona göre Şâfiî de bu görüştedir. Mervezî, Şâfiî’ye nispet edilen şebeh kıyâsı kabul ettiğine ilişkin görüşü inkâr etmektedir. Şâfiî’nin bir meselede iki görüş belirtmesi yani kavleyn olarak bilinen meselelerde Mervezî’nin yorum tarzı, dikkate alınmaktadır. Bir meselede iki görüşün belirtilmesi, bunu ileri süren müctehide göre bu iki görüşün dışındakilerin fasit olduğunu açıklamak içindir.

Usûl eserlerinde Mu‘tezile’ye nispet edilen mücmelin beyanının ve umumun tahsisinin hitâb vaktinden sonraya ertelenmesinin câiz olmadığı görüşü Mervezî’ye de nispet edilmektedir. Muhalefeti bilinmeyen yaygınlaşmış sahabî kavlinin icmâ olup olmadığı tartışmalarında Mervezî’ye nispet edilen görüş, bu tür sahâbî kavlinin niteliğine göre değişkenlik göstermektedir. Mervezî, bu tür sahabî kavlinin hüküm (kaza) cihetinden gerçekleşmesi taktirde icmâ olacağı görüşündedir. Eğer bu tür sahabî kavli fetva yönüyle gerçekleşirse icmâ olarak değerlendirilemez. Ona göre genellikle hâkimin verdiği hüküm istişareye dayalıdır ve icmâ ile gerçekleşmesi söz konusudur. Fetva ise kişisel bir ictihâdtır. Mervezî bu gerekçeye dayanarak, istişareye binaen ileri sürülen görüşün icmâ‘ olduğu, bireysel görüşün ise icmâ‘ olmadığı sonucuna varmaktadır.

Usûl eserlerinde Mervezî’ye birçok görüş nispet edilmektedir. Bunların bazılarını şu şekilde sırlamak mümkündür:

Mervezî’ye göre genel halk kitlesinin mendûbun vâcib olduğunu sanmasının önüne geçmek için menbûb terk edilmez.

Usûlcüler arasında beyânın sözle gerçekleştiği konusunda ihtilaf yoktur. Ancak bunun fiille gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda ihtilaf vardır. Cumhur beyanın fiille gerçekleştiği görüşünde iken Mervezî, buna muhalefet etmektedir.

Mervezî, Hz. Peygamber’in bir manadan dolayı bir fiili yaptığında ve bu fiil ona özgü değilse ümmetinin de bu fiili yapması gerektiğini belirtmektedir. Eğer Hz. Peygamber dışında başkasının, söz konusu manadan dolayı o fiili yapma konusunda Hz. Peygamber ile mükellefiyet açısından eşit ise ümmeti de o fiili yapması gerekmektedir. Mervezî’ye göre, Hz. Peygamber bir fiili bir manadan dolayı yapmış ve bu mana daha sonra ortadan kalkmış ise bu durumda ümmeti bu fiili ancak bir delil olduğunda yapmakla mükelleftir. Hz. Peygamber’in bir fiilinin manası anlaşılabilirse ve bu mana baki kalırsa veya onun fiili akledilemez ise onun bu fiiline ümmeti de uyar. Ancak onun fiilinin manası akledilebilir ancak bu mananın baki olmadığı anlaşılırsa bu durumda mana ortadan kalktığı için ümmeti, bu fiili yerine getirmekle mükellef değildir.

Mervezî, şer‘ varit olmadan önce eşyanın hükmü konusunda ibâha görüşünü benimsemektedir.

Mervezî’ye göre bir haberin müstefiz olarak kabul edilebilmesi için her tabakada râvi sayısının en az iki kişi olması gerekmektedir.

Mervezî, mefhûmü’l-mühâlefenin bir türü olan mehûmü’s-sıfat’ı hüccet olarak kabul etmektedir.

Mervezî, umumu tahsis eden bir delilin varlığı araştırıldıktan sonra umumun tahsis edildiğini gösteren bir delil olmadığı taktirde umum ile amel edilebilieceği görüşünü benimsemektedir. Ona göre, muhassisin varlığı araştırılmadan umum ile amel edilmez.

Temel Soruları

  • Irak ve Horasan başta olmak üzere mezhebin farklı bölgelere yayılmasına katkı sağlamak.
  • Tedris faaliyetleriyle Irak ve Horasan bölgelerinde başta olmak üzere, mezhepte otorite sayılan birçok uzman fakih yetiştirmek.
  • Mezhebin önemli merkezlerinden biri olan Mısır bölgesinde fıkhî faaliyetlerde bulunmak ve burada mezhebi temsil etmek.
  • Ebü’l-Hasen el-Eş‘arî’ye fıkıh dersi vermek ve ondan kelâm dersleri almak, kelâmî meselelere ve tartışmalarına müdahil olmak.
  • Yazdığı eserlerle mezhep literatürüne katkı sağlamak.
  • Mezhebin temel metinlerinden birini teşkil eden Müzenî’nin Muhtasar’ını şerh etmek.
  • Genel olarak fıkıh usûlü anlayışını yansıtan eserler telif etmenin yanında bazı fıkıh usûlü meseleleri içeren eserler ortaya koymak.
  • Mezhebin kurucu imamı olan Şâfiî’nin usûl görüşlerini tespit etmek, nakletmek ve yoruma-tartışmaya açık görüşlerini kritik etmek.
  • Fıkıh ve fıkıh usûlü dışında şurût ilmi başta olmak devir meseleleri gibi farklı konularda eser telif etmek.

Öne Çıkan Eserleri

  • eş-Şerh (Şerhü’l-Muhtasar).
  • Kitâbü’t-Tavassut Beyne’ş-Şâfiî ve’l-Müzenî lima İ‘taraza bihi el-Müzenî fi’l-Muhtasar.
  • Kitâbü’l-Husûs ve’l-‘Umûm.
  • el-Nâsih ve’l-Mensûh.
  • el-Fusûl fi Ma‘rifeti’l-Usûl.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu