Hayatı
Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça kısıtlı ve menkıbe tarzındadır. Eldeki kesin bilgilere göre Horasan’ın Bestâm kasabasında doğdu. Dedesi Sürûşân, Mecusi bir din adamı, sonradan Müslüman olan babası İsa ise Bestâm’ın ileri gelenlerindendi. Gençlik yıllarında dinî tahsil gördü ve Hanefî mezhebini benimseyerek fıkıh okuttu. Hadis tahsili gördüyse de birkaç hadis dışında rivayette bulunmadı. Yine bu dönemde kendi ifadesiyle “ümmî” üstadı Ebû Ali es-Sindî’ye bağlandı ve kendisi ona temel dinî bilgileri öğretirken ondan “fenâ ve tevhîd” ilmini öğrendi. Bir süre sonra çeşitli görüşleri ve sözleri sebebiyle tepki çekmeye başladı ve Bestâm’dan sürülmesi için kadı Hüseyin b. Îsâ tarafından fetva verildi. Bu nedenle bir müddet Bestâm’dan ayrıldı. Önce Şam’a daha sonra hac için Hicaz’a gitti. Ardından Cürcân ve Semerkant’a geçen Bâyezîd, Hüseyin b. Îsâ’nın vefat etmesi üzerine tekrar Bestâm’a döndü. Hayatının sonuna kadar burada yaşayan Bâyezîd, dönemin önde gelen bazı sûfîleriyle şahsen görüşmüş ve zamanla büyük sayıda bir takipçi kitlesi kendisine bağlanmıştır. Bunların en ileri gelenleri kendi ailesindendi. Görüşlerini hep Farsça dile getirdiği için, yeğeni Ebû Musa’nın, Bâyezîd’in pek çok şathiyesini Farsça’dan Arapça’ya tercüme ederek Cüneyd’e gönderdiği bilinir. Şathiyelerinin büyük bir kısmı Serrâc’ın el-Lüma' ve Sehlegî’nin Nûr min kelimât-ı Ebî Yezîd Tayfûr isimli eserleriyle günümüze ulaşan Bâyezîd, 234/848 ya da kuvvetle muhtemel 261/875 yılında Bestâm’da vefat etti.
Öğretisi
Bâyezîd, tasavvuf tarihinin münferit şahsiyetlerinden biri olarak, görüşlerini sistematik bir tarzda anlatmamıştır. Öğretisinin genel çerçevesi, ondan nakledilen sözleri yorumlayan sonraki sûfîler tarafından ortaya konulur. Hücvîrî’nin meşhur fırka tasnifinde Bâyezîd’e nispet ettiği Tayfûriyye, sahvı esas alan Cüneyd’in mektebine karşılık sekri savunan akım olarak tanımlanır. Bunun anlamı şer’î ölçülere tavizsiz bir şekilde bağlı kuralcı tasavvuf anlayışlarına karşılık Bâyezîd’in daha coşkun ve vecd esaslı bir yaklaşım benimsediğidir. Bâyezîd’dan aktarılan sözlerin genel teması, fena, miraç, sekr, ilahi aşk ve vecd konularını kapsar. Muhtemelen tasavvuf tarihinin en büyük sûfîlerinden biri sayılması, tasavvufî yöntemin sonunda salikin ne ile karşılaştığı ve bunun nasıl ifade edileceğiyle ilgili en karmaşık ve paradoksal yaklaşımları dile getirmesinden kaynaklanır. Bâyezîd’in düşüncesinde ağır riyâzet ve mücâhede uygulamaları fenâ için şarttır. Bu eğitim sürecinin her bir aşaması, kademeli olarak benliğin yok olduğu ya da silindiği bir seyir takip eder ve neticede Hak ile insan arasında, iki öznenin birbirinden ayırt edilemediği bir birliktelik gerçekleşir. Bu aşamada insan, bütün ifade gücünü yitirdiği için söylediği bütün cümleler paradoksal bir anlam taşır. Öyle anlaşılıyor ki Bâyezîd için bütün bir tasavvufî eğitim süreci, bu birlikteliğin gerçekleşmesi amacına matuftur ve fena hâli tasavvuftaki en yüksek dereceyi ifade eder.
Şeriat-hakikat ilişkilerinin tesis edilmeye çalışıldığı bir dönemde Bâyezîd’in sözleri bilhassa Iraklı mutasavvıflar tarafından tamamıyla reddedilmeden yorumlanmıştır. Bu minvalde ortaya çıkan en önemli kavram “şathiye”dir. Cüneyd-i Bağdâdî, Bâyezîd’in sözlerini izah etme girişiminde bulunmuş; bu izahlara kendi yorumlarını ekleyen Serrâc ise Bâyezîd ile beraber başka sûfîlerin tepki çeken söz ve davranışlarını ilk kez “şathiye” olarak niteleyip Sünnî ilkelere göre yorumlamıştır. Bu yorumlardaki temel yaklaşım, fenânın tasavvuftaki en yüksek derece olmayıp ondan sonra gelen bekâ hâlinin bir ön aşaması sayılması gerektiği yönünde Cüneyd’in görüşünün etkisini taşır. Bu bakımdan Cüneyd, Serrâc, Hücvîrî gibi Sünnî tasavvufun savunucularının anlatımında Bâyezîd, en büyük sûfîlerden biri olmasına karşılık yine de etkisi zayıf bir mutasavvıf olarak görülür. Tasavvufî düşüncenin Bâyezîd ile tam olarak barışması, onu “Bâyezîd-i Ekber” olarak anan İbnü’l-Arabî ile beraber gerçekleşmiştir. İbnü’l-Arabî, genel anlamda sekr ya da vecd hâlinde dile gelen ve daha önce “şathiye” olarak nitelendirilen sözlerin aslında gerçeğin ifade edildiği doğru sözler olduğu görüşünü dile getirdi ve böylece Bâyezîd’in, görüşleri en tutarlı ve makbul sûfîlerden biri sayılmasını temin eden nazarî bir çerçeve sundu.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu