Suriye'de dün Halep kent merkezine giren Esed rejimi karşıtı silahlı gruplar, merkezde birçok mahalleyi kontrolüne aldı.
Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Kaya, Suriye'de Beşar Esed rejimi ve rejim karşıtı gruplar arasında maydana gelen çatışmalar ve gelişmelere ilişkin Milli Gazete'de kaleme aldığı köşe yazısında şunları dile getirdi:
Halep’i alıp, Suriye’yi kaybetmek…
Orta Doğu zaten diken üstündeydi. Şimdi de silahların 13 yıldır hiç susmadığı Suriye'de Halep özelinde dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor. 2016 yılında Halep'i kaybeden Suriye muhalefeti ani bir saldırı başlatarak önce Halep kırsalını, daha sonra da kentin merkezinin büyük bir bölümünü ele geçirdi. Şu an şehrin tamamına sahip olmak için saldırılarını sürdürüyor.
Öncelikle Özgür Suriye Ordusu, Suriye Milli Ordusu ve Heyet Tahrir El-Şam’ın (HTŞ) başını çektiği güçlerin neden bu dönemi seçtiğini anlamaya çalışmakta fayda var. Bilindiği üzere Suriye'de muhaliflerin çatıştığı güçler Hizbullah-İran’a yakın diğer gruplar ve Rusya idi.
Son birkaç ayda Lübnan'da Hizbullah'ın Hasan Nasrallah dâhil lider kadrosunun öldürülmesi, bölgedeki bazı dengelerin değişimini de beraberinde getirdi. Bu da İran'ın hem Suriye hem de Lübnan üzerindeki etkisinin kısmen azalmasına neden oldu.
Diğer taraftan Rusya'nın Ukrayna'da durumu ise inişli-çıkışlı bir seyir izliyor. 20 Ocak’ta görevi devredecek olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden'in giderayak Ukrayna'ya ATACMS füzelerini Rusya topraklarında kullanımına izin vermesi, Kremlin'in Ukrayna'daki savaşa daha fazla odaklanmasına sebep oldu. Moskova'nın dikkati ve askeri gücü Ukrayna'ya yoğunlaşmış durumda. Tüm bu gelişmeleri takip eden Suriye muhalefeti, 5 bin kilometre kare alana sıkışıp kaldığı İdlib'den çıkmak için harekete geçti. Bu durumu kendince fırsata çevirdi.
Sürecin nereye gideceğini şimdilik kestirmek zor. Ancak net olan şu ki; Beşar Esad İran ve Rusya'nın yardımı olmadan bu kadar hazırlıklı durumda olan muhalefetle başa çıkamaz.
O yüzden şimdi PYD-YPG güçleriyle de anlaşmalar yaparak iş birliğine girişiyor. Kendince oyun kurmaya çalışıyor. Suriye doğal müttefiklerinden yani Rusya ve İran’dan yardım istemek zorunda kalırsa belki muhalefeti durdurabilir ama ülke üzerindeki egemenliğini biraz daha kaybedecektir.
Peki, muhalefet süreci istediği gibi kendi iradesiyle mi yürütüyor?
Bu sorunun cevabı aslında herkes tarafından biliniyor. HTŞ’nin İdlib’deki varlığından çok rahatsız olan Suriye, Rusya ve İran zaman zaman buraya saldırılar düzenliyordu. Saldırılar neticesinde sivil kayıplar oluyordu.
ABD ise daha önce terör örgütü listesinde olan bu örgüt hakkındaki düşüncelerini gün geçtikçe yumuşattı. İdlib doğrudan küçük Suriye’ye döndü. 5 milyona yakın insanın yaşadığı bu bölge herhangi bir saldırı sonucunda Türkiye’ye en yakın göç dalgasının olabileceği bir yer konumunda. Türkiye’de Halep’teki gelişmeleri “zafer” edasıyla yorumlayan ve duygusal patlama yaşayanların, yerinden oynayan taşların Türkiye’ye başka hangi tehditleri yönelteceğine dair bir fikirleri olduğu kanaatinde de değilim.
Suriye muhalefetinin gerçekten tek başına mı, yoksa üçüncü ülkeler tarafından mı desteklendiğini anlamak çok önemli. ABD bu gelişmeden memnun mu sorusunun cevabı net olarak evet’tir. İsrail’in yaşananların Suriye’yi daha da istikrarsız hale getireceği için bu gelişmelerden memnuniyet duyduğu da açıktır. Küresel güçler aktif bir şekilde bu süreçte devredeyse 2012 olayları, katliamları Allah korusun yeniden yaşanabilir. Ve bu Suriye halkı için acıların tazelenmesi anlamına gelecektir.
Biz bu değerlendirmeleri yaptığımızda Suriye’de rejim güçleri tarafından katledilen insanları yok saydığımızı iddia ederek, bize salvolar yapanlara da sözümüz şudur; siz yaşanan katliamlar ve acılar üzerinden politika yapmaya, tribünlere oynamaya devam edin. Biz fotoğrafın tamamına odaklanıp kan davasına dönüşen bu ortamın son bulması için sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. İster Şii olsun, ister Sünni olsun fark etmez kim ki, sonuçları bu kadar ortaya çıktığı halde hala yangına benzin taşımaya devam ediyorsa ya gafildir, ya da başka bir şeydir.
Peki, Türkiye'ye düşen görev bu süreçte ne olmalı?
Öncelikle Ankara net olarak şunu görmeli 1 yıldan fazla süredir "görüşme” çağrılarına cevap vermeyen Beşar Esad son gelişmelerle birlikte, bu çağrılara artık istese de cevap ver(e)meyecektir. Ankara’nın artık bu tablo üzerinden gelinen durumu tekrar masaya yatırma zorunluluğu var. Başta HTŞ ve Özgür Suriye Ordusu Türkiye ve Suriye arasında görüşme sürecinin başlamasını engellemek için her şeyi yapacaktır. Bu durumda sorun çok boyutlu olarak önümüzde durmaya devam edecektir.
Suriye muhalefetine Halep’in ele geçirilmesinin her şey demek olmadığını anlatacak bir dile ihtiyaç var. Başta ABD ve Batılı ülkelerin kullandığı birer aparat olmanın kimseye ve bölgeye bir yarar getirmeyeceğini anlamak için dileriz yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği iç savaş daha da uzayacak bir döneme girmez.
Son çatışmalarla birlikte ciddi şekilde zedelenen Astana Süreci’ne alternatif olarak Türkiye-Suriye yönetimi ve muhalefeti arasında yeni bir süreç her şeye rağmen mutlaka başlatılmalıdır. Ve Suriye'de kanı durduracak barış anlaşması için yoğun çalışmalar yapılmalıdır. Böylece hem Suriye, hem Türkiye, hem de tüm bölgemiz kazanır. Aksi takdirde Halep'te başlayan bu süreç bölgemizi yakan yeni bir ateşe dönüşecektir.
Ermenistan Karabağ’ı işgal ettiğinde, kimi aklı başında Ermeniler, “Karabağ’ı aldık ama Ermenistan’ı kaybettik” demişler. Şimdi de Halep’i aldık diye sevinç naraları atanlar, Halep’le birlikte Suriye’nin kaybedilebileceğini de hesaba katsınlar. Bu durumun bölgesel dengeleri, küresel hesapları nasıl etkileyebileceğini ve Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği tehditleri bir kere daha düşünsünler. Son söz de şudur; sorunları yönetemeyenlerin ve sorunlarla birlikte yaşamayı başaramayanların süreç yönetimleri her daim kırılgandır ve tehditlerle doludur.
12-13 yıldır yapıyoruz diye bozulan ne varsa bu gerçeği ispat etmiyor mu?