Hayatı
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber takriben 988 (1580) yılında Hindistan'ın Pencap eyaletine bağlı Siyalkut'ta dünyaya geldi. Siyalkuti Hindistan'da Babürlü hükümdarlarından Sultan Cihangir ve Şah Cihan dönemlerinde yaşamış ve bir dönem onların ilgi ve desteklerini görmüştür. Alim ve soylu bir aileye mensup olduğu anlaşılan Siyalkuti’nin hocaları hakkında kaynaklarda Abdulhak Dehlevi, Mevlana Kemaleddin Keşmiri ve İmam Rabbani’nin isimleri geçmektedir. Dönemin siyasi otoritesinin desteği sayesinde şahsına ait hacimli bir kütüphane oluşturmuş olup burada kendisini akli ve nakli ilimlerde yetiştirmiştir. Siyalkuti hayatı boyunca ilmi seyahatlerde bulunamamış ve yaşadığı bölgenin sınırları içinde kalmış, ancak devrinin ilmi seviyesinin sınırlarını aşarak İslam düşünce geleneğinin eklektik ve diyalektik seyrine zengin katkılarda bulunmuştur. Hint uleması arasında olduğu kadar Osmanlı muhitinde de haşiyeleriyle şöhret bulan Siyalkuti, yaşadığı dönemde ilmi otorite kabul edilmiştir. Her nekadar hayatı ve eğitimi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olamasak da Siyalkuti’nin, islam düşüncesinin ikinci klasikleri kabul edilen şerhler üzerine yazmış olduğu nitelikli haşiyelerinden derin tahlil kabiliyetine sahip olan ve meselelere kapsamlı nüfuz edebilen bir muhakkik olduğu görülmektedir. Onun, muhakkikler döneminin geç dönemde öne çıkan güçlü temsilcilerinden oluşu eserlerinin Hindistan’dan Balkanlara kadar yayılan geniş bir coğrafyada itibar görmesinden anlaşılmaktadır. Hayatının sonuna doğru tasavvufa yönelip İmam Rabbani’ye intisab ettiği bilinen Siyalkuti 18 Reblülevvel 1067 (4 Ocak 1657) tarihinde Siyalkut'ta vefat etti.
Öğretisi
Siyalkuti, islam düşüncesinin tarihi seyri dikkate alındığında Fahreddin Razi sonrası gelişen muhakkikler döneminin 17. yy.’daki en önemli temsilcisidir. Bu dönemin mümeyyiz vasfı olarak kabul edilen, ele aldığı bir eserin temel problematiği üzerinden sahayı aydınlatma faaliyetini oldukça başarılı bir şekilde yürütmüş ve böylece şerh ve haşiye geleneğine yeni bir soluk kazandırmıştır. Onun bu başarısını, Şerhu’l İşarat, Şerhu’t Tecrid, Şehu’l Mevakıf, Şerhu’l Akaid, Şerhu’l Mekasıd veya el-Mutavvel gibi islam düşüncesinin ikinci klasikleri üzerine yazmış olduğu haşiyelerde gözlemlemek mümkündür. Eserlerinde vahdet-i vücud görüşünün ve işrak felsefesinin izlerine rastlanan Siyalkuti’yi asıl öne çıkaran hususiyeti ise, kendisine kadar farklı tezahürlerle devam etmiş olan islam filozoflarına karşı takınılan menfi tutumu değiştirme çabasından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki o , Gazzali’nin Tehafüt’de meşşai filozoflara yönelttiği eleştirileri isabetli bulmayarak özellikle tekfir sebebi olarak görülen üç meselede onların masum olduğunu söylemektedir. Siyalkuti öncelikle cüzileri, yani bilgiye konu olan mevcudu ontolojik tasnife tabi tutarak bu şeylerin cismani ilişkiler açısından mahiyetlerini araştırır ve her birinin islam düşünce geleneğinin isnad ettiği farklı disiplinlerdeki mukabil kavramlarına atıflarda bulunur. Böylece mezkur eserlerin klasik ile olan irtibatını sağlıklı bir zeminde bağlamakla beraber haleflerine yeni yorum imkanları bulabilecekleri açık kaynaklar bırakmıştır. Siyalkuti, salt teolojik meseleler üzerinde yoğunlaşmış olsa da aynı zamanda mensup olduğu halkanın uslubunca felsefi formasyonu güçlü bir muhakktir. Özellikle tanrısal bilgiyi konu aldığı müsatakil bir risale kaleme almış, burada Tanrı-Alem ilişkisini zat-sıfat, külli-cüzi ve bilen bilinen gibi farklı nispetler açısından tahlil ededek Tanrısal bilginin cüzilere taallukunun ne şekilde olduğuna dair bir izah çabasına girmiştir. Varlığın birliği ilkesine sürekli vurgu yapan Siyalkutî, yaratmanın kelamcıların düşündüğü gibi yoktan olmayıp Tanrı’dan varlığın defaten sudûr etmesi yoluyla olduğunu savunmuştur. Ancak diğer yandan filozofların benimsediği nedenselliğin de Tanrı’yı işlevsizleştirmek ve şuursuzluğa düşürmek anlamına geleceğini düşünür. Böylece her bir mevcudun ezelî mahiyetine varlık veren bir Tanrı tasavvuruna ulaşmış ve varlığın sürekliliğini Tanrı’dan sudûr eden varlığın sürekliliğine dayandırmıştır.
Öne Çıkan Eserleri
- Haşiye ala Şerhi'l-Mevakıf (Haşiye) İstanbul: 1311; Kahire: 1271; Kum: 1991; Beyrut: 1998.
- Zübdetü'l-efkar (Haşiye) İstanbul: 1235.
- Haşiye ale’l-Mutavvel İstanbul: 1227.
- er-Risaletü'l-Hakaniyye fi tahkiki mebahisi’l ilm. Esad Efendi. Süleymaniye Kütüphanesi: 1188.
Kaynak: İslam Düşünce Atlası
Dijital Yapım: MÜSİDER ve TV5 Televizyonu