Hayatı
Yaygın görüşe göre, Dâvûd ez-Zâhirî, 815/200 yılında Kûfe’de doğmuştur. Fakat İsfahân’da doğduğunu söyleyenler de vardır. Ziriklî, Dâvûd’un doğum yılını 816/201 (el-A’lâm, c. 2, s. 333) olarak vermektedir. İbnü’l-Esîr ise 817/202 yılında doğduğunu söylemektedir (el-Kâmil fi’t-Târih, c. 6, s. 339).
Dâvûd b. Alî, Zâhirî mezhebinin kurucusu kabul edilmektedir. Bu mezhep, gerek Dâvûd’un hayatta olduğu dönemde gerekse vefatını takip eden süreçte Dâvûdiye şeklinde de anılmıştır. Fakat özellikle İbn Hazm ile birlikte zâhirîye, el-mezhebu’z-zâhirî ve mezhebu ehli’z-zâhir gibi adlarla tanınmıştır. Zâhir kavramı, Dâvûd’dan önce de bilinen bir kavramdır. Fakat Dâvûd’la birlikte daha bilinir hale gelmiştir.
Dâvûd b. Alî, zâhirî yaklaşımlarıyla öne çıkmadan önce Şâfiî mezhebindendir. Hatta bu dönemde Şâfiî’nin menkıbelerine dair bir de eser yazmıştır. Kaynaklarda belirtildiğine göre Dâvûd’un babası Hanefî mezhebine mensuptur. Dâvûd’un çocukluk dönemindeyken Hanefîlik yerine Şâfiîliği benimsemiş olması hocalarının etkisine bağlanmıştır. Dâvûd daha sonra kıyâsa karşı bazı eleştirilerde bulunmaya başlamış ve zaman içinde önce kıyası tamamen reddettiğini daha sonra da Şâfiî mezhebini terk edip zâhire göre hükmetmeye başladığını ilan etmiştir. Dâvûd, Şâfiî mezhebine mensup olduğu dönemde mezhebin önde gelen âlimlerinden İshâk b. Raheveyh’ten, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ini dinleme fırsatı bulmuştur. Bu süre zarfında aralarındaki ilişki bir öğrenci-hoca ilişkisinin ötesine geçerek bir dostluğa dönüşmüştür. Fakat Dâvûd’un zâhirîliği benimsemesi bu ilişkiyi olumsuz yönde etkilemiş ve ikili arasında bazı tartışmalar yaşanmıştır. Dâvûd’un bu dönüşümü, başta Şâfiîler olmak üzere genel ehl-i hadis tarafından da olumsuz karşılanmıştır. Onun ileri sürdüğü görüşlerin şâz olduğu söylenmiştir. Hatta bu görüşler sebebiyle ona sapıklık isnat edilmiştir. Dâvûd, kıyas konusundaki görüşleri yanında halku’l-Kur’ân konusundaki görüşlerinden dolayı büyük tepki çekmiş hatta Bağdat baş kadısı İsmail b. İshak tarafından iki yıllığına Basra’ya sürülmüştür. Daha sonra yazılan bazı tarih ve tabakat kitaplarında onun bu konudaki görüşünün doğru anlaşılmadığı yönünde bazı değerlendirmeler yer almaktadır. Dâvûd’un, Kur’ân’a abdestsiz veya gusülsüz olarak dokunmayı caiz görmesi de ona gösterilen sert tepkilerin sebepleri arasında sayılmıştır.
Aktarıldığına göre Dâvûd b. Alî, Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan hadis öğrenmek istemiş fakat Ahmed b. Hanbel halku’l-Kur’ân hakkındaki görüşü nedeniyle bu talebi reddetmiş ve onunla görüşmek istememiştir. Dâvûd’un, bu görüşü savunmadığını söylediği iletildiğinde ise Ahmed b. Hanbel, “Muhammed b. Yahyâ ez-Zühelî bu konuda bana bir mektup yazdı. Bu konuda onun sözü daha geçerlidir” demiştir. Dâvûd ile Ahmed b. Hanbel arasındaki bu temassızlık sonraki Hanbelîler tarafından derin bir düşünce ayrılığı olarak değerlendirilmemiştir. Özellikle ilk dönem Hanbeli fakihler Dâvûd’a önem vermişler ve eserlerinde onun görüşlerine de yer vermişlerdir. Çünkü her ne kadar aralarında bir soğukluk yaşansa da fıkhı hadislere dayandırma bakımından Dâvûd b. Alî ile Ahmed b. Hanbel’in yaklaşımları birbirine çok yakındır.
Dâvûd hayatının büyük bölümünü Bağdat’ta geçirmiştir. Onun yaşadığı dönüşüm, içinde yaşadığı yer ve dönemde meydana gelen büyük değişimlere tepkisinin sonucu olmalıdır. Nitekim onun yaşadığı dönemde Bağdat, bir taraftan dinî ilimler sahasında re’ye dayalı yaklaşımların artmasına, diğer taraftan nassların zâhirînin bilgi ifade etmeyeceğine inanan batınî-sufî hareketlerin güçlenmesine sahne olmuştur. Dâvûd b. Alî, Hâris el-Muhâsibî (ö. 243), Bistâmî (ö. 261), Cüneyd (ö. 297) ve Hallâc (ö. 309) ile çağdaştır. Dâvûd, bütün bu isimlerin meydana getirdiği etkiye bizzat şahit olmuştur. Öte yandan bir süredir fıkha girmiş bulunan re’yin daha da yaygınlaşması fıkhî faaliyeti naklî bir faaliyet olmaktan çıkararak zanna dayalı münâzara ve mukayeselerin yapıldığı bir alana çevirmiştir. Dâvûd b. Alî, bu durum karşısında Kur’ân ve sünneti muhafaza etme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında Dâvûd’un hareketi, bir taraftan re’ye dayalı tevillere, diğer taraftan ise bâtınî yorumlara karşı alınmış bir tavırdır.
Karşı karşıya kaldığı bazı eleştirilere rağmen Davud b. Ali İslami ilimler tarihinde en dikkat çeken isimlerden biri olmuştur. Lafızcılık, her zaman için dini düşüncenin önemli bir konusu olagelmiştir. Dâvûd’un sistemli olarak başlattığı lafızcı düşünce ise fıkıh yanında diğer disiplinler açısından da önemli etkiler doğurmuştur. Dâvûd b. Alî, 884/270 yılının Ramazan ayında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Öğretisi
Davud b. Alî’nin temel görüşleri şunlardır:
Kur’ân ve sünnet nasslarının zâhirîne (literal anlamına) sıkı sıkıya tutunmak: Dâvûd naslardan doğrudan doğruya anlaşılan anlamların akıl, maslahat veya batın gibi gerekçelerle tevil edilmesine karşı çıkar. Ona göre Allah, dinini tamamlamıştır. Hükümlerini açık şekilde beyan etmiştir. Bu nedenle açık (zâhir) olan nassları açık olmadığı gerekçesiyle başka anlamlara haml etmek câiz değildir. Böyle bir şey yapmak, hevâya tâbi olmak ve Allah’ın dini konusunda verilmemiş bir yetkiyi kullanmak anlamına gelmektedir. Ona göre nassların zâhirînin dışına çıkılması ya dini hükümlere yenilerinin eklenmesini ya da bu hükümlerin eksiltilmesini doğurur.
Kıyas da dahil olmak üzere re’ye dayalı hüküm çıkarma yöntemlerini reddetmek: Kıyâs retçiliği, Dâvûd’dan önce Nazzâm gibi bazı kimseler tarafından da savunulmuştur. Cessâs ve Serahsi gibi usulcüler Dâvûd’un, kıyâs retçiliğini Nazzâm’dan aldığını ileri sürse de bu iddianın doğruluğu yeterince araştırılmış değildir. Diğer taraftan Hanefîler başta kıyas olmak üzere istihsân ve maslahat prensibi re’y türlerine de itibar etmişlerdir. Şâfiî ise kıyasın delil değerini kabul etmiş fakat diğer re’y türlerinin hücciyetini reddetmiştir. Dâvûd’ ise kıyası şiddetle eleştirmiştir. Onun bu eleştirileri, istihsân ve istislâh gibi diğer hüküm çıkarma yöntemleri için de fazlasıyla geçerlidir. O re’yi reddetmekle kalmamış bu fikrin etrafında tam teşekküllü bir mezhep oluşturmuştur. İbn Hazm’ın naklettiğine göre Dâvûd, Allahın indirmiş olduğu hükümleri O’nun açıklamadığı birtakım illetlere bağlamanın (ta’lîl) Allah’a isyan anlamına geleceğini söylemiştir. Aynı şekilde kıyasla ilgili tartışmalarda sıkça dile getirilen ‘İlk kıyas yapan, İblis’tir.’ sözü de Dâvûd’a nispet edilmiştir. Usul literatüründe Dâvûd’ın celî kıyâs ile illet-i mansusâya dayalı kıyası kabul ettiği yönünde birtakım iddialar bulunmaktadır. Zâhirîlik ile ilgili çalışmaları bulunan Sâlim Yefût bu iddialarla birlikte başka hususları da dikkate alarak Dâvûd’un Şâfiî’nin çizgisi dışına çıkmadığını ve onun çizgisini ihya etmeye çalıştığını savunmaktadır. Ona göre Dâvûd’a nispet edilen Zâhirîlikle İbn Hazm’a nispet edilen Zâhirîlik arasında büyük bir fark vardır. İbn Hazm ise Dâvûd’un, bazı kıyas türlerini kabul ettiği yönündeki bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını söylemektedir.
Sadece sahabe icmâını kabul etmek: Zâhirî mezhebine göre icmâ ehli, bütün ümmeti kapsamaktadır. Ümmet ise herhangi bir asırda yaşayan kimselerden ibaret değildir. Ümmet, Sahabe neslinden başlayarak bütün gelecek nesilleri ifade eder. Dolayısıyla ümmetin icmâından bahsedebilmek için bu icmânın sahabe tarafından başlatılması, sonraki nesiller tarafından da sürdürülmesi gerekir. Sahabe neslinden sonra yapılan ve çeşitli re’y türlerine dayanan icmâa gelince, fiilen vuku bulup bulmaması bir yana nazari olarak bile böyle bir icma meşru değildir.
Sadece tek bir şekilde anlaşılabilen delâlete (delil) itibar etmek: Zâhirîler, aklı tamamen reddetmezler. Onlara göre, sadece bir veche ihtimali olan istilzâmî delâlet geçerlidir. Zâhirî mezhebinin büyük âlimlerinden İbn Hazm Zâhirîlerin delil anlayışını on bir kısma ayırarak inceler. Onun delile verdiği örneklerden biri de şudur: ‘Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’den hayırlıdır. Hz. Ömer ise Hz. Osman’dan hayırlıdır.’ dendiğinde bu iki cümleden zorunlu olarak Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Osman’dan hayırlı olduğu anlaşılır. Muhammed Ebû Zehra gibi bazı araştırmacılar Zâhirîlerin delil adı altında kıyası kabul ettiğini söylemişlerse de bu çok da isabetli bir değerlendirme değildir.
Mezheplerin veya âlimlerin taklidini reddetmek: Zâhirî mezhebinin doğuş sebeplerinden biri de bilgi aramak üzere seyahatlere çıkma ve farklı hocalardan ilim tahsil etme geleneğinin yerini standart mezheplerin almasıdır. Dâvûd, ister ehl-i re’y ister ehl-i hadis olsun herhangi bir mezhebin bütün olarak taklid edilmesine karşı çıkmıştır.
Zehebî, Dâvûd’un telif etmiş ettiği eserlerin on sekiz bin varak tuttuğunu nakletmektedir. Fakat bu eserlerden hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır. Dâvûd’un eserleri konusunda müracaat edebileceğimiz en eski kaynak İbn Nedîm (ö. 385)’in el-Fihrist adlı eseridir. İbn Nedîm, Dâvûd’un yazmış olduğu birçok kitâb adından söz etmektedir. Fakat bu kitâblardan maksat sadece müstakil eserler değildir. Nitekim eserlerin içinde yer alan bölümlerin her birine de kitâb denmektedir.
Öne Çıkan Eserleri
- Kitâbu’l-Îdâh.
- Kitâbu’l-İfsâh.
- Kitâbu’d-Da’vâ ve’l-Beyyinâti’l-Kebîr.
- Kitâbu’l-Usûl.
- Kitâbu’l-İcmâ’.
- Kitâbu İbtâli’t-Taklîd.
- Kitâbu İbtâli’l-Kıyâs.
- Kitâbu’l-Hucce.
- Kitâbu’l-Husûs ve’l-Umûm.
- Kitâbu Haberi’l-Vâhid.
- Kitâbu’l-Mesâili’l-İsbehâniyyât.
- Kitâbu’l-Mesâili’l-Basriyyât.
- Kitâbu’l-Mesâili’l-Havârizmiyyât.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu