Gazeteci Mustafa Yılmaz Saadet lideri Temel Karamollaoğlu ile nehir söyleşisi yaptığı Son Tanık kitabından gündemdeki konuya ilişkin detaylarını paylaştı.
Savunma Bakanı'nı aradım, meseleyi anlattım. Bir süre sonra döndü, Savunma Sanayi müsteşarıyla görüşmüş, ona havale etti. Askeriyeyle ilgili ilk temas öyle başladı... İlk sahip çıkan Hasan Iğsız Paşa oldu. O zaman yanlış hatırlamıyorsam ya korgeneraldi ya da orgeneral... pic.twitter.com/6DW3nHkjaS
— Mustafa Yılmaz (@mstfyilmaz06) January 19, 2023
İHA ve SİHA'ların yapım sürecinde yaşananların anlatıldığı bölümde şunlar kaydedildi:
Sanayici, iş adamı, mühendis, gazeteci, bürokrat her kesimden insan var. Tabii yerli otomobil üretme fikrini savunanlar kadar bunun gereksiz olduğunu söyleyenler de var. Karşı çıkanlar daha çok otomotiv ithalatçıları. Bunlardan biri kürsüye çıkıyor, şiddetli bir şekilde yerli otomobil fikrine karşı çıkmaya başlıyor. İşte tam bu sırada Erbakan Hoca’nın gözü hemen yan tarafta oturan MKE’den (Makine Kimya Endüstrisi) genç bir mühendise takılıyor. Eğilmiş ayağındaki postalların bağcıklarını çözüyor. Hoca merak ediyor acaba ne yapacak diye. Adam bağcıklarını çözüyor postalı eline alıyor ve konuşmanın orta yerinde ayağa kalkıp, “Bize otomotivi siz ürettirmiyorsunuz!” diye bağırarak postalı kürsüdeki konuşmacıya fırlatıyor.
Hoca yine hafifçe tebessüm ederek, “Ama bizimki tam on ikiden vurmuştu. Postal havada süzülüp adamın tam alnına isabet etmişti” dedi.
- O zamanlar dünyada otomotiv yarışı vardı. Son yıllarda ise insansız hava araçları, İHA ve SİHA’lar gündemde. Erbakan Hoca’nın ve sizlerin bu alanda da önemli bir çabası oldu sanırım.
Ben rahmetli Özdemir Bayraktar’ın ilk olarak Devlet Planlama’da çalışırken tanıdım. O da Topbaş ailesi ile çalışıyordu. Yanılmıyorsam Topbaş grubuna ait Bahariye Mensucat’ta makine mühendisiydi. Daha sonraki yıllarda Özdemir ile dostluğumuz gelişti. İstanbul’da bizim parti teşkilatlarında görev aldı. Parti çalışmaları sırasında çok daha yakından tanıdım kendisi. Ne zaman İstanbul’a gitsem mutlaka görüşürdük. Onların İstanbul Sarıyer’de deniz kıyısında bir evleri vardı Özdemir orada balık tutar, balık ikram ederdi bize. O zaman çocukları Haluk, Selçuk ve Ahmet daha küçüklerdi; bahçede koşturuyorlardı.
- Var mıydı o zaman da bu tür çabaları?
Özdemir de Teknik Üniversite mezunudur. Gerçekten ufku çok açık, idealist arkadaştı sürekli yeni şeyler üretmenin çabası içinde oldu. Nitekim Topbaşlardan ayrıldıktan sonra Bayrak Makine’yi kurdu. Otomotiv, yedek parça imalatına girdi. Bayrampaşa’da Gümüş Motor fabrikasında tam karşısında çok katlı sanayi tesislerinin orada bir yer açtı. Bu uçaklara hava araçlarına ilgisi o zaman da vardı. Ama bu İHA ve SİHA’lar 2000 yılından sonra başladı onlarda ailecek o işe odaklandılar.
Selçuk eğitim için Amerika’ya gitmişti. Orada bu insansız hava araçlarını görüyor, babasına “Biz bu işi yaparız, bunları Türkiye üretebiliriz” diyor. Allah rahmet etsin, Erbakan Hoca da çok destek verdi onlara, çok teşvik etti. Sürekli takip ederdi onların çalışmalarını. Bizim her yıl yaptığımız İslam ülkelerinden temsilcilerin katıldığı MTB (Müslüman Topluluklar Birliği) toplantılarında bu teknoloji ile ilgili özel sunumlar yaptırmıştı Selçuk’a çünkü Erbakan Hoca şunun farkındaydı artık Ağır Sanayi değil, İleri Teknoloji dönemiydi.
Dikkat ederseniz vefatından önceki son konuşmalarında hep yüksek teknolojiden, yazılımdan bahsederdi. Teknolojinin bu yarışta öne geçmek için Müslümanlar açısından büyük bir fırsat ve nimet olduğunu söylerdi. Hani meşhur bir konuşması var, orada şöyle diyordu; “artık uçak gemisi değil o gemiden atılacak füzeyi havada yakalayıp atıldığı yere geri gönderecek bir teknoloji üretmek lazım”
Ama Bayraktarlar da bu noktaya gelene kadar çok fazla engel ve zorluklarla karşılaştılar kolay olmadı tabii. Askeriyeyi ikna etmek için terörün cirit attığı dağlarda üç ay yatıp kalktıklarını biliyorum bir gün Özdemir aradı “Görüşmemiz lazım” dedi ve Ankara’ya geldi. İlk İHA’ları üretmeye başlamışlardı. “Biz” dedi “bunları üretiyoruz ama hükümetle bir türlü irtibat kuramıyoruz ne yapabiliriz?” Erbakan Hoca hayattaydı AK Parti iktidara gelmiş ve Vecdi Gönül Milli Savunma Bakanı olmuştu. Vecdi Bey’i Sivas’tan tanıyordum, hemşehrimdi. Özdemir’e dedim ki “Ben Vecdi Bey’i arar, seni görüştürürüm ama çare olur mu, emin değilim. Bence asıl bu işe sahip çıkması için askeriyenin içinden birini bulmak lazım. En azından bir generalin bu işi sahiplenmesi lazım bu generalin rütbesi orgeneral olursa daha iyi olur, ordu komutanı olursa çok daha iyi olur. Genelkurmay başkanı olursa aliyyu’l ala olur.” Vecdi Bey’i aradım, meseleyi anlattım. Bir süre sonra döndü, Savunma Sanayi Müsteşarıyla görüşmüş ona havale etti. Askeriyeyle ilgili ilk temas öyle başladı.
- İHA’lara sahip çıkacak generali bulabildiniz mi?
İlk sahip çıkan Hasan Iğsız Paşa oldu. O zaman yanlış hatırlamıyorsam ya korgeneraldi ya da orgeneral o zaman sahip çıktı. Daha sonra İstanbul 1. Ordu Komutanı oldu desteğini kararlı bir şekilde devam ettirdi. Bu insansız hava araçlarının denemeleri her yerde yapılamıyor malum. Yani o uçuşların gerçekleşeceği askeri havaalanlarına tesislere ihtiyacı var ama bu testleri yapacak yer bile bulamadılar başlangıçta. Sorunu Iğsız Paşa çözdü. Hatta Paşa’nın bizzat ilgilenmesine rağmen birçok engel çıktı. Çok detaya girmeyi doğru bulmuyorum ama gerçekten akılamaz engellerle karşılaştılar ilk zamanlar. Sonradan bu başarılar ortaya çıkınca Tayyip Bey’in damadı olunca biraz daha kolaylaştı işleri.
Yani siyasi ve askeri destek olmadan ne kadar bilgili olursanız olun, ne kadar idealist olursanız olun bazen sonuç almak mümkün olmayacak belkide. Sistem bu çabaların önünü açsa belki Türkiye bugünkü halinden çok daha ileri bir noktada olacak her anlamda.
Devlet üretim ve kalkınmayı teşvik etmediği sürece sizin bireysel olarak çabanızın çok bir anlamı kalmıyor. Devlet, millet el ele olmalı. Sistem müteşebbisi desteklemeli.
"Bizim insamızın üretemeyeceği hiçbir şey yok"
Çarpıcı bir hatıramı anlatayım. 1989 yılında ilk kez Sivas'a belediye başkanı olduğumda baktım bizim belediyeye ait iş makinelerinin yüzde 90'ı çalışmıyor her birinin ayrı bir arızası var bir tane dozer var; silindirin mahruti dişlisi kırılmış koskoca makine bu yüzden yatıyor. Bunlar tabii yurt dışı menşeili. Dişliyi dışarıdan getirtelim dedik ama bizim silindirin toplamı kadar para istiyor firma bizden. Çağırdım arkadaşları şimdi bu dişliyi sökeceğiz ve siz bunu alacaksınız İstanbul'u Ankara'yı dolaşacaksınız bizim insanımızdan mutlaka bunu yapan birisi çıkar dedim ve gittiler. Ankara'da OSTİM'de birini buldular yabancı firma bizden 35 bin lira istemişti o dişli için adam demiş ki "Ben bunu 3 bin liraya yaparım" yaptı da hem de orjinalinden daha iyi aradaki farka bakın bir gün 35 bin liralık parçayı OSTİM'de 3 bin liraya yaptırdık biz.
Sonra ben hem teşekkür etmek gayesiyle hemde adamı merak ettiğim için OSTİM'deki iş yerine gittim, baktım bodrum katta bir imalathane kurmuş adam böyle raflar var bodrumun duvarında adam neredeyse bütün iş makinelerinin yedek parçalarını yapıyor, ama hepsinin üstünü toz kaplamış. Ben sırf destek olmak için o mahruti dişlilerden bir yerine üç tane aldım. Sonrada sordum "Ustam bunlar çok değerli parçalar, ama bakıyorum hepsinin üzerini toz kaplamış neden böyle?" dediki; "Biz burayı bütün iş makinelerinin yedek parçalarını üretecek şekild kurduk üretmeye de başladık ama hükümet Avrupa mallarına gümrüğü kaldırdı. Bizi değil Avrupa firmalarını destekledi böyle olunca bizim ürettiklerimiz de burada gördüğün gibi toz içinde kaldı."
Bir devletin, bir hükümetin birinci önceliği kendi üreticisini, kendi müteşebbisini desteklemek olmalı ama maalesef Türkiye'de böyle olmuyor. Ben iddia ediyorum gereken destek verilsin bizim insanımızın üretemeyeceği hiçbir şey yok.