Hayatı

Ali Şîr Nevâî, 17 Ramazan 844 (9 Şubat 1441) tarihinde Herat’da doğdu. Uygur asıllı olduğu bilinmektedir. Anne ve baba tarafından soylu bir aileye mensuptu. Ataları yedi batından beri Timur’un torunlarının hizmetinde bulunmuşlardır. Babası, Kiçkine Bahadır diye anılan Gıyaseddin Kiçkine, Ebü’l-Kasım Bâbür Şah’ın sarayında önemli bir görevdeydi. Babasının sarayda önemli bir konumda olması Ali Şîr Nevâî’nin bir hükümdar adayı olan yaşıtı Hüseyin Baykara ile birlikte büyümesine ve geniş imkânlarla yetişmesine olanak sağlamıştır. 1447’de Şahruh’un ölümü üzerine ülkede karışıklıklar çıkmış ve Gıyaseddin Kiçkine, oğlu Ali Şîr ile birlikte Irak’a gitmiştir. Memleketinden ayrıldığında henüz altı yaşında olan Nevâî, beş yıl süren karışıklığın ardından tekrar Herat’a dönmüştür. 1452 yılında Herat’ta tahtın sahibi Şahruh’un torunu Ebü’l-Kasım Bâbur’dü. Kiçkine Bahadır döner dönmez onun hizmetine girmiştir. Ancak çok geçmeden Sebzevâr Emirliğine görevlendirilmiş ve Ali Şîr Nevâî ile birlikte Herat’tan tekrar ayrılmıştır. Nevâî, Sebzevâr’da bir süre eğitim aldıktan sonra, Herat’a, Babür’ün yanına dönmüştür. Bu sırada babasını kaybeden Ali Şîr Nevâî, Babür’ün himayesi altında Hüseyin Baykara ile birlikte Meşhed’e gitmişlerdir. Babür Meşhed’de ölünce Hüseyin Baykara Merv’e dönmüş, Nevâî ise eğitimine devam etmek için Meşhed’de kalmıştır. Babür’ün ölümünün ardından tahta geçen Ebû Said Mirza dönemi Nevâî’nin siyasi hayatı için pek parlak geçmemiştir. Ancak Meşhed gibi hem kültürel hem dini açıdan gelişmiş olan bir şehirde kalmasının onun tahsilinde çok büyük payı olduğu aşikârdır. Burada Timurlu beylerinden Seyyid Hasan Erdeşîr’den büyük yardım görmüştür. 1464 yılında Meşhed’den Herat’a dönen Nevâî, Ebû Said Mirza’nın hizmetinde sıkıntılı günler geçirmiştir. Bu durumun nedeni Ebû Said’e karşı ayaklanan Hüseyin Baykara’nın Nevâî ile yakın arkadaş olmasından kaynaklandığı düşünülür. Bu sebeple Herat’da daha fazla kalamaz ve eğitimi için Semerkand’a gider. Hüseyin Baykara, Ebû Said ile arasındaki taht mücadelesinden galip gelince bu durum Ali Şîr Nevâî için de büyük bir şans olmuştur. Hayatının büyük bir kısmını süt kardeşi ve mektep arkadaşı Horasan hükümdarı Sultan Hüseyin Baykara’nın yanında ve hizmetinde geçirmiştir.

Nevâî, Herat sarayında büyük bir itibar görerek önce nişancı olarak tayin edilmiş, sonrasında vezirlik ve bir müddet sonra da Emir unvanı verilmiştir. Böylelikle Nevâî, kısa zamanda sarayın en çok sözü geçen adamlarından biri olmuş, mühim bir siyasî ve idarî şahsiyet olarak Hüseyin Baykara saltanatının yükselişine hizmet etmiştir. Devlet idaresinin onun gibi âlim ve aydın bir kişinin elinde bulunması, Herat’da kısa sürede tesirini göstermişti. Nevâî, yalnız ilimde ve sanatta değil, ülkenin imar ve iskânında, teknik sanatların gelişmesinde ve medeniyet alanındaki ilerleyişinde milletine hizmet etmiştir.

Bu resmî görevini 1490’da, kendi adamlarından Baba Ali Işık Ağa’ya devrederek devlet hizmetini bırakmıştır. Bin bir plan ile Hüseyin Baykara ile arasına fitne sokulmak istenmiş, bu nedenle de Esterâbâd Emirliği göreviyle, Herat’tan uzaklaştırılmıştır. Hatta düşmanları onu zehirleme gayesiyle bir suikast düzenlemişlerdir. Bu suikasttan kurtulan Nevâî, herhangi bir devlet vazifesi almaksızın, yalnız ilim ve edebiyat ile meşgul olmak istemiş ve böylece Herat’a tekrar dönmüştür. Nevâî’nin bu tavrı isabetli olmuş ki eskisinden daha büyük bir sevgi ve saygı görerek, herhangi bir resmi sıfatı olmadığı halde, en önemli devlet işlerinde onun tedbirlerine müracaat edilmiş, Hükümdar Hüseyin Baykara’nın en çok güvendiği ve fikir danıştığı bir şahsiyet olmuştur. Nevâî bununla da kalmayıp Herat’ı ilim ve edebiyat merkezi haline getirmiş, örnek tutulan bir şair ve âlim sıfatıyla saygı ve takdir dolu bir hayat geçirmiştir.

Nihayet, uzun müddet Sultan Hüseyin Baykara’nın yanında, siyasî ve sosyal alanlarda büyük hizmetler verdikten sonra Ali Şîr Nevâî, Esterâbâd seferinden dönmekte olan hükümdarını karşılamaya gittiği gün felç geçirmiştir. Sultan Hüseyin Baykara, onu kendi tahtırevanıyla Herat’a getirmiştir. Fakat bu büyük şair kurtulamayarak 3 Ocak 1501’de vefat etmiş ve hayatta iken yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. 

Öğretisi

Nevâî, Türk dili ve edebiyatının yanında, Arap ve Fars dillerine ve bu dillerin edebiyatlarına da tüm detaylarıyla hâkimdi. O dönemde hayranlık uyandıran İran edebiyatını o da benimsemiş, ancak Türkçeye ağırlık vererek onun döneme damgasını vuran bir devir yaşamasına zemin hazırlamıştır. Bütün divan şairlerimiz gibi o da klasik İran edebiyatının biçim ve içeriğini benimsemiş, ancak eserlerine Türk yaşantısından örnekler yerleştirmiş, şiirlerinde milli detaylar kullanarak Türk edebiyatının daima özgün kalmasını sağlamıştır. Ali Şîr’in özgünlüğü, özellikle Hamse’si ve divanında açıkça görülür. Hamse’sinde yer alan İran kökenli hikâyeleri anlatırken olabildiğince abartıdan uzak durmuş, bu hikâyelerin konularını Türkçeye uyarlamıştır.

Nevâî’nin dili, ortak İslam medeniyetinin kelimeleri ile zengindir. Ancak Nevâî bu kelimeleri nazmında ve nesrinde Türkçenin kendi kelimeleriymiş gibi çok doğal bir şekilde kullanabilmiştir. Bu arada Türkçe söyleyişin bütün esas ve inceliklerine sadık kalarak, Doğu Türkçesini en üst seviyesine çıkarmış, özellikle “Endican” ağzını kullanarak Klasik Çağatayca’yı kurmuştur. Nevâî bu dili kudretle temsil ettiği ve benimsetip sevdirebildiği içindir ki, bu dil Çağatayca yerine “Nevâî Dili” diye anılmış ve bu isimle yaşatılmıştır.

Nevâî, divan şiirinin bütün vezinlerini, bütün şekillerini, türlerini ve hemen hemen bütün klasik konularını işlemiş, fakat bir yandan da bu şiir, onun sanatıyla klasikleşen yeni konular, yeni şekiller ve yeni sanat unsurları kazanmıştır. Mesela milli bir nazım şekli olan “tuyuk” onun söyleyişi ile zirveye ulaşmış; yine onun kafiye, redif, cinasları Türkçeyi ses ve mana zenginliğine ulaştıran bir zevk unsuru haline gelmiştir.

Nevâî, Türk edebiyatında görülen bütün vezinleri şiirlerinde kullanmıştır. Onda vezin çeşitliliği göze çarpar. O kaside ve gazelden tuyuğa kadar bütün nazım şekillerini kullanmıştır. Denemediği hiçbir şekil yoktur. Şekle o kadar meraklı ve bu konuda o kadar dikkatlidir ki divanlarının görünümünde geometrik bir düzen göze çarpar. Bütün divanlarında nazım şekillerinin diziliş sırası aşağı yukarı birbirinin aynıdır. Nevâî, normal hayatta olduğu kadar şiir ve sanatta da kuralcıdır. Özellikle de şiirin dış yapısıyla alakalı konularda oldukça dikkatlidir. Her şair gibi Nevâî de devrinin şiir anlayışına göre şiirler söylemiş, klasik şiir anlayışının kabul ettiği esaslar, şekiller ve mazmunlar çerçevesinde eserlerini yazmıştır. Nevâî’yi birçok şairden farklı kılan bir amacının olmasıdır. Bu amaç Türk edebiyatını dağınıklıktan kurtarmak ve onun önünü açmaktır.

Klasik şiirin bütün özelliklerini yansıtan Nevâî, şiirlerinde anlam ve hayale önem vermiş, ancak şiirlerini derin bir anlayışla örgülememiştir. Onun şiirleri ilk okunduğunda anlamını hemen vermekte ve derinlerde başka yorumlar içermemektedir.

Divan edebiyatının belli kalıplar içinde, dar kafiyelerin esareti altında söylemek zorunda kaldığı gazellerinde “tasannu” denilen yapmacıklara o da düşmüştür. Fakat tabiatını zorlamadan söylediği şiirlerde neşe, heyecan, umut, umutsuzluk, iç üzüntüsü bütün samimiliğiyle görülür. Nevâî’nin eserlerinde hâkim olan ruh; samimiyet, sadelik, azim, irade, niyetlilik, tam ciddiyet gibi ahlak prensipleri ile ifade edilir. Nevâî’nin şiirlerinde ses açısından da mükemmeli aradığı görülecektir. O, ahenk unsurlarından aruz, kafiye, redif ve ses tekrarlarını dengeli bir şekilde kullanarak şiirlerine beste havası vermeyi başarmıştır.

Nevâî’nin gazellerinde esas olan bütünlüktür. Bu yüzden gazelleri aynı ahenktedir. Bir duygu çevresinde gelişir. Hedef bütün güzelliğidir. Bu yüzden onda fikir her zaman esas, üslup ise bir araçtır. Nevâî’nin eserlerinde esas olan sanat gösterisi yapmak değil, hayata bakışını, inandıklarını ve fikirlerini aktarmaktır. Biçim, teknik ve dil bakımından kusursuz olan Nevâî’nin şiirlerinde; olgun bir dindarlık, tasavvufu okşayan bir neşe ve zevke düşkünlük eğilimi görülür. Aşk anlayışı platonik ve romantiktir. Ancak, bu büyük aşkta his ve heyecandan ziyade akıl ve mantık hâkimdir. Nevâî bu noktada Fuzulî’den ayrılır ve onun kadar kendini yalnız hissetmez. Kendisi aynı zamanda bir belagatçi olan Nevâî, her açıdan tam bir mükemmeliyetçidir. Kaleme aldığı tüm eserlerde ve eleştirilerde bunu görmek mümkündür. Bu yüzden şiirlerinin her şeyden önce belagat açısından mükemmel olmasına dikkat etmiştir. Teknik bakımdan tamamen kusursuzdur.

Nevâî tezkiresinde, tam anlamıyla bir Bilge üslubu sergilemiştir. O, olgun ve kendinden emin bir üslupla insanları sevgiye ve doğruluğa davet etmekte, dürüst bir Müslüman Türk olarak topluma faydalı fertler olmalarını istemektedir. Tezkiresinde kimi zaman şairlere öğütler vererek, onları kötü alışkanlıklarından vazgeçirmeye çalışmakta; kimi zamanda güzel ahlak sahibi kişilere övgüler yağdırmaktadır. Nevâî, şiirde bir otorite ve ekol haline geldiği için şairlere tavsiyelerde bulunur. Hatta beyit beyit yaptıkları yanlışlara dikkat çeker ve onları düzeltir.

Ali Şîr Nevâî’nin en büyük özelliği tam anlamıyla şuurlu ve idealist milliyetçiliğidir. İslam ve İran fikriyatını benimsemiş olmakla beraber, o kendi milletini sevmiş, bütün varlığı ile kendini Türk şiirine vererek, özellikle Türkçe üzerinde milli bir hassasiyet göstermiştir. Amacı kültür ve edebiyat dili vasıtasıyla Türk birliğini sağlamak veya var olan bu birliği daha da pekiştirmektir. Bu noktada Kaşgarlı Mahmud ile aralarında büyük bir yakınlık ve benzerlik vardır. Nevâî kendi şiiriyle bu dil birliğini sağladığını gururla söyler. Onun muhtelif eserlerinde şu sözleri görmekteyiz. Lisanü’t-Tayr’da: “Cihanda Türk edebiyatı bayrağını kaldırmakla Türkleri tek bir millet, tek bir camia haline soktum.” Ferhad û Şirin’de: “Hiçbir ordum olmadığı halde ve her tarafa yalnız divanımın nüshalarını göndermekle, Çin hududundan Tebriz’e kadar, bütün Türk hatta Türkmen illerini fethettim.” Sedd-i İskender’de: “Hafiften gelen ilahi bir sesin bana; Sen kılıçsız, yalnız kalemin ile Türk ülkelerini, Türk milletinin kalbini fethedeceksin, onları tek bir millet yapacaksın, Türk ülkesi sana aittir! dedi.”

Türkçecilik konusunda en iddialı eseri olan Muhakemetü’l-Lugateyn, ömrünün sonlarına doğru yazmış olması, onda Türkçü ve Türkçeci fikirlerin gittikçe ziyadeleştiğini ve olgunlaştığını gösterir. Nevâî bu eserinde Türkçe ile Farsçayı karşılaştırarak, Türkçenin birçok yönden Farsçadan daha üstün bir dil olduğunu belgeler ve bu noktada Farsça yazan Türk şair ve ediplerini uyarır. Nevâî’nin Türkçeyi Farsçaya üstün gördüğü hususlar özetle şu şekildedir: “Türkçenin kelime haznesi daha zengindir. Anlatım yolları ve fiil çekimleri daha çeşitlidir. Türkçe mecazlar, cinaslar ve kafiyeler bakımından da Farsçadan çok daha üstün bir dildir.”

Öne Çıkan Eserleri

  • Garâibü’s-Sıgar: Garaibü’s-sıgar: İnceleme- Karşılaştırmalı Metin, haz. Günay Kut, TDK, Ankara 2003.

  • Bedâyiu’l-Vasat: Bibliothèque Nationale, Suppl. Turc. 746; Biritish Museum, Or. 401; Azerbaycan İlimler Akademisi El Yazmaları Fonu, nr. 3010; Özbekistan İlimler Akademisi Edebiyat Müzesi, nr. 84.

  • Nevâdirü’ş-Şebâb: haz. Sultan Ali Meşhedî, Özbekistan İlimler Akademisi, Bîrûnî Şarkşinaslık Enstitüsü, Taşkent 1995.

  • Fevâidü’l-Kiber. 

  • Hazâinü’l-Meânî: Külliyyât-ı Devâvîn, haz. Hamid Süleyman, Özbekistan Fenler Akademisi, Taşkent 1959.

  • Farsça Dîvân: Nuruosmaniye Ktp., nr. 3850; Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, nr. 1952; Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 632. 

  • Hayretü’l-Ebrâr: haz. Parsa Şemsiyev, Taşkent 1958-1960.

  • Ferhâd ü Şîrîn: haz. Parsa Şemsiyev, Hâdî Zarif, Taşkent 1963; haz. Gönül Alpay, TDK, Ankara 1965.

  • Leylâ vü Mecnûn: haz. S. Ganieva, Özbekistan SSR Fenler Akademiyası, Taşkent 1992.

  • Seb‘a-i Seyyâre:  Özbekistan Fenler Akademisi, Taşkent 1956; Yedi Seyyâre, haz. Hamid Araslı, Bakü 1947.

  • Sedd-i İskenderî: Ali Şir Nevayi Sedd-i İskenderi: (İnceleme-Metin), haz. Hatice Tören, TDK, Ankara 2001.

  • Lisânü’t-Tayr: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, nr. 803; Özbekistan Fenler Akademisi, Taşkent 1965; haz. Mustafa Canpolat, TDK, Ankara 1995.

  • Mecâlisü’n-Nefâis: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, nr. 808; Özbekistan Fenler Akademisi, Taşkent 1961; Mecalisü’n-Nefayis: (Çeviri ve Notlar), haz. Kemal Eraslan, TDK, Ankara 2001.

  • Muhâkemetü’l-Lugateyn: nşr. M. Yâkub Vâhidî, Kâbil 1984; çev. T. Genceî, Tahran, 1327 hş./1948; çev. R. Devereux, Leiden 1966; çev. Refet Işıtman, 1941.

Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu