Çalışkan yazısında şunları dile getirdi:
Hükümet, gündemi değiştirmek ve ekonomik başarısızlıklarından örtbas etmek için her fırsatı değerlendiriyor. Son günlerde kamuoyunda Muğla Akbelen’le zirve yapan orman katliamı ve Hatay Dikmece’de yaşanan haksız kamulaştırma iddialarından dolayı vatandaşlar sokağa döküldü, çeşitli protestolar yaptılar. Bununla ilgili çevrecilerin, bölge halkının ve muhalefetin hükümete karşı tepkisi, kamuoyuna yansıyan iddialarla Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü toplandı.
Öncelikle Akbelen ormanı tepkileri sadece bir örnektir, iktidarın iş başına geldiği günden beri çevre ile ilgili gözü kara bir şekilde sistematik uygulamaya koyduğu talan sistemi devam ediyor. İktidar, pek çok alanda alışık olduğumuz üzere çevreyle ilgili konuşurken çevreciymiş gibi ama pratikte, perde arkasındaki uygulamalarında tam bir çevreci düşmanı gibi davranmaya, katliama imza atmaya devam ediyor.
Bakir ormanlara, sahillere ve koylara yapılan devasa yatırımlar, hele de ormanların yanmasıyla ve ağaçların kesilmesiyle ortaya çıkan manzaralar tam bir rant alanını resmediyor. “İstanbul’a ihanet ettik, İstanbul’u betona çevirdik” itirafının Sayın Cumhurbaşkanı’nca telaffuz edilmesi, doğaya karşı işlenen cinayetin itirafıydı. Esasen sorun da burada, Cumhurbaşkanı bir taraftan betona çevirdik derken aslında hem suçu üzerine alıyor, olayı dramatize ediyor, böyle yapmamalıydık gibi toplumsal mesaj veriyor ve sorumluluğu başkalarına atmış oluyor. Hâlbuki bütün kararların altında kimin imzası varsa sorumlu orada aranmalıdır.
Mesela bugün Karadeniz’in yaylaları da aynı talana maruz kaldı. Körfezden gelenlere mülk satışıyla, yabancılara maden arama için ruhsatların verilmesiyle ormanların katledilmesi çok şahit olduğumuz bir durum. Bu konuda bölge ahalisinin ve köylülerin feryatları zaman zaman kamuoyuna da yansıyor.
YA DARBECİSİN YA GEZİ PARKI EYLEMCİSİ!
Burada esas sorun şu; hükümet, organize eleştirileri veya aldığı yanlış karar ve uygulamaları karşısında muhalefetin itiraz etmesini, vatandaşların tepki göstermesini kendisine karşı kurulan bir kumpas gibi görüyor. Bu durum iki sebeple oluyor.
- Birincisi; kendi varlıklarını devlet ile eşit görmelerinden kaynaklanıyor. Sanki vatanseverlik duygusunu sadece kendi tekellerinde olan bir durummuş gibi görüyor. “Hiç kimse iktidardan daha çevreci, daha dindar, daha vatansever olamaz” gibi bir tutum ve yaklaşım sergileniyor.
- İkincisi; hükümetin suçluluk psikolojisinden kaynaklanıyor. Anadolu’da bazı yerlerde suçlu korkaktır anlamında “hain havflı olur” diye bir deyim vardır.
Rant ekonomisinin pençesindeki çarpık kentleşmeyle ortaya çıkan bir gerçek de her yer beton yığınına döndü. İstanbul’un pek çok ilçesinin beton yığını olduğu, kötü yapılaşmayla yaşanılmaz hale geldiği maalesef ortada.
Yeni yerleşimlerde yeşil, çevre ve doğa hiçbir şekilde gündemde değil. İktidar bir şeyin sadece ne kadar para ettiğine, edebileceğine bakıyor. Çevreyle ilgili bir konuda oklar kendilerine dönerse Gezi Parkı olayları gündeme getirilip, mesele direk oraya bağlanıyor.
Yeşile ait tonları kaybettikçe, toplum nefes alamayacak, güzel hava bulamadığı sürece iş işten geçmiş olacak ama biz vatandaş olarak tarihe not düşme çabasındayız, bunu bu açıdan gündemde tutmalıyız.
Ekonomi ile ilgili bir eleştiri gündeme geldiğinde, 15 Temmuz darbe girişimi gündeme getiriliyor. Halk nasıl darbecilerin karşısında durduysa bunun karşısında duracak denilerek, karşı taraf sindiriliyor ve işin içinden sıyrılmaya çalışılıyor.
SADECE BİZ BİLİRİZ
İktidarın yaptığı herhangi bir icraata karşı çıkmak, muhalefet etmek, eleştirmek adeta vatan hainliği suçuyla eşdeğer görülüyor. Bu iki argüman hükümetin can simidine dönüştü. Bunlar yetmezse “Ezan susmaz, bayrak inmez, vatan bölünmez…” Sanki aksini iddia eden var.
Bu ülkede her şeyi biz yaparız, biz biliriz, ülke bizim tapulu malımız, aile şirketimiz yaklaşımındalar. Gündemi manipüle edip, toplumu istedikleri gibi yönlendirmede pek mahirler. Basın, yayın gücü de ellerinde olduğundan, tüm ülkeye, muhalefette dâhil her şeyi kontrol altında tutarak iş yapmak derdindeler. Bu durumda ekonominin içler acısı hali, gerçek tablo perdeleniyor, gözlerden kaçırılıyor.
Ormanların katledildiğinden şikâyet eden hükümet, bir yandan da ormanları katledecek şirketlere ruhsat veriyor ama bu anlaşmaların detayını kimse bilmiyor. Bu şirketlerle yapılan anlaşmaların neyi kapsadığı kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bir taraftan orman katliamından şikâyet edeceksiniz, bir taraftan da şirketlere, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kullanma hakkı vereceksiniz. “Bunlara güçleri yetmiyor da çevrelerinde çeteleşmiş, mafyalaşmış bir yapı mı söz konusu? Bunları mı aşamıyorlar?” sorusu gündeme gelecektir. Bu çıkışlar bu grupların hükümeti esir aldığı gibi bir anlam ortaya çıkıyor. O zaman da tek bir soru kalıyor sorumlu kim?
Özetle; haklı eleştirilere bile tahammülü olmayan hükümet, her olayı bir şekilde kendine başkaldırı olarak algılıyor. Demokratik yöntemlerle iktidara gelip, mutlak bir monarşiyi andıran tavır içerisine girmeyi nasıl başarıyorlar?