Hayatı

Birgivî, 10 Cemâziyelevvel 929/27 Mart 1523 tarihinde Balıkesir’in Kepsut ilçesine bağlı Bektaşlar köyünde doğdu. Adı Mehmed, lakabı Takıyyuddin ve Muhyiddin’dir. Babası zühdü ile bilinen Balıkesir müderrislerinden Pîr Ali Efendi, annesi Meryem Hanım’dır. Hayatının en verimli dönemini geçirmiş olduğu ve ilmi faaliyetlerinin büyük bir kısmını icara ettiği, İzmir’in Ödemiş ilçesinin bir kasabası olan Birgi’ye nisbetle Birgivî veya Birgili diye meşhur olmuştur. 

Birgivî, ilk tahsiline müderris olan babasının yanında başladı. Hafızlığını ikmal etmenin yanında başta Arapça olmak üzere naklî ve aklî ilimleri öğrendi. Babasının da telkinleri ile ilme karşı içinde derin bir iştiyak oluşan Birgivî, ilim tahsili için İstanbul’a geldi. Birgivî, İstanbul’da ilk olarak Mahmud Paşa Medresesi’nde müderris Küçük Şemseddin Efendi’nin (ö. 957/1550) derslerine devam etti. Ardından Ahîzâde Mehmed (ö. 974/1563-64) ve Kazasker Abdurrahman Efendilerin (ö. 983/1575) derslerine devam etti. Bazı araştırmacılar (Arslan 1992, s. 27) Birgivî’nin İstanbul’da Semâniye medreselerinde eğitim alıp burayı başarı ile tamamladığını söylemekte ise de diğer bazıları (Martı 2008, s. 28) bu bilgiye ihtiyatlı yaklaşmaktadır. Birgivî, Kazasker Abdurrahman Efendi’den icâzet alarak bazı medreselerde müderrislik yaptı. Daha sonra hocası Abdurrahman Efendi’nin teşvikiyle Edirne’de kassâm-ı askerîlik vazifesine başladı. Ancak ilmiye sınıfının içinde yetişmiş olmasının etkisiyle olsa gerek, bu görevde sadece dört yıl durabildi. Tekrar İstanbul’a dönen Birgivî, Bayrâmî tarikatına intisab etti ve kendini bir müddet inzivaya çekti. 

İmam Birgivî’nin İstanbul’da bulunduğu sıralarda Sultan II. Selim’in (ö. 982/1574) hocası Ataullah Efendi (ö. 979/1571) ile aralarında derin bir dostluk başladı. Bu ilişki onun hayatında bir dönüm noktası oldu. Ataullah Efendi memleketi olan Birgi’ye bir medrese yaptırdı ve Birgivî’den oraya müderris olmasını talep etti. 

Ataullah Efendi’nin teklifini kabul ederek Birgi’ye 971/1564 yıllarında gelen Mehmed Efendi, Ulu Camii’nin hemen yanına inşa edilen dârülhadiste tedris faaliyetlerine başladı. Birgivî’nin ilmî kudreti kısa zamanda duyuldu. Dört bir yanından talebeler Birgivî’nin etrafını doldurmaya başladı. Birgivî, bir yandan talebe yetiştirirken, diğer yandan da eser telef etti. Bütün bu ilmi çalışmaları yanında halkı vaaz ve nasihatleriyle irşad etmekten de geri durmadı. 

Böylece Birgi’de verimli bir 10 yıl geçiren Birgivî çıktığı bir İstanbul yolculuğu esnasında vebaya yakalandı. 981 yılı Cemâziyelevvel ayının son pazartesi gününe rastlayan 21 Eylül 1573 tarihinde vefat etti ve cenazesi Birgi’ye getirilerek defnedildi.

Öğretisi

Birgivî, itikatta Maturîdî ve amelde Hanefî mezhebine mensuptur. İntisabı eserlerinde ve faaliyetlerinde açıkça görülmektedir.  Ayrıca o, aile geleneğine bağlı olarak Bayrâmî tarikatına bağlıdır.  

Birgivî, gençliğinden itibaren eser telifine başlayarak ilim muhitlerinin dikkatlerini üzerine çekti. Kimini Arapça bir kısmını da Osmanlıca yazdığı ve sayıları elliyi aşan eserleriyle yalnızca Anadolu’da değil, Hicaz ulemâsı arasında ve Balkan yöreleri gibi pek çok yerde tanındı.  

Onun eserlerinde klasik görüş ve bilgileri aktarması yanında kendi dönemindeki dinî, ahlâkî, sosyal ve siyasî meselelere özel bir önem vermesi, bunlarla ilgili şahsî görüşlerini ve tenkitlerini cesaretle ortaya koyması onun ilmî şahsiyetinin en dikkate değer yönüdür. Eserleri çağının sosyal hayatını ve problemlerini yansıtması bakımından da büyük önem taşır. Mesela o, devletin Safevilerle mücadele ettiği ve Anadolu’da kızılbaş ayaklanmalarının olduğu bir dönemde, itikadla ilgili derlediği hadislerden oluşan Kitâbu’l-îmân adlı eserinde, İslam akaidinin temellerini oluşturan hadisleri bir araya getirmiş olmanın yanında, ehli sünnet ile şia arasında kırılma noktası sayılabilecek nübüvvete dair bazı konular ile sahabe meselesinde yoğun bir şekilde zikrettiği rivayetlerle, ehli sünnetin duruşunu göstermiş ve kendi mecrasında mücadelesini ortaya koymuştur. Yine o, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye adlı meşhur eserinde itikadî, amelî ve ahlakî olarak gördüğü problemleri gündeme getirmiş ve “kâmil bir Müslüman nasıl olmalıdır” sorusuna cevap aramıştır. 

Birgivî eserlerinde genel olarak gördüğü sorunlara çözümler getirmesinin yanında özel rastladığı meselelerde de tepki vermekten geri durmamıştır. Bu çerçevede hayatının sonlarına doğru Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya (ö. 987) memleketteki adaletsizlikle mücadele etmesi için tavsiyede bulunmak amacıyla İstanbul’a gelmesi manidardır. Yine o, devrin Şeyhülislâm’ı Ebussuûd Efendi’ye de para vakıfları konundaki fetvası sebebiyle reddiye yazmıştır. Ebussuûd Efendi (ö. 982) Risâle fî cevâzi vakfi’l-menkûl ve’n-nükûd isimli risalesinde para vakıflarının cevazına fetva verir. Birgivî ise, Şeyhülislam’ın fetvasının geçersizliğini ispatlamak amacıyla es-Seyfü’s-sârim fî ademi Cevâzi vakfi’l-menkûl ve’d-derâhim adlı risaleyi telif eder. Böylece Ebussuûd Efendi’nin fetvasında dayandığı delilleri irdeler ve tenkitte bulunarak para vakıflarının caiz olmadığını savunur.

Birgivî, dinin ihyâsı için çaba sarf etmiş biridir. Bidat ve hurafelerle mücadele etmiş bilhassa sûfilerin şeriata uymayan görüşlerini reddetmiştir. Onun bazı tenkitlerinden ve muhatabını eleştirirken sözü dolandırmaksızın son derece açık, net, özlü ve kimi zaman da sert ifadeler kullanmasından hareketle olsa gerek, bazılarınca o selefilikle nitelendirilmiştir. Onun İbn Teymiye’den etkilendiği ve tasavvufa tavır aldığı yönünde günümüzde bazı muhitlerce dillendirilen iddiaların yeterli araştırmalar yapılmadan ortaya atıldığı anlaşılmaktadır. Bu iddiada kendisine ait olmadığı halde onun zannedilen bazı eserlerin de etkisi vardır (Arslan 2009, s. 175-182).

Birgivî’nin ilim dünyasına katkıları bağlamında, sarf-nahiv konularına dair eserleri özel bir yer tutmuş ve Birgivî’nin tanınıp çağları aşmasına bu alandaki çalışmalarının katkısı büyük olmuştur. Başta Avâmil ve Izhâr olmak üzere Arapça gramerinde kaleme aldığı eserler, İslâm ilimleri alanında büyük bir hizmet ifa etmiş ve haklı olarak yaygın bir şöhrete kavuşmuştur. İslâm dininin iki ana kaynağını oluşturan Kur’an ve Sünnet’in dili olan ve ayrıca İslâm medeniyetinin müşterek lisanı haline gelen Arapça’nın Arap olmayan Müslüman milletler tarafından öğrenilebilmesi için büyük gayretlerin sarf edildiği bilinmektedir.

Öne Çıkan Eserleri

  • Vasiyetnâme: Kazan Üniversitesi Matbaası, 1802; İstanbul 1803; A. Ersin Yücel, İstanbul 1992.

  • et-Tarîkatü’l-Muhammediyye: Matbaa-i Âmire, 1844; Bulak, 1879; thk. Mahmûd Hasan Ebû Nâcî eş-Şeybânî, Riyad 1993; thk. Dr. Muhammed Huseynî Mustafa, Dâru’l-Kalemi’l-Arabî, Halep 2002; çev. Celal Yıldırım, 1968; çev. Fatih Güneş, Kalem Yayınları 2006; çev. Muhammed Taha, Muallim Neşriyat, 2013; çev. Nedim Yılmaz, Hisar Yayınları, 2015.

  • Kitabu’l-Îmân ve Kitâbu’l-İstihsan: thk. Mesut Çakır.

  • Avâmil.

  • Izhâru’l-Esrâr.

  • Cilâu’l-Kulûb: İstanbul [t.y.]; çev. Hasan Akarsu, Dehliz Kitaplar, 2010.

  • Makâmât: çev. Alaüddin Çalışkan, Kitap Kalbi Yayınları, 2015.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu