Hayatı

Hayatı ile ilgili kaynaklarda yer alan bilgiler yeterli değildir. Doğum yerinin Kûfe mi, Tûs mu olduğu tartışmalıdır. Sâbit b. Kurre'nin soyundan gelen Harranlı bir Sâbiî olduğunu iddia edenler de mevcuttur. Kesin doğum tarihi de tartışmalı olmakla birlikte en yaygın kabul, Câbir’in İran’ın Horasan eyaletinin Tûs şehrinde, 721 veya 722 yılında Yemen’in Azd kabilesine mensup bir aktarın oğlu olarak dünyaya geldiğidir. Babası Hayyân el-Azdi’nin VIII. yüzyılda Emevîlerin yıkılmasıyla sonuçlanan olaylarda, yürüttüğü politik faaliyetler sebebiyle, Câbir’in de doğduğu Horasan’a gönderildiği ve daha sonra orada Emevî valisi tarafından idam ettirildiği bilinmektedir. Hayyân yakalanıp idam edildikten sonra ailesi Yemen’e kaçmış ve Abbâsîlerin hanedanı devralmasıyla Kûfe’ye dönmüştür.

Câbir b. Hayyân hayatının önemli bir kısmını Kûfe’de geçirdi. Burada İslam dünyasında el-kimya geleneğinin kurucularından kabul edilen Ca‘fer es-Sâdık’tan (ö. 148/765) dinî ve ilmî konularda, özellikle el-kimya alanında ilk bilgilerini aldığı kabul edilir. Eserlerinde sıklıkla “hikmetin kaynağı” diye nitelendirdiği Ca‘fer es-Sâdık’ın talebesi olduğunu, bütün bilgilerini ondan aldığını söyler.

Üstadı olarak Anadolu’dan Balinas’ı, Mısır’dan Hermes’i ve Yunan filozoflarını sayabiliriz. Muâviye'nin torunu Halid b. Yezîd'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahip, ona hocalık edenler arasında zikredilmektedir. Ayrıca Musannefât fî ʿilmi’l-kîmiyâ eserinde lakabı “Üzünü’l-himâr el-Mantıkî” olan bir hocasından da söz eder.

Câbir, çalışmalarını geliştirmek üzere Bağdat’a gider ve burada Bermekî ailesinin maddi ve manevi desteğiyle uzun süre çeşitli çalışmalar yapar. Bermekîlerin devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra (803) Kûfe’ye geri döner ve Me’mûn dönemine kadar çalışmalarına burada devam eder.

Kitaplarında yer verdiği bilgi ve çizimlerden Câbir’in ilaç hazırlama konusunda çalışma yaptığını biliyoruz. Kendisi, hazırladığı bir ilaçla Yahya b. Hâlid’in kölesi olan bir kızı iyileştirdiğini, Yahya b. Hâlid’in bundan çok etkilendiğini ve bu ilme merak saldığını anlatır.  İbnü’n-Nedîm’in (ö. 385) el-Fihrist’inde Câbir’in kendi hayatı için endişelendiği ve uzun süre bir yerde ikamet edemediği kaydedilir. Kendisi de eserlerinde ikamet ettiği yerler arasında Irak ve Suriye'den bahseder, Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır. Büyük Müslüman el-kimya âlimlerinden biri olan Cildekî (ö. 762), Câbir b. Hayyân'ın birçok kez el-kimya bilgisinden dolayı kıskanç ve kötü niyetli insanların elinden şiddet gördüğü ve ölümden zor kaçtığını söyler. Sonunda bazı bilgilerini Râşid, Yahya b. Barmak ve iki oğlu Fadıl ile Cafer’e öğretmek zorunda kaldığından bahsedilir. 

Filolog-tarihçi Paul Kraus'a (ö. 1944) göre Câbir, el-kimya ile ilgili eserlerinde zekice gizlenmiş şekilde İsmailî ya da Karmatî hareketine kesin atıflarda bulunmuştur. Yine Fransız doğubilimcisi Henry Corbin (ö. 1978), Câbir b. Hayyân'ın bir İsmailî olduğuna inanmaktadır.

Ölüm tarihi için 803 ve 815 tarihleri verilmektedir. Horasan'ın Tûs şehrinde ölen Câbir b. Hayyân öldüğü yere nisbetle Tûsi nisbesiyle de anılır. Câbir b. Hayyân ile ilgili tüm bu bilgilere rağmen, İbnü'n-Nedim el-Fihrist’te, X. Yüzyılda bazı âlim ve biyografi yazarlarının Câbir'in hiçbir zaman yaşamadığını ve tamamen efsanevi bir şahsiyet olduğunu iddia ettiklerinden bahseder. Daha geç dönemde Cildekî tarafından hazırlanmış büyük kimya külliyatına ise, VI. İmam Câfer es-Sadık’ın öğrencisi ve VIII. İmam Ali er-Rıza’nın (ö. 818) müridi olarak el-kimya alimi Câbir b. Hayyân’ın yaşam öyküsü eklenir. Cildekî külliyatında onun doksan yıldan fazla yaşadığını ve Kitabü'r-Rahme nüshasına düşülmüş bir kayıt­tan yola çıkarak da 200/815 yılında Horasan’ın Tûs kentinde öldüğünü iddia eder. Bu bilginin reddedilmesine kanıt olabilecek her hangi bir neden bulunamamıştır. 

Câbir çalışmalarıyla döneminde ve sonraki sekiz yüzyıl boyunca el-kimya alanında adeta tek otorite olmuştur. Doğu’nun ve Batı’nın el-kimya görüşlerini çok başarılı bir biçimde sentezlemiş; IX. ve XIII. Yüzyıllarda yaşayan Kindî (ö. 252/866), Râzî (ö. 313/925), Tuğrâî (ö. 515/1121) ve Irâkî (ö. 806/1404) dâhil olmak üzere daha sonraki el-kimyacıların çoğunun önünü açmıştır. Yalnız İslam kimyacıları değil, Ortaçağ Avrupalı kimyacıların da neredeyse tamamı büyük ölçüde Câbir’in tesirinde kalmışlar; hatta Roger Bacon onu “üstatların üstadı” diye anmıştır. Ortaçağ'da, Câbir’in el-kimya konusundaki eserleri Latince'ye çevrilmiştir. Bu eserlere Chester’lı Robert tarafından tercüme edilen “Kitab al-Kimya” ve “Kitab al-Sab'een” örnek verilebilir.

Doğu’nun ve Batı’nın el-kimya anlayışlarının etkili şekilde sentezini yapması, el-kimya adına gerçekleştirilen pek çok çalışmaya kaynaklık etmesi ve bu alanın ilkelerini belirleyen çalışmalardan oluşan büyük bir külliyatın sahibi olması Câbir’i kimya tarihinde efsanevi bir kişilik haline getirmiştir. E. J. Holmyard (ö. 1959) onun el-kimyanın deneysel bir bilim olma yolundaki önemli etkisinden bahseder ve ona göre, Câbir yalnız el-kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilginidir.      

Öğretisi

Câbir’in doğa felsefesi, mikrokozmos-makrokozmos kavramları ile dünyevî ve kozmik kuvvetler arasındaki etkileşimin varlığı üzerine kuruludur. Câbir’in el-kimyasındaki temel hedeflerden biri, doğadaki mükemmelliğe, maddeler aleminde ve insan akıl-beden-ruh birliğinde de ulaş̧maktı. Uzun yıllar toprak altında çeşitli etkilerle evrimleşen madenlerin en mükemmelinin altın olduğu; mükemmel dengeye ulaşamadan meydana gelmiş olan eksik metallerin, öz itibariyle aynı olduklarından uygun işlemler ve süreçlerle tam hale getirilebileceğine inanılıyordu. Dolayısıyla el-kimyacının değersiz madenleri altına dönüştürürken yaptığı iş, asırlar alan bu oluşum sürecini hızlandırmaktı. Bu süreçte madenlerin zâhirî ve fizikî özelliklerinin yanı sıra ruhî özelliklerinden de bahseden Câbir, bu görüşünü iksir kavramıyla temellendirmiştir. Özünde fiziki bir varlığı dönüştürme işlemi olmakla birlikte, semavî etkiler, kimyacının mânevî yoğunlaşması, madende var sayılan canlılık boyutu ile birlikte düşünüldüğünde yapılan işlem sadece fizikî bir süreç olmaktan çıkmakta ve İslâm el-kimya geleneğinde yaygın kabul gören haliyle bu ilim “Rabbânî bir sır” olarak kabul edilmekteydi.

Câbir, söz konusu amaçlara ulaş̧mak için oluş̧turduğu sistemi hilomorfizm (hylomorphism), Aristoteles’in dört unsur ve dört nitelik doktrini, dört nitelikten çıkardığı iki temel cıva-kükürt unsurları (cıva-kükürt kuramı) ve denge (mizan) nazariyesi üzerine kurmuştur.

Câbir, Aristoteles’in minerallerin oluşumuna ilişkin görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmiş ve benzer bir süreci, metallerin oluşumunun ilkeleri olarak cıva ve kükürdün oluşumunu açıklamakta kullanmıştır. Başlangıçta toprağın iç kısımlarında sulu buhar durumunda olan cıva, zamanla yoğunlaşarak toprağın derinliklerine iner ve kendinde meydana gelen ayrılmalar nedeniyle yoğunluğu azalarak tekrar toprağın üst kısımlarına yönelir. Yukarıya hareketi sürecinde yoğunluğu tekrar artar ve tekrar toprağın iç kısımlarına yönelir. Gezegenlerin de etkisi ile yukarı ve aşağı döngüsel hareket ederek; görünür olanı beyaz renkte yumuşak ve sıcak, görünmeyeni kırmızı renkte kuru ve soğuk niteliklerine sahip bir ilke olarak oluşum sürecini tamamlar. Toprağın içinde cıva ile karşılaşan kükürt ise cıvada çözünür ve cıvanın içinde tamamen hapsoluncaya kadar  birleşme-ayrılma süreci yaşanır ve tabiatı dördüncü derecede sıcak-kuru olan bir ilke olarak kükürt meydana gelir. Bu unsurlar bugün bilinen haliyle cıva ve kükürt maddeleri değil; dişi ve erkek unsurlar ya da Çin el-kimyasındaki Ying-Yang gibi etki eden unsurlardır.

Bütün metallerin oluşmasında rol oynayan temel ilkelerden biri olan cıva bütün minerallerin annesiyken, kükürt de baba olarak anılırdı. Söz konusu eril diş̧il özellikleri nedeniyle, cıva ve kükürt iş̧lemleri el-kimya terminolojisinde “evlilik” terimiyle karş̧ılanır. Doğada bulunan bütün metaller bu iki unsurun “evliliği” sonucunda oluşmaktaydı.

Metallerin birbirinden farklı olması, içerdikleri cıva-kükürt oranına ve ayrıca birleşme sırasındaki kozmik kuvvetlerle etkileşime bağlıydı. Şayet mükemmel saflıktaki cıva ve kükürt, en doğal dengede birleşirlerse, o zaman elde edilen madde en mükemmel madde kabul edilen altın olur. Cıva ve kükürtteki saflığı düşüren karışımlar ve bir araya gelme oranındaki hatalar gümüş, kurş̧un, demir, kalay veya bakır oluşumuyla sonuçlanır. Mükemmel dengeye ulaşamadan meydana gelmiş olan bu eksik metaller de yine öz itibariyle aynı olduklarından uygun işlemler ve süreçlerle tam hale getirilebilirler. el-Kimya geleneğinde bu işlem yapısal dönüşüm (transmutasyon) olarak tanımlanır. Bu dönüşüme inanan Câbir eserlerinde kendi anlayışını şöyle ifade ediyordu: “Bir maddeyi, kendisini ihtiva etmeyen başka bir cisimden/maddeden istihraç etmeyi istemek deliliktir. Fakat bütün madenler, az veya çok saf halde cıva/zeybak ve kükürt/kibrit ihtiva ederler. Şu halde bir madene az miktarda bu madenlerden ilaveler yaparak veya tersi ameliyeyi tatbik ederek bir dönüşüme (transmutasyona) varmak mümkündür.”

Câbir’in el-kimyasında “transmutasyonu” mümkün kılan şey, kabul ettiği dört unsur ve dört nitelik doktrinidir. Buna göre her şey ateş, hava, toprak ve su elementlerinin sıcak-soğuk, nemli-kuru nitelik çiftleriyle birleşmesinden meydana gelir. Bu nitelik çiftlerinden ikisi iç, ikisi de dış nitelik olacak şekilde bir araya gelir ve maddeyi oluştururlar. Bu nitelikler sürekli hareket halindedir ve niteliklerin hareket ve dönüş̧me (veya dönüştürme) kabiliyeti sayesinde elementler arası geçiş sağlanır.

Câbir kozmolojisinde, dört unsur ve her birinin birer cevher olduğunu savunduğu dört tabiat yanında “heba” adını verdiği beşinci bir tabiat önemli yer tutar. Buna “aydınlatıcı büyük felek cisminin nefsi” anlamına gelen “cirmu’l-felek” adını verir. Bu tabiat, dünyadaki dört unsurun aksine, Yeni Eflâtunculuk’taki esaslardan biri sayılır ve maddi unsurların da aslını teşkil eder. Câbir’e göre, bu cevher evrende, önce gayri maddi olarak ortaya çıkar, daha sonra belirli bir şekil ve renk alarak maddeye dönüşür. İlk mertebede iken fiili olarak nefs, kuvve halinde ise, cisimdir. Bununla Câbir’in kozmolojisi tek ilke anlayışına da ulaşmış, Aristoteles geleneğindeki düşüncenin aksine, en değerli varlık ruhla cesedin birlikte meydana getirdiği varlıktır.

Câbir’in çalışmalarında denge fikri önemli bir yere sahiptir. Ona göre, madenlerde ve aslında varlıkların her birinde nitelikler arasında bir denge vardır. Ayrıca, metaller arasında sayısal ilişkiler bulunduğuna da inanmaktaydı. Metallere uygulandığı zaman dört niteliğin (sıcak, soğuk, kuru, ıslak) her birinin 4 dereceye, her derecenin 7 kısma, yani toplam olarak 28’e bölünmesi gerekirdi. Bu dört hal toplamı 17 olan 1, 3, 5, 8 dizisiyle ifade edilmekteydi. Madenlerin oluşumunda belli oranlarda katkısı olan bu nitelikler aynı zamanda her elemente belirli sayısal değerler ve nitelikler de kazandırmış olurdu. 17 sayısını madde ve kâinatın yapısını anlamanın anahtarı, 28 sayısını da mükemmel bir sayı olarak kabul ediyordu. Bu yaklaşımla Câbir’in el-kimyasında, sayısal sembolizm ve oranlı sayılar önemlidir demek mümkündür. Câbir ve zamanının diğer İslam düşünürlerine göre, evren bugünkü bilimin kabul ettiği gibi yalnızca fiziksel bir âlem değildi; daha ziyade çeşitli varoluş seviyelerini kapsayan ve İslam’ın vahiyleriyle aydınlatılmış bir âlemdi. Evren, kürelerin, dört unsurun ve burçların bir araya gelmesiyle oluşmuştu. İçinde 28 ilahî isim yer almıştı; doruk noktası da en üst seviye olan peygamber katıydı.

Câbir’in sisteminde maddelerin kimyasal alanda birbirlerine oransal etkileri vardı ve etkinin ölçülebilirliǧi ilkesine dayanan ve evrenin tek ve en yüksek prensibi olarak mîzân kavramı onun ‘ilmü’l-mizân/denge teorisinin temelini oluşturmaktadır. Paul Kraus araştırmalarında, Câbir'in "mizan" (La science de la Balance) kuramının “Ortaçağ’da tabii bilimlerin niceliksel bir sisteminin kurulmasında en katı eğilimi temsil ettiği"ni iddia etmiştir. Mizan ilmi insan ilminin bütün verilerini çerçevesine alma amacına yönelmişti. Yalnız "ay altı" evreninin üç alanına değil, aynı zamanda yıldızların hareketine ve manevi âlemin esaslarına da (hypostases du monde spirituel) uygulanacaktı.

"Mizan ilmi", her cisimde zâhir ile bâtının ilişiğini açığa çıkarmayı diler. Böylece Câbir’in el-kimya ilmi te'vilin manevi yorumun en mükemmel şekli olarak ortaya çıkar. Bir nesnenin tabiatını ölçmek, o nesnede tabiat ruhunun nasıl tecelli ettiğini, niceliklerini, diğer bir deyişle bu ruhun o nesneye indiğinde tecelli isteğinin şiddet derecesini ölçmek demektir. Bu, ruhun unsurlara duyduğu arzunun ifadesidir ve ölçülerin (mevazin, mizanlar) kökenindeki ilke de bundan türemiştir. O halde denebilir ki bizzat kendi özüne dönen ruhun dönüşümü, başka hale girişi, cisimlerin de dönüşümünün şartlarını belirler. Ruh bizzat bu dönüşümün evidir. el-Kimya geleneğinde dönüşüm en mükemmel şekli ile bir ruhî-manevî işlemdir.

Câbir'in el-kimyasındaki “mizanı” tabiatlarda, unsurlarda bulunan manevi enerji derecesini tespit edebilen tek cebirdir. Mizan teorik manada tabii niteliklerin nicelik diliyle ifadesi anlamına gelir ve cisimlere ait dört unsurun oranını tespit ederek onların terkibini yenilemeyi amaçlar. Câbir’in sisteminde de bu nazariyenin kabulü ile el-kimyacı, cisimde hâsıl olan bütün değişmeleri yönlendirebilir.

Câbir’in el-kimyasında teori ile pratik; ilim ile amel arasında bir ahenk bulundurduğunu söylemek mümkündür.  Bu bağlamda Câbir’in el-kimya çalışmalarında, teorik el-kimya ile tecrübeye dayalı metot iç içedir. Câbir’in “Bu kitapta duyduklarımızı, bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil; ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik.” (Muhtâru Resâ’ili Câbir b. Hayyân, s. 232.) şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi ve çalışma yöntemini göstermektedir.

Pratik-sınâî el-kimya üzerine de; “Kitâbü’d-dürreti’l-meknûne” gibi çok sayıda eser bırakmıştır. el-Kimyanın pratik alanında yaptığı çalışmalar; Câbir tarafından ilk kez kullanılan kimyasal işlemler, bu işlemlerin uygulanması sırasında kullanılan aletler ve kimyasal bileşikler dikkate alındığında Câbir’in el-kimyasının modern kimyanın öncüsü olduğunu söylemek mümkündür. 

Yaptığı deneyler sonucunda kimyada kullanılan pek çok bileşiği ilk defa elde etmiş ve kullanmıştır. Örnek olarak; ekşi meyvelerin özünden sitrik asidi, sirkeden asetik asidi, şarap tortusundan tartarik asidi elde etmiştir.  Yine güherçileden nitrik asit, tuzdan hidroklorik asit, bu ikisinin birleşimiyle kral suyu (aqua regia) ilk defa Câbir tarafından elde edilmiştir. Câbir’in pratik çalışmalarının diğer önemli bir özelliği ölçü ve tartı işlemleri üzerinde gösterdiği hassasiyettir. Bu yaklaşımla kimyada deney ve nicelik anlayışının güçlenmesini sağlamıştır. Uyguladığı pratik süreçler içerisinde kullandığı imbik –damıtıcı araç- tüpler, fırınlar ve daha pek çok araç gereç, kendisinden sonraki tüm kimyacılar tarafından kullanılmıştır. Ayrıca uygulamalı bilim alanında bir öncü olarak, çeşitli metallar hazırlama, çeliğin geliştirilmesi, kumaşın boyanması, deri tabaklaması, su geçirmeyen kumaş cilalama, cam yapımında manganez dioksit kullanımı, paslanmayı önleme, altın mürekkeple (yaldızla) yazı yazma, yağların, boyaların saptanması-tanısı, camın renklendirilmesi, bitkilerden yağ elde edilmesi gibi çok sayıda uygulamalı kimyasal işlem de geliştirmiştir.

Câbir’e göre el-kimya etkinliği dört temel süreçte yürütülür. Maddelerin “saflaştırılması” ilk ve en gerekli işlemdir. İkinci süreç, maddeyi onu oluşturan bileşenlerine ayırmayı hedef alan “çözündürme” basamağıdır. Üçüncü süreç çözündürülen ve unsurlarına ayrıştırılan maddenin tekrar katı hale getirilmesidir; “katılaştırma”. Son süreçte de, hedef maddeye ulaşmak için unsurlar bir araya getirilir ve bu basamak da “birleştirme” olarak adlandırılır. Bu dört temel süreç, hem maddi el-kimyanın hem de teorik el-kimyanın işlem adımlarıdır. Bu süreçlerin gerçekleştirilmesinde, çözündürme, buharlaştırma, süblimleştirme, damıtma, kireçleştirme, çökeltme ve sabitleme işlemleri uygulanır.

Câbir’in el-kimya alnındaki diğer önemli bir katkısı da maddelerin sınıflandırılmasıdır. Câbir mineralleri veya madenleri niteliklerinin oluşturduğu dengeyi gözeterek üç gruba ayırmaktadır. Birincisi Ruhlar olarak tanımladığı; ateşte tamamen uçan maddeler. Ruhlar amonyak, kükürt, cıva, kâfur ve arsenik olmak üzere beş türdür. Bunlar da niteliklerine göre kendi içlerinde türlere ayrılırlar. İkinci sınıf metalik cisimlerdir. Bu metallerin (madenlerin) özellikleri çekiçle dövülebilme, parlaklık ve ses çıkarma özellikleridir. Câbir'e göre metaller basit olarak erime noktaları, renkleri, parlaklıkları ve şekil alabilirlik özelliklerine bakılarak belirlenebilir. Metaller bu özelliklerine göre de altın, gümüş, kurşun, kalay, bakır, demir, harsini (Çin demiri) olmak üzere yedi türdür. Üçüncü sınıf eriyebilen veya ateşte değişmeden kalan dövülebilir mineral cisimlerdir.

Çok yönlü bir âlim olan Câbir, doğanın iyileştirici bir yönü olduğunu söyleyerek; bitki ve hayvanların özelliklerini, tıptaki yararlarını incelemiştir. Kitâbü’l-Havâs adlı eserinde bitki ve hayvanları antipati/sempati açısından mukayese etmiş ve bu özellikteki muhtelif bitki ve hayvanların listesini vermiştir.

Câbir buraya kadar anlattıklarımızın yanı sıra coğrafya, tıp, astronomi, mantık, felsefe, fizik, mekanik gibi bilim dallarında da önemli çalışmalar yapmış ve çok sayıda eser kaleme almıştır.

Câbir’in kaleminden çıkan veya ona nisbet edilen eserler çok geniş bir külliyat meydana getirmiştir. Bu eserlerin en eski listesine İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde rastlanmaktadır. Bu listelerden büyük olanında Câbir’in bütün eserleri, küçük listede ise sadece kimyayı ilgilendirenler yer alır.

Bu külliyat içinde 112 kitap el-kimya alanına ait olup, bunlardan 70 tanesi Câbir’in kimya alanındaki deneye dayanan çalışmalarının ve sistematiğinin bir ürünü olarak bilinir. Onun tabiat felsefesi, kimya ve esrarlı ilimlerle ilgili görüşleri Kütübü’l-Mevâzîn adıyla anılan 144 kitapta yer almaktadır.

Câbir’e isnat edilen eserlerin listeleri arasında P. Kraus’un hazırladığı, en yeni ve en geniş olduğu görülmektedir. Fuat Sezgin Kraus’un listesinde bulunmayan bazı eserleri de eklemek suretiyle Câbir’in günümüze kadar ulaşan eserlerinin isimlerini, bulundukları yerleri, isim ve nüsha farklarını, neşirleri içeren daha geniş bir bibliyografya kaleme almıştır. Bu yayında Câbir b. Hayyân üzerine yapılmış modern çalışmaların da bir listesi yer almaktadır (Bkz. Jâbir ibn Ḥayyân; Contributions à l’Histoire des Idées Scientifiques dans l’Islam; I, Le Corpus des Écrits Jâbiriens).

Câbir’in, Avrupa’da birkaç yüzyıl boyunca öncü ve modern kimyanın gelişmesinde etkili olan Kitâbü’l-Kimya ve Kitâbü’s-Seb'în gibi kimya kitapları Latince dâhil çeşitli Avrupa dillerine çevrildi.

Öne Çıkan Eserleri

  • Kitâbü’s-Seb’în: Süleymaniye Ktp., Cârullah, nr. 1554; Teymûriye, Tabiʻiyyât, nr. 67; nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt 1986; çev. Cremonalı Gerard, Liber de Septuaginta (M. Berthelot, “Archéologie et Histoire des Sciences: Avec Publication Nouvelle du Papyrus Grec Chimique de Leyde et Impression Originale du Liber de Septuaginta de Geber”, Mémoires de I’Acad. Royle des Sciences, sy. 49/1 (1906), s. 310-363).
  • Kitâbül-Havâssi’l-Kebir: Süleymaniye Ktp., Veliyüddin, nr. 2564; İskenderiye Ktp., C 5204; Vatikan Ktp., Ar. 1382; Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 5309.
  • Kitâbü’r-Rahmeti’l-Kebîr: Leiden Ktp., nr. 1264; Cambridge Ktp., nr. 896; Süleymaniye Ktp., Cârullah nr. 1641; nşr. E. Darmstaedter, “Liber Misericordiae Geber, Eine Lateinische Übersetzung des Grösseren Kitâb Al-rahma”, Archiv f. Gesch. d. Medizin, sy. 17 (1925), s. 181-197.
  • Kütübü’l-Ecsâdi’s-Seb’a.
  • Kitâbü’l-Riyâdi’l-Ekber
  • Kitâbü’n-Nûr.
  • Kitâbü’l-Hacer.
  • Kitâbü’d-Dürreti’l-Meknûne.
  • el-Kitâbü’l-Kebîr.
  • Kitâbü’l-Usûl:
  • Kütübü’l- Ehcâr.
  • Kitâbü’l-Mizân.
  • Kitâbu Hatki’l-Asâtir.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu