Milli Gazete Yazarı Ali Haydar Haksal, "Yeni süreç neyin habercisi?" başlıklı bir yazısının ikincisini kaleme aldı.
Haksal'ın yazısının tamamı şu şekilde;
Siyasal hayatımızda Devlet Bahçeli, en kritik dönemlerin bir siyasa ya da belli bir eksenin adamıdır. Zamanlamaları, çıkışları genel anlamda bir dönüm oluyor. İstediği zaman seçimlere girişe neden oluyor, iktidarları ile konumlarını değiştiriyor. Kiminle iş tutacağı, neler yapacağı çok da kestirilemiyor. Merkez olma konumunu her halükârda sağlıyor. Bu güç nedir, nasıl bir konumdur ki, böyle olabiliyor?
Dışarıdan veya içeriden bakanlar için gerekçeleri vardır. Zihinleri karıştırmada oldukça mahirdir. İstediği zaman gerilim tırmandırır, istediği zaman gerilim ateşini indirir.
28 Şubat sürecinin önemli aktörlerinden. Merhum Erbakan Hoca ile hükümet olmayı hiçbir zaman arzu etmedi. O zaman kimin sözcüsüydü, neden bunları yaptı diye çokça sorgulandı. Ortağı olduğu hükümeti istediği anda seçime götürdü. Genelde gerilimin merkezi oldu. Çok sert, acımasız ve öfkeli tutumunu hiçbir zaman gizlemedi. Ak Parti iktidarına da çok sert tutumlar sergiledi. Ağır suçlamalarda ve hakaretlerde bulundu. Kimi zaman çok da ileri gitti. İktidar yetkililerine de zaman zaman gözdağı verdi. Onlara da ip atacak denli sertleşti. Çözüm sürecindeki tutumunu anımsayınca, göz önüne getirince bugünkü tutumunu anlamada güçlük çekiliyor. Neler olduysa belli bir zaman sonra çok farklı bir portre ile karşılaşıldı. O öfke ve sert tutum iktidara değil de muhalefete yöneldi. Hakaret dili çok sert, aşağılayıcı ve iticiydi.
Bu değişimleri neye göre ve niçin yapıyor? Bu yeni süreç neyin habercisidir diye ister istemez sorular akla geliyor. Onun bu tutumu kimi çevreleri heyecanlandırırken, kimi çevreler ise tam tersi bir tutuma bürünüyor. Öfke seli bir tarafta yükselirken, bir diğer taraf ise seviniyor, alkış tutuyor. Bir diğer kesim var ki, ne olup bittiğinin farkında değil ya da anlamaya çalışıyor. Bu karmaşada hatlar belirginleşemediğinden neredeyse herkes bir beklenti içinde. Neler olacak diye?
Ecevit hükümetinin indirilmesinin birçok nedeni vardı. Bunların başında parti grubunda yaptığı konuşmada “İsrail soykırım işliyor” demesiydi. Belki kırk kez özür dilediyse de bu kambur sırtında kaldı. Bununla yetinilmedi, peş peşe operasyonlar başladı. En yakınları bile ona ihanet etti. Partisi parçalandı. Devlet Bahçeli de dönemin önemli aktörüydü. O dönemde toplantılar yapıldı, İstanbul Ankara ve Kuzey Irak üçgeninde. Ak Parti süreci ondan sonra hızlandı.
Şimdi Kürtlere dönük oldukça mülayim demeçlerde ve yaklaşımlarda bulunuyor gibi… Kendisinin belirlediği ya da öncelediği kesimleri ipe götürmek, devre dışı bırakmak için büyük bir çaba göstermekten geri kalmıyor. Bahçeli nasıl oluyor da belli zamanlardaki dönüş ve tavırları tam tersi olarak seyrediyor. Bunun üzerinde ayrınca durulmalıdır.
Aslında bu Türk siyasal hayatının da bir üslubu ve tarzı oldu. Daha önce söylediklerini unutma, tam tersini yapma ve hatta daha ileri gitme gibi.
Etrafımız bir ateş çemberi. İçeride de ateş çemberini harlayacak kimi adımlar atılmıyor değil. TUSAŞ hamlesi şimdinin olayı mıdır, uzun süre önceye ait bir planlama mıdır? Bu sorular da soruluyor. Emperyalizm her zaman için hazırlıklıdır ve alternatifleri de vardır.
Siyonizm ve emperyalizm Lübnan’ı vururken bu arada Suriye’yi vurmaktan geri kalmıyor. Son hamle bu gelişmelerin ardından İran’a vurdu. Bu gözdağı sadece İran’a mıydı? Türkiye’nin siyasal gelişmelerdeki tutumu ise çok karışık. Bir yandan sesini yükseltiyor, bir yandan ticaret devam ediyor, diğer yandan petrol vanaları açık, üsler harıl harıl çalışıyor.
Elbette Türkiye eli kolu bağlı durmuyor, birtakım gelişmelerde bulunuyor. Fakat nedense emperyalizmi ürkütmeme adına birtakım işleri yapmada da geri durmuyor. Fuarlardaki silah sektörünün varlığı ve Siyonist ve Yahudi kesimlerin varlığı.