Hayatı

Ebȗ Reşȋd en-Nîsâbȗrȋ, Basra Mu‘tezilesi’nin son önemli kelâmcısı olarak görülmektedir. Nîşâbur’da Kâ’bȋ’nin fikirlerinin yaygın olduğu bir ortamda yetişmiş ve bu görüşlerden oldukça etkilenmiştir. Hocaları hakkında Amr b. Hamdân ve Kâdî Abdülcebbâr dışında bir bilgi ise yoktur. O dönemde Basra Mu‘tezilesi’nin lideri olan Kâdî Abdülcebbâr’ın Rey şehrindeki derslerine katıldıktan sonra bu ekole geçmiştir. Burada vezir Sâhib b. Abbâd’ın tertip ettiği ilim meclislerine katıldığı ve Kâdî Abdülcebbâr’ın öğrenme isteği sebebiyle ona “şeyh” unvanı verdiği de bilinmektedir. Kayıtlara göre bir süre Cürcân’da da kalmıştır. Nîşâbur’a döndüğünde ise buranın Sünnî hükümdar Gazneli Mahmud’un eline geçmesiyle Mu‘tezile aleyhine bir ortam oluşması sebebiyle baskıya uğramış ve tekrar Rey’e dönmek zorunda kalmıştır. Burada Kâdî’nin telkinleriyle eser yazmış ve eğitim faaliyetlerinde ona yardım etmiştir. Hocasının ölümünden sonra ise onun yerine geçmiş, zamanla Basra Mu‘tezilesi’nin ileri gelen bir siması haline gelmiştir.

Nîsâbûrî, Ebȗ Sa’d es-Semmâm tarafından hadis rivayet edenler içinde anılmışsa da bu alanda önemli bir şöhreti ya da hadis ilmine dair bir eseri yoktur. Kur’ân’ın i‘câzı konusuyla ilgili bir telifinin günümüze sadece adı gelmiştir. Özellikle kelâm tabiat felsefesi üzerine ezserleri yanında Mu’tezile içi ihtilafları ve bu mezhebin Müşebbihe, Hâricȋler, Cebriyye, Küllâbiyye, Eş’ariyye ve Mürcie ile görüş ayrılıklarını ele alan fikirleriyle tanınmıştır. Ebû Bekir er-Râzî ve İbnü’r-Râvendî’nin tabiatçı görüşlerini de eleştirmiştir.

Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî’nin bugüne ulaşan iki eseri vardır: Bunlardan el-Mesâʾil fi’l-hilâf beyne’l-Basriyyîn ve’l-Bağdâdiyyîn, Basra ve Bağdat Mu‘tezilesi arasında dakȋkü’l-kelâma dair on dört ihtilaflı meseleyi incelemektedir. Burada Basra ekolünün görüşleri baba oğul Cübbâȋler, Bağdat ekolünün görüşleri ise Kâ’bȋ üzerinden işlenmektedir. Bu eser üzerine Max Horten (Bonn 1910) ve Arthur Biram’ın (Berlin 1902) yaptıkları çalışmaları Fuat Sezgin birlikte yayınlamıştır. İlahî sıfatlar ve tabiat konularını içeren fi’t-Tevhîd (Kahire 1969) ise Abdülhâdȋ Ebȗ Rȋde tarafından Divânu’l-usȗl zannıyla basılsa da bunun müellifin Ziyâdâtü’ş-Şerh adlı eserinin bir kısmı olduğu anlaşılmıştır. Bunun dışında sadece isimleri bilinen eserleri şunlardır: İʿcâzü’l-Kurʾân, Kitâbü’t-Tenbîh, et-Tezkire, el-Cüzʾ, en-Nakz ʿalâ ashâbi’t-tabâʾiʿ, Mesâʾilü’l-hilâf beyne’l-Muʿtezile ve’l-Müşebbihe ve’l-Mücbire ve’l-Havâric ve’l-Mürciʾe ve Dîvânü’l-usûl.      

Öğretisi

Bilgi

Nȋsâbȗrȋ’nin bilgi konusundaki fikirleri genelde Kâ’bȋ eleştirisine dayanmaktadır. Buna göre bilgi, kişinin akıl yürütmesi (nazar) sonucu tevlȋd yoluyla oluşan bir sükȗn-i nefstir. Zıddı olmayan bir zihinsel faaliyet olan nazarın kısımlara ayrılması ise düşünülemez. Birden fazla akıl yürütmeden tek bir sonuç çıkamayacağı için bilgiyi hasıl eden nazar da tektir. Bir kimse nazarın delalet yönünü bildiğinde, ortada bir engel yoksa ve mahal de uygunsa bilgi sonucunu zorunlu olarak doğurur (tevlȋd). Ona göre nazar kötü (kabȋh) olamaz, asıl kötü olan kişinin kastıdır. Kâ’bȋ’nin iddia ettiği gibi istidlal bir bilgiyi diğerine eklemekle değil, akıl yürüterek bilgi elde etmektir. Nazarın sahih olması ise fayda veren ya da zarardan koruyan bir bilgiye sebebiyet verdiği için iyi (hasen) olmasıdır.

Ulȗhiyet

Nȋsâbȗrî ilahî sıfatlar içinde kudret sıfatına özel bir önem vermiştir. Ona göre Allah’ın mevcûd, âlim, hay, mürîd, semî‘ ve basîr olduğunu bilmek onun kâdir olduğunu ispat etmekle söz konusudur. Allah’ın kâdir olduğunu ispat eden şey ise âlemde etkili olan fiilleridir. O’nun kâdir ve mevcûd olduğu bilinince, hikmetli fiiller yaptığı ve farklı özelliklere sahip varlıklar yarattığı sonucuna ulşaılır ve âlim, hay, mürîd, semî‘ ve basîr olduğu ispat edilir. İlâhȋ kudretin insanla ilişkisi ise onda iradeyi yaratmasıdır. Böylece yarattığı bu irade sayesinde mürȋd olarak nitelenebilir.

İnsan Fiilleri

Birden çok failden tek bir fiilin oluşumunu reddeden Nȋsâbȗrî, dolayısıyla kesb teorisine de karşıdır. Mu’tezile görüşü doğrultusunda kul, fiili üzerinde doğrudan etkilidir ve bunda iradenin etkisi büyüktür. Ona göre irade, irade edilene tesir ederse fiile yakın olarak gerçekleşir ve murâdını zorunlu kılmaz. Kişi tek bir iradeyle birbirine zıt fiilleri dileyebilir; burada iki farklı irade değil irade edilen yönler zıt olmaktadır. Bunun gibi bir kimse başkasının fiilini de irade edebilir. Yüce Allah’ın emrederek kullarının bazı fiilleri yapmasını irade etmesi ve nebinin de Ebȗ Leheb’in iman etmesini dilemesi bunu ispatlar. İnsanın irade ile kerâhetten yoksun olması mümkün olduğu gibi bildiği bir fiili irade etmeden yapması da mümkündür. Bu doğrultuda Nȋsâbȗrî, sehiv, temennȋ ve şehveti de iradeden ayırt etmeye özen gösterir. Buna göre kötü olanı arzulamak (şehvet) hasen olup kötü değildir. Zira şehvet kulun fiili değildir Allah tarafından yaratılmıştır ve bu sebeple de kulun gücü dışındadır.

Tabiat

Nȋsâbȗrî’nin en önemli ve bugüne intikal eden görüşleri tabiat alanındadır. Onun özellikle Bağdat ekolü karşısında atomcu teoriyi bazı farklılıklarla birlikte savunduğu görülür. Nitekim ona göre atom bizatihi büyüklüğe sahiptir, bu sebeple en küçük cismi oluşturan atomların sayısı önemli değildir. Atomun büyüklüğünden kasıt ise onun kendine has özelliği olup bu sayede atomlar diğer atomlara ilişerek daha büyük birimleri oluşturur. Ona göre atomun şekli kareye benzemektedir.

Nȋsâbȗrȋ’nin âlemin işleyişinde ise tevlȋd, itimâd ve âdet kavramlarını merkeze alan vesileci bir nedensellik anlayışına sahiptir. Buna göre belirli sebeplerin ve şartların bir araya gelmesi, fiile vesile olur yoksa onu zorunlu kılmaz. Mesela, tohumun oluşmasını sağlayan sebep mevcûd, mahal bu fiile imkân sağlıyor ve ortada sonucun oluşumuna engel olan bir durum da yoksa sonuç yani filizlenme mutlaka gerçekleşir. Bu doğrultuda sebep ve illet kavramını izah eden Nȋsâbȗrȋ aralarındaki farkı üç maddede özetlemektedir. i) İllet malûlünü zorunlu kılar, sebebin sonuca tesiri ise ihtiyarîdir. ii) İllet malûl ile birliktedir, fâil/sebep ise fiilinden önce de fiilden ayrı da olabilir. iii) İllet malûlünde bir sıfatı zorunlu kılar, ancak fâil için bu söz konusu değildir.

Nîsâbûrî tabiat görüşünde Kâ’bȋ’nin tabiat fikrini reddetmeye önem verir. Ona göre tabiat fikri akıl dışıdır. Zira tabiat ya cevher ya cevherin sıfatı ya da onda bulunan bir ma‘nâ olabilir. Bütün cevherler aynı cinsten olduğu için tabiat cevher değildir. Zira nesnelerin bir niteliği diğerinden ayıran bir özellikleri yoktur. Bazı nesnelerde görülen özel nitelikler bir irade sahibinin seçmesiyle belirli bir araz türünü taşımaları sebebiyledir. Âdet gereği belli nesneler belli arazlarla yaratılmıştır, ancak Allah dilerse buğdaydan arpa, insan sperminden ise hayvan yaratabilir. Böylece cisimlerin farklılığı tabiatlardan değil, farklı arazları yüklenmelerine bağlanır. Bu hususiyetlerin eşya üzerinde tevlȋd edici bir etkisi yoktur; tohumun tat, koku, birleşme, hareket, kuruluk, ıslaklık, sıcaklık ve soğukluk gibi tahsis olunduğu hallerin bir mercii olmak dışında bir manası yoktur.

Nîsâbûrî’nin vesileci bir tabiat fikrine sahip olmasında mucize anlayışının önemli bir yeri vardır. Mucize elçisinin güvenilirliğini ispat için ilahi iradenin tabiat kurallarını ihlal etmesidir. Bu sebeple Allah dilerse bir taşı havada mahalsiz bir şekilde durdurabilir. Âdet ise mucize gösterilen kişilerin alışkanlıklarıdır ve insanlar bilgilerini bu âdetten elde ederler. Allah mucize dışında bu yapıyı bozmaz. Mıknatısın çekmesi, ateşin yakması ve suyun kaynaması gibi fizikȋ olaylar nesnelerde bulunan bir tabiattan (hâssiyet) değil, onda mevcut doğal eğilimden (i‘timâd) kaynaklanır. İlâhȋ irade âdeti gereği bu fiilleri yaratır. Meselâ zehirin öldürmesi nesneye bakan yönüyle i‘timâddan Allah’a bakan yönüyle de âdetten kaynaklanır.

Ona göre i‘timâd; hareket, sükun ve temastan farklı bir şeydir. İ‘timâdî hareket yönlerle sınırlıdır, farklı yönde benzer i‘timâdlar arasında ise bir zıtlık bulunmamaktadır. Direnç gösteren cisimler (mesela hava) ve direnç göstermeyen cisimlerin varlığı ile bazı cisimleri hareket ettirirken zorlanmamız aralarında farklı bir mana (i‘timâd) olduğunu ispatlar. Ayrıca aksine bir engel olmadıkça ağır bir cismin zorunlu olarak düşmesi de bu eğilimi izah eder. Nȋsâbȗrî böylece kütüğün suda yüzmesi dahil pek çok doğal olayı tabiat fikrine girmeden ve ilâhȋ sıfatların evren üzerindeki etkinliğine de zarar vermeden açıklamaya çalışmıştır. O i‘timâdı da tevlȋd görüşü ile bağlantılı olarak işlemiştir. Buna göre eşyanın mahalli dışında -sulanan bir tohumdan bitkinin yeşermesi gibi- meydana getirdiği dolaylı fiiller (mütevellidât) i‘timâddan kaynaklanır. Failin bir başka fiil aracılığıyla yaptığı fiil olan mütevellid fiilin etkisi, ona sebep olan fiile bağlıdır ve bu doğrultuda artar ya da azalır.

Temel Soruları

  • Basra ve Bağdat ekolleri arasındaki ihtilaflı yönler nelerdir?

  • Mu’tezile mezhebini diğer mezheplerden ayırt eden hususiyetler nasıl ifade edilebilir?

  • İlâhî kudret ve iradenin evren üzerindeki etkisi tabiat fikrinin ima ettiği determinizme varmadan en doğru biçimde nasıl kurulabilir?

  • Tabiat fikri neden ve hangi açılardan makul görülemez?

  • Vesileci tabiat anlayışında tevlȋd ve i‘timâd arasında nasıl bir ilişki vardır?

  • Nesnelerde mevcut tek yönlü hareketler tabiat fikrini savunmadan ve fiziksel gerçeklikten de kopmadan nasıl izah edilebilir? Bu bağlamda i‘timâd kavramı ve fonksiyonu nedir?

  • Âdet fikrini savunarak evrendeki ilişkiler ve buna bağlı düzen nasıl izah edilebilir?

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Mesâʾil fi’l-Hilâf beyne’l-Baṣriyyîn ve’l-Bağdâdiyyîn: nşr. Ma‘n Ziyâde, Rıdvân es-Seyyid, Beyrut 1979.

  • fi’t-Tevḥîd (Ziyâdâtü’ş-Şerh’in bir kısmı): nşr. M. A. Ebû Rîde, Kahire 1969.

    Kaynak: İslam Düşünce Atlası
    Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu