Hayatı

1281/1903 yılında İran’ın Tebriz şehrinde dünyaya geldi. 5 yaşında annesini, 9 yaşında da babasını kaybetti. Babasının vasisi onu ve tek kardeşini ilk eğitimlerini almaları için okula gönderdi. 1290 ile 1297 arasında Arapça ve Kur’ân eğitimini tamamladı. 1297’den 1304’e kadar olan sürede dini ilimler eğitimi aldı. Bu süre zarfında kendi tabiriyle felsefe ve irfan dışındaki bütün alanlarda eğitimini tamamladı. İlk eğitimini Tebriz’de tamamlayan Tabatabaî kardeşiyle birlikte dönemin önemli bir eğitim merkezi olan Irak-Necef’e gider. Yaklaşık 10 yıl burada naklî ve aklî ilimler tahsil eder. Burada Murtaza Talakanî’den felsefe, Seyyid Hüseyin Bâdkubâî’den matematik, Seyyid Ebü’l-Kasım Hansârî’den fıkıh ve fıkıh usûlü, Muhammed Hüseyin Ğarevi İsfahânî ve Mirza Hüseyin Na’inî’den hadis ve rical ilmi ve Seyyid Ali Kazî’den de irfan ve ahlâk okur. Allâme, Necef’teki bu tahsil döneminde yaşadığı maddi sıkıntılardan sonra Tebriz’e geri döner ve on yıl Tebriz’in Şadabad köyünde çiftçilik yapar. Bu süre zarfında zaman zaman Kum’a taşınma planı yapsa da bu niyetini ancak 1325 yılında gerçekleştirir. Allâme Tabatabaî’nin Kum’a yerleşmesiyle Şîa dinî ilimler havzasında da yeni bir dönem başlar. Daha önce resmi eğitim müfredatından dışlanan aklî ilimler Allâme’nin Kum’daki ders halkları sayesinde zamanla havzanın resmi eğitim sisteminin bir parçası haline geleceklerdir. Allâme Kum’daki ilk zamanlarında meşhur Tabatabaîler silsilesine mensup olduğundan “Kazî” olarak tanınır ancak kendisi Tabatabaî olarak çağrılmayı tercih eder. Kum’a yerleştikten kısa bir süre sonra Molla Sadrâ’nın meşhur felsefi eseri olan el-Esfâr’ı” okutmaya başlar. Ancak bazı tutucu alimlerin ısrarıyla bu dersler iptal edilir. Bunun üzerine Allâme İbn Sînâ’nın eş-Şifâ adlı eserini okutmaya başlar. Bunun yanında geceleri de gayri resmi olarak el-Esfâr okutmaya devam eder. Bu dersler Perşembe ve Cuma geceleri yapılıyor ve derslere katılım Allâme’nin izniyle oluyordu. Allâme’nin Kum’da bulunduğu dönemde yaşanan önemli gelişmelerden bir diğeri de onun Heideggerci bir filozof olan Henry Corbin ile tanışması ve birlikte felsefe münazaraları gerçekleştirmeleridir. Dönemin önde gelen felsefe hocalarının da hazır bulunduğu bu münazaralar Kuzey Tahran’da Ahmed Zülmecd Tabatabaî’nin evinde yapılıyordu. Geride pek çok eser ve öğrenci bırakan Allâme Tabatabaî şemsî 1360, miladî 1981’de Kum’da vefat etti. Günümüzde İran’da İslâm felsefesi Onun yetiştirdiği pek çok öğrencisi tarafından devam ettirilmektedir.

Öğretisi

Allâme Tabatabaî’nin önemi Safevîler döneminden sonra Şîa eğitim havzasında hikmet, felsefe ve tefsir çalışmalarını yeninden canlandırmasıdır. Bu yüzden sadece Molla Sadrâ’nın hikmet ve felsefi görüşlerini yeniden ifade etmekle kalmamış buna ek olarak modern tartışmaları da göz önünde bulundurarak bu sistem içerisinde ve onun imkanlarını kullanarak yeni bir epistemoloji inşa etmeye çalışmıştır. Böylece dinî düşünceyi modern batı düşüncesi özellikle de onun İran’da oldukça yaygın ve etkin olan Marksist versiyonuyla mücadele edebilecek şekilde yeniden gündeme getirmiştir. Allâme bu amacına ulaşabilmek için başta Tefsîru-l Mîzân, Usûl-i felsefe, Reviş-i Realizm, Bidâyetü-l hikme ve Nihâyetü-l hikme olmak üzere pek çok eser kaleme almıştır.

Yirmi ciltlik bir tefsir olan el-Mîzân’da Allâme, Kur’ân’ın yine Kur’ân’la açıklanması ilkesini esas almıştır. Onun inancına göre Kur’ân her şeyi açıklayan bir kitap olduğundan, kendi amaç ve maksadının açıklığa kavuşturulabilmesi için başka bir şeye muhtaç olması düşünülemez. Bu yüzden herhangi bir ayetin açıklaması başka bir ayetle verildiği durumlarda, esbâb-ı nüzûl, rivayetler ve müfessirlerin görüşleri ikinci sırada yer alır ve doğrudan bunlara başvurulmaz. Dolayısıyla Allâme’ye göre Kur’ân’da, Onun başka bir şeyle açıklanmasını zorunlu kılacak müphem ve belirsiz hiçbir şey bulunmamaktadır. Usûl-i felsefe ve revişi realizm kitabı genelde materyalist dünya görüşü, özelde ise Marksist felsefe anlayışına karşı yazılmıştır. Bu kitapta Allâme birisi ontolojik diğeri de epistemolojik olmak üzere iki temel önermeyi ispatlamaya çalışır. Ontolojik önerme “varlığın maddi olandan ibaret olmadığı” kabulüdür. Zira materyalist anlayış varlığın maddi olandan ibaret olduğu temel ontik kabulüne dayanmaktadır. Bu ontolojik zemin ve kabulün epistemolojik sonuç ve karşılığı ise aklın ikinci akledilirleri elde edebilecek güç ve donanıma sahip olduğunu gösterebilmektir. Murtaza Mutahhari’nin harika şerhiyle oldukça hacimli bir esere dönüşen mezkûr çalışma işte bu iki önemli konu etrafında yapılan felsefi mülahazaları barındırmaktadır. Bu iki kabulü temellendirerek Allâme, klasik anlamda metafizik yapılabileceğini göstermeye çalışır. 

Birbirlerinin tamamlayıcısı olan Bidâye ve Nihâyetü-l Hikme eserleri ise Molla Sadrâ tarafından kurulan Hikmet-i Mütealiye’ye birer giriş kitaplarıdır. Bu eserlerinde Allâme, Sadrâ’nın felsefe anlayışını oldukça sade ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyar. Bu özelliklerinden dolayı bu iki eser günümüzde Havzada ders kitapları olarak okutulmaktadır.

İslam Düşünürleri

Varlık Düşüncesi

Allâme Tabatabaî, Molla Sadrâ tarafından XVII. yüzyılda kurulan Hikmet-i Mütealiye ekolüne mensup bir filozoftur. Bu felsefe ekolünün en önemli ve ayırt edici özelliği varlık-mahiyet ayrımında varlığın asil ve mahiyetin itibari olduğunu kabul etmesidir. Allâme de Molla Sadrâ’ ya tabi olarak bu anlayışı benimsemiş ve mahiyetin salt zihnî bir olgu olduğunu buna karşılık dış alemde vaki ve gerçekten var olanın ise varlık olduğunu savunmuştur. Asalet-i vücûd olarak adlandırılan bu anlayış, İbn Arabî’nin vahdet-i vücut anlayışının Sadrâ felsefesindeki karşılığıdır. Asalet-i vücûd ile birlikte teşkîk-i vücûd ilkesi bu ontolojik yaklaşımın en temel ikinci dayanağını oluşturmaktadır. Birinci kabul gerçekten var olanın ne olduğu sorusuna cevap verirken, ikinci kabul ise vahdet-kesret ilişkisinin nasıllığının cevabını oluşturmaktadır.

Bilgi Teorisi

Klasik İslâm felsefesi esasında bir varlıkbilim olduğundan doğal olarak bilgi olgusunu da bir var olan olarak ele almış ve günümüzde epistemolojik bahisler olarak adlandırılan tartışmalara çok fazla girmemiştir. Allâme’nin bu alanda ilk yaptığı şey modern gelişmeleri de göz önünde bulundurarak İslâm düşüncesinde bulunan bu boşluğu doldurmak olmuştur. Bu amaçla öncelikle epistemolojinin alanına giren meseleleri tedvin etmiş ve sistematik olarak bunları düzenlemiştir. Allâme epistemolojiyle ilgili tartışmaları daha çok Usûl-i felsefe ve revişi realizm adlı eserinde bulunan dört makalede yapmıştır. Burada öncelikle; Eşyanın dışsal varlığı, tecerrüt, bilginin değeri, bilginin vaka ve nefsü-l emr ile mutabık olması ve buna ne kadar güvenilebileceği kavram ve meselelerini ortaya koymuş ve ayrıntılı olarak tartışmıştır. Ayrıca idrakte kesretin nasıl meydana geldiği, hakiki idrakler ile itibari olanların birbirinden ayırt edilmesi ile bunlar arasında bulunan farkların ortaya konması ve ilk aklî apaçık önermelerin duyulurlardan nasıl soyutlandığı gibi önemli meseleleri ele almış ve ayrıntılı olarak tartışmıştır.

Ahlâk ve Siyaset Düşüncesi

İslâm düşüncesinde ahlâk daha çok değerlerin statüsü etrafında ele alınmıştır. İki temel yaklaşım doğrultusunda bazıları değerlerin aklî zatîliğini savunurken diğer bazıları da değerlerin itibarî olduklarını savunmuştur. Bu kamplaşmada Allâme mensup olduğu kelâmî geleneğin aksine değerlerin itibarîliğini savunmuş ve böylece değerler alanında yeni tartışmaların önünü açmıştır.

Öne Çıkan Eserleri

  • el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kur’ân (Tefsirü-l Mizan): 1392.

  • Usûli Felsefe ve Revişi Realizm: Kum 1332.

  • Bidayetü’l-Hikme: Muesesetü’l-Neşri’l-İslâmi, Kum 1428.

  • Nihâyetü’l-Hikme: Merkezu Isdârâtı Müesseseyi İmam Humeyni li’l-Bahs ve’t-Ta‘lîm, Kum 1395.

  • Resaili Seb‘a: Bonyâdı İlmî ve Fikrî-yi Ostâd Allâme Muhammed Hüseyin Tabatabaî, Kum 1362.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu