Tekir, Grup Toplantısı'nda şunları dile getirdi:

Acılarımız Hâlâ Taze

Muhterem arkadaşlar; bugün 7 Şubat. Geçen yıl 6 Şubat’ta meydana gelen, Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli, 11 ilimizi etkileyen depremlerin üzerinden tam 1 yıl geçti.

Acılarımız hâlâ taze. Yüreğimiz hâlâ yanıyor. Yitirdiğimiz canları hatırlamamak mümkün değildir. Ancak, şehirlerimizdeki yıkımı gördükçe de kalbimiz sızlıyor.

Depremde binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyoruz.

Mekanları cennet olsun. Cenâb-ı Hak, ülkemize bir daha böylesi acılar yaşatmasın.

Afet Yönetiminde Büyük Eksikliklerimizin Olduğunu Acı Bir Şekilde Tecrübe Ettik

Muhterem arkadaşlar; 6 Şubat depremlerinde kayıplarımızın oldu; on binlerce vatandaşımız  yaralandı; yüz binlerce vatandaşımız maddi ve manevi olarak yıkıma uğradı.

Kayıplarımızı telafi edebilme gücümüz elbette sınırlı. Ancak, en azından yaralarımızı sarma hususunda hem devlet, hem toplum olarak daha duyarlı olabiliriz. Olmalıyız da.

Deprem öncesi hazırlıklarda, deprem sırasındaki ve sonrasındaki müdahalelerde ve afet yönetiminde büyük eksikliklerimiz oldu. Bu nedenle depremi daha acı şekilde yaşadık ve tecrübe ettik.

Şehirlerimizi inşa ettik; imar planlarını yaptık; ancak rant daha cazip, daha tatlı geldi ve deprem gerçeğini tamamen göz ardı ettik. Böylece, haksız kazanç ve yeterli duyarlı olmayışımızın acı gerçeği ile karşılaşmış olduk. Halbuki, “imar” bir yerin yaşanabilir hale getirilmesi, demekti. Depremin yaşandığı yerlerde ise tersi oldu. Allah, insanımızı tekrar bu tür afetlerle karşılaşmaktan korusun.

Yaşanabilecek afetler karşısında, başta ordumuz olmak üzere gerekli ve yeterli insan kaynağımız vardı; ekipmanlarımız da vardı; fakat vahim olanı bu imkanları koordine edecek mekanizmalar geliştirilememiş, maalesef gerekli inisiyatif de gösterilememişti.

Deprem sonrasında ise, ne yazık ki hâlâ vatandaşlarımız, barınma problemi başta olmak üzere, birçok konuda büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar.

Deprem, Siyasi Parti Ayrımı Gözetmez!

Muhterem arkadaşlar; hiçbir zaman hiçbir şey yapılmadı diyemeyiz. Bunun haksızlık olacağını düşünürüz. Ancak, yaraların sarılabilmesi için yapılacak daha çok işin bulunduğunu herkes bilmektedir.

İktidar da bunu kabul etmelidir. Çünkü, problemin varlığını kabul etmek, çözüm ilk şartıdır.

Herkes bilir ki deprem, siyasi parti ayrımı gözetmez! Depremle ilgili tedbirler alınırken de siyasi parti ayrımı gözetilmemelidir. Bu, bütünüyle siyasi sorumsuzluk olur.

Yerel yönetimler ve merkezi yönetim el ele vermelidir. Bu doğrudur. Ancak, Bu noktada, Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın yerel seçimler arefesinde deprem bölgesinde, Hatay’da sarfettiği cümleler oldukça yersizdir ve talihsizdir. Bunu ifade etmeyi siyasi  sorumluluk gereği olarak görürüm.

Sn. Erdoğan’ın bu ifadeleri bir itiraf mıdır, yoksa 31 Mart öncesi bir tehdit midir; bunu kamu vicdanının takdirine bırakıyoruz.

Saadet Partisi olarak, bu yaklaşımı son derece sakıncalı ve yanlış buluyoruz. Afetlere hazırlık sürecinde ve meydana gelen her türlü afet sonrası müdahalelerde siyasi tercihler asla belirleyici olamaz ve olmamalıdır. Umarım bu söz bir zühul eseri olarak söylenmiştir.

Rantı Değil İnsanı Önceleyen Bir Yönetim Mümkündür

Değerli milletvekilleri, kıymetli teşkilat mensuplarımız; Düzce ve Gölcük’te yaşanan 99 depremleri bir milat olmalıydı, ne yazık ki olmadı, olamadı.

Van, Elazığ ve İzmir depremleri bir milat olmalıydı, maalesef yine olmadı, olamadı. Deprem nedeniyle getirilen vergilerden sağlanan gelirler, maalesef amacına uygun kullanılamadı.

Diyoruz ki, en azından 6 Şubat depremleri ülkemiz için artık gerçekten bir milat olmalıdır.

Araştırma ortaya koydu: Türkiye, Dünya'nın en sinirli ikinci ülkesi Araştırma ortaya koydu: Türkiye, Dünya'nın en sinirli ikinci ülkesi

Ülke olarak, topyekun bir zihniyet değişimine ihtiyacımız vardır! Şehirlerimiz betondan nefes alamaz hale gelmiştir. Şehirlerimizi bu hale getiren ilkel, bencil, gayr-i medeni, görgüsüz, sorumsuz ve vahşi anlayış son bulmalıdır.

31 Mart yerel seçimleri, bu anlamda yeni bir dönemin başlangıç tarihi olmalıdır. Rantı değil insanı önceleyen bir yönetim her zaman mümkündür. İnsanımız bunu hak etmektedir. Tıpkı, gelişmiş medeni ülkelerde olduğu gibi.

Afetlere dirençli şehirler inşa etmek her zaman mümkündür! Güvenli evlerde yaşamak bir insan hakkı değil midir?

Nedeni  ne olursa olsun, hak ettiğimiz yaşam bu değildir! Hak ettiğimiz şehirler de bu değildir! Daha iyi bir yaşam insan olarak hakkımızdır! Daha iyi bir afet yönetimi de hakkımızdır!

Tekrar ediyoruz “Yaşanabilir Şehirler”de, “İnsanca Yaşam” süreceğimiz “Başka bir Türkiye Mümkün”dür!
Evet, Milli Görüş zihniyeti ve Saadet Belediyeciliği ile bu, mümkündür!

Topyekun Bir Anlayış Değişikliğine Gitmemiz Gerekiyor

Muhterem arkadaşlar; biz Saadet Partisi olarak, her zaman bir zihniyet değişimi ihtiyacını vurgulamışızdır.

Aslında her mesele için bu böyledir. Köklü bir anlayış değişikliğine gitmemiz gerekmektedir.

Kişileri değiştirebilirsiniz, ama bu çözüm değildir. Şimdilerde uygulandığı gibi, günübirlik politikalarla mesafe katetmeniz hiçbir zaman mümkün değildir.

22 yıldır adalette, ekonomide, eğitimde ve tüm diğer alanlarda onlarca kez Ahmet gitti, Mehmet geldi; Ayşe gitti, Fatma geldi; çözüm oldu mu? Kanunlarda sürekli değişiklikler yapıldı, çözüm oldu mu?

Dün “mucize çözüm” diye sunulan reçeteler, bugün “problemin kaynağı” haline geldi ve öyle ilan edildi.

Dün en süslü cümlelerle “en doğru formül” diye takdim edilen, bugün en sert cümlelerle “en yanlış adım” ilan edildi. Aksaklıklar, görgüsüzlükler ve bilgisizlikler sadece şehirleşmeyle sınırlı kalmadı; dip dalgalar halinde yasa örgüsünde, yani adalet mimarisinde de yaşandı ve yaşanmaktadır.

Gömleğin düğmesini en başta yanlış iliklerseniz başka sonuç doğmaz. Temelde zihniyet yanlış olunca, doğru sonuçlar bekleyemezsiniz. Eşyanın tabiatını değiştirmeye gücünüz yetmez.

Son beş yıldır Merkez Bankası Başkanlarının görevde kalma süreleri, bunun en net göstergesi değil midir?

İstifa Ettiyse, Niye Etti? Görevden Alındıysa, Niye Alındı?

Son yıllarda iktidarın yönetim tarzını yansıtan bir deyim, moda haline geldi: “Görevden affını istemek”.

İstifa mı edildi, görevden mi alındı; o bile belli değil! Öylesine bir muğlaklık, ikisi ortasında duran öylesine bir ifade.

İstifa ettiyse, neden etti? Görevden alındıysa, neden alındı? Cevabını bulabilene aşk olsun.

Bir başarı veya başarılar varsa, bunların her zaman kime mâl edileceği belli. İyi de bir başarısızlık veya başarısızlıklar yumağı varsa bunların faturası kime kesilecek? İşte belirsiz olan bu.

Bu nedenle, “Faizi ben indirdim” diyen Sn. Cumhurbaşkanı’nın ağzından, “Faizi ben yükselttim” ifadesi hiç duyulmuş değildir.

Yüksek faiz, yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek borçluluk… Bunlarda bir sıfat müşterek, o da “yüksek”.  O halde biz bunca maliyeti neden ödedik, neden ödüyoruz, daha ne zamana kadar ödeyeceğiz?

Sn. Albayrak, Sn. Elvan, Sn. Nebati ve şimdi de Sn. Şimşek; böylesine bir tablodan bunlardan hangisi sorumlu? Eğer, sorumlu bunların hiçbiri değilse, asıl sorumluyu merak etmek milletimizin hakkı değil midir?

“Ben Yaptım, Oldu” Mantığıyla Ülkemizin Yönetilmesine İtiraz Ediyoruz

Değerli milletvekillerimiz, değerli teşkilat mensuplarımız; dahası var:

- Yaşadığımız bunca hayat pahalılığının sorumlusu kimdir?

- Şimdiye kadar hiç yaşamadığımız “kira fiyatlarının asgari ücretle yarışır hale gelmesi”nin sorumlusu, sorumluları kimlerdir?

- Milyonlarca insanımızı açlık sınırına, emeklilerimizi ise açlık sınırının da altında bir ücrete mahkum eden veya edenler kimlerdir?

Onlarca, yüzlerce soru var cevap bekleyen. Aslına bakılırsa cevabı herkes biliyor. Cevap öylesine açık ki, iktidar milletvekilleri dahil, hepimiz biliyoruz.

Ülkemizde 22 yıldır tek başına iktidarda bulunan bir siyasi parti var. Son 7-8 yıldır da ülkemizi tek başına yöneten bir irade var. Bu iki siyasi iradeyi bilmeyen var mı? Yok.

Problemlerimizin temel kaynağı da işte tam bu iki irade ve bu irade doğrultusunda uygulama yapan kamu idaresi. Bir kısım rantiyeci dışında insanımız “ben yaptım, oldu.” mantığıyla ülkemizin yönetilmesine itiraz ediyor, edecektir de. Bu itiraz onun en doğal demokratik ve insani hakkı.

Bu anlayış devam ettiği sürece, biz daha çok isim, kişi, plan ve proje değiştiririz. Fakat problemlerimiz çözülecek yerde daha da derinleşir gider.

Miraç Denilince Aklımıza Kudüs Gelir, Mescid-i Aksa Gelir

Muhterem arkadaşlar; bu sıkıntılı ve kaotik durum sadece ülkemizin iç meselelerinde değil, dış politikamızda da yaşanmaktadır.

Uzunca bir süredir dış politikada devlet politikası değil, şahıs politikası egemen gibi bir görüntü vardır.

İktidarda bulunan siyasi partinin ihtiyaçlarına ve zorunluluklarına göre politikaların  belirlendiği bir görüntü veriyor ülkemiz.

Üzülerek ifade edelim ki, Mısır, Suriye politikalarında olduğu gibi, Filistin meselesinde de benzer  tutum aynen devam ettirilmektedir.

İşte dün Miraç Gecesini idrak ettik. Miraç denilince de aklımıza Kudüs gelir, Mescid-i Aksa gelir.

7 Ekim’den bu yana İsrail devleti adeta başıboş, istediği gibi hareket ediyor.  Onlarca kez ilk kıblemizi hedef aldı, almaya da devam ediyor. İslam aleminin ve ülkemizin bu denli sessiz kalmasını anlamak mümkün değil.

Peki ülkemizde iktidar, neden olup biteni sadece seyrediyor?

Kudüs’ün, Gazze’nin yardımına ilk koşması gerekenler bizler değil miyiz?

 Limanlarımızdan Hâlâ İsrail’e Her Gün Gemiler Gidip Geliyor

Muhterem arkadaşlar; dün Miraç Gecesinde hep birlikte ellerimizi açıp zalimlere lanet ettik. Mazlum Filistin halkı için Cenâb-ı Hak’tan yardım diledik.

Peki, limanlarımızdan hâlâ gidip gelen gemiler için söyleyecek sözümüz de mi yok?

7 Ekim’den bu yana, tüm dünyanın gözü önünde; 27 binden fazla kardeşimiz şehit edildi, bunların en az 12 bini daha çocuk yaşlarda!

100 bine yakın kardeşimiz de İsrail’in saldırılarında yaralandı.

Günde ortalama 10 çocuğun bacağı kesiliyor! Böyle bir vahşet düşünebiliyor musunuz?

On binlerce ev tarumar edildi. Binlerce kayıp var. 1 milyondan fazla insan suya ve gıdaya erişemiyor.

Bu şartlar altında limanlarımızdan her gün gemiler İsrail’e hâlâ gidip gelmeye devam ediyor!

“Başka Bir Türkiye Mümkün!”

Değerli milletvekilleri; durumumuz işte budur. Saadet-Gelecek Grubu olarak bizler, hakkı haykırmaya devam edeceğiz.

Zalime zalim diyeceğiz; işgalciye işgalci diyeceğiz; caniye cani demeye devam edeceğiz. Biz mazlumların yanında saf tutmaya devam edeceğiz.

Biz Gazze’nin yanında olmaya devam edeceğiz. Hem sözlerimizle, hem eylemlerimizle. Herkes susabilir, biz susmayacağız!

Bizler, insanımızın problemlerine odaklanmaya, çözüm yollarını göstermeye devam edeceğiz.

Vatandaşlarımıza çağrımız şudur: “Başka bir Türkiye mümkün!”

“Yaşanabilir bir Türkiye”, “Yeniden Büyük Türkiye” ve “Yeni bir Dünya” mümkündür.

Bugün buradan bir kez daha “Haydi Bismillah!” diyoruz; ülkemizin ihtiyacı olan zihniyet değişimini 31 Mart’ta ilk olarak yerelde başlatmak için kollarımızı sıvıyoruz. Allah yâr ve yardımcımız olsun. Sizleri ve değerli vatandaşlarımızı bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum, hayırlı günler diliyorum.