Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. Yıl dönümüne ilişkin açıklamalarda bulunan Kaya, şunları söyledi:

“Bizler Saadet Partisi heyeti olarak geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günleri Kıbrıs'ta bu kutlamalarda bu toplantılarda bulunduk. Orada önemli görüşmeler yaptık. Kapalı Maraş bölgesi dahil Kıbrıs'ın birçok bölgesini gezme fırsatı bulduk. O vesileyle bir kere daha 50. yıl dönümünün Kıbrıs için hayırlara vesile olmasını ve Kuzey Kıbrıs'ın bütün dünyada tanınması adına çok daha önemli mesafe kat etmesine vesile olmasını temenni ediyorum.

Şöyle Kısaca bir tarihi sürece bakarak aslında bugünü daha iyi anlayabiliriz. Malumunuz olduğu üzere 1571 yılında Kıbrıs'ın fethedilmesinin ardından 1878 yılına kadar Kıbrıs Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Bir anlamda Akdeniz'in iç deniz olmasından dolayı Kıbrıs'ın önemi belki bu süre zarfında tam olarak anlaşılamadı ama Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'na girmesi ve Berlin Anlaşması' İngiltere'nin desteğini, daha doğrusu 1878’de Berlin Anlaşması'nda İngiltere'nin desteğini alabilmek adına burayı İngiltere'ye kiraya vermesi ve 1914 yılında da Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun kendisine karşı savaşta yer aldığı için de burayı ilhak etmesiyle beraber ayrı bir boyut kazanmış oldu.

1914’ten 1960 yılına kadar devam eden süreçte oradaki Türklerin varlığı orada onların çeşitli zorluklar altında yaşıyor olması ve nihayetinde bu zorluklarla beraber her şeye rağmen varlıklarını devam ettirmelerinden dolayı 1959 yılına gelindiğinde rahmetli Adnan Menderes'in öncülük ettiği ve Türkiye'nin, Yunanistan'ın İngiltere'nin birlikte garantör olduğu anlaşmayı imzalamak üzere Adnan Menderes, Londra'ya hareket etti.

Kamuoyu belki bu detayı bu boyutlarıyla bilmiyor olabilir ama tabii uzmanlar daha iyi biliyor bunu. 1959 yılında Londra'ya giden Adnan Menderes'in uçağı bir köyün yakınlarında düştü ve Adnan Menderes orada o uçak kazasında yaralı olarak kurtuldu ve garantörlük anlaşmasını imzaladığı anlaşma. Londra Anlaşmasını' hasta yatağında Londra'da hasta yatağında imzaladı. On dokuzun Şubat 1959’unda sonrasında 1960 yılına gelindiğinde ise Kuzey Kıbrıs yani Kıbrıs Cumhuriyeti'nin daha doğrusu ilanıyla ilgili değerlendirmeler yapıldı. Şimdi bunları niye ifade ediyorum? Tabii 1974’e gelene kadar süreçleri de bilmemizde fayda var. Şöyle 1960 yılında bu anlaşma imzalandı.

Yunanistan'ın, İngiltere'nin Türkiye'nin garantör olduğu bir değerlendirmeyle bu su iş sonuçlandı. Ama 63-64-67’de Rumlar özellikle oradaki bulunan soydaşlarımıza çok ağır mezalimler yaptılar ve her mezalim sonucunda oradaki Türklerin Türkiye'den gelecek olan bir askeri desteğe ihtiyaç duydukları hep ortaya çıktı. Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi koşullar, o dönemki iktidarların buna cesaret edememesiyle birlikte bu mezalim 1960 yılında imzalanmasına rağmen anlaşmanın 1974 yılına kadar geldi. 1974 yılının önemli bir farkı vardı. CHP-MSP koalisyonunda Profesör Doktor Necmettin Erbakan başbakan yardımcısıydı.

Ve 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı'nın kararı işte bu şartlar altında alındı. Hiç kimsenin beklemediği bir anda 63, 64, 67’deki deneyimlerden yola çıkarak Türkiye böyle bir şeye cesaret edemez diyenler, 1974'te MSP’yi, MSP’nin koalisyon ortağı olduğunu hesaba katmamışlardı. Ve 74’te adanın bugünkü halini ortaya çıkaran ve netice itibariyle elli yıldan beri adadaki barışın sükunetin, huzurun karşılık bulması adına atılan adım. O gün Türkiye oradaki bütün sorumluluklarını yerine getirdi. Oradaki soydaşlarının yardımına koştu ve netice itibariyle Türkiye, Kıbrıs'ta 50 yıldan beri devam eden sürecin tamamlayıcısı oldu.

Şartlar zor olmasına rağmen zor şartlar altında mücadele verilmesine rağmen ambargolara rağmen, ablukalara rağmen her şeye rağmen TUSAŞ gibi Havelsan gibi Aselsan gibi bütün bugün savunma sanayinde hepimizi onurlandıran adımları atan bu şirketlerimizin kuruluşu, işte bize Amerika'nın o ambargoyu uyguladığı dönemlerdi.

Bir başka bir şey daha önemli ifade etmek istiyorum. 15 Kasım 1983 yılında Kıbrıs'ta Cumhuriyet ilan edildi ve bugün o Cumhuriyetle beraber Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kendisini bu şekilde tanımlıyor.

Kıbrıs sürekli pazarlık meselesi haline dönüştürüldü

Biraz da günümüze dönük değerlendirmeler yapmak gerekirse şunları söyleyebiliriz Kıbrıs maalesef Avrupa Birliği üyeliği önünde sürekli bir pazarlık malzemesi haline dönüştürüldü. Bunun ilk başlangıç noktası 1999 yılı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne aday ülke olmasıyla başladı. Her müzakerede, her şart altında sanki Kıbrıs Avrupa Birliği'nin önünde Türkiye'nin en büyük engelmiş. Hatta o dönemlerde o dönemlerden önce de Kıbrıs'ın Türkiye'ye maliyeti üzerinden değerlendirmeler yaparak Kıbrıs'ı verelim gitsin diyenler bile oldu.

Ve bu bir akıl tutulmasıydı. Bu akıl tutulmasının sonuçlarını bugün de net olarak görüyoruz. 1999'dan 2004'e gelene kadar 2004'te Annan Planı Federasyon Konfederasyon adı altında aynı 1878'de adanın İngilizlere kiraya verilmesi gibi. Sonrası felaket olacak bir adımdı.

Ve netice itibariyle iki bin dört yılında mevcut iktidar Annan planı geçsin diye Rauf Denktaş Türkiye'ye gelip neden hayır denilmesi gerektiğini anlatmak istediği anlarda; ‘git Kıbrıs'ta derdini anlat’ diyecek kadar ileri gitti. Ve özellikle ‘evet’ çıkması için mücadele verdi.

Tuzak ortaya çıktı

Yüzde 65 evet çıktı neticesinde Rumlar yüzde 75 hayır dediği için Annan Planı rafa kaldırıldı. Ama lütfen dikkat buyurun. Bütün bunlar böyle ilmek ilmek işlenmiş tuzaklardı. Ve 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Referandumuna Türk tarafı evet Rum tarafı hayır demiş olmasına rağmen asıl cezalandırılması gereken uluslararası camianın getirdiği onların deyişiyle söylüyorum getirdiği teklife Rumlar hayır demiş olmasına rağmen Rumlar 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında Avrupa Birliği'ne üye yapıldı. Tuzak tam anlamıyla ortaya çıktı ve Türkiye hala bu şartlar altında bile müzakerelerin başlaması, fasılların açılması, bin bir türlü beklentiyle Kıbrıs'ta hala gözlerini açamadı. 2004'ten 2017 yılına kadar hala Annan Planı’nın sonuçlarından medet bekledi ve iki devletli çözüm gibi bugün adadaki tek çözüm kaynağı olan söylemi 2017'ye kadar dile getirmedi. 2017'den sonra iki devletli çözümü dile getirmeye başladılar. 2020-21 yıllarında bunun tonu biraz daha düştü işte en son yapılan cumartesi günü yapılan değerlendirmeyle beraber de Sayın Cumhurbaşkanı bir kere daha iki devletli çözüm vurgusunu yaptı. Bunun arkasında duracaklarını söyledi. Bu da bizim için memnuniyet verici. Bunu ifade etmek istiyorum. Şimdi Annan Planıyla beraber adada yaşanan olumsuzlukların bugün psikolojik ve sosyolojik boyutlarını birazdan dile getireceğim. Oradaki insanlarımızı bu durumun nasıl etkilediğini birazdan daha net bir şekilde ortaya koymuş olacağım.

İmamoğlu'ndan cumhurbaşkanlığı adaylığı sorusuna yanıt İmamoğlu'ndan cumhurbaşkanlığı adaylığı sorusuna yanıt

En büyük engel izolasyonların kaldırılmasıdır

Şu anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin önündeki en büyük engel izolasyonların kaldırılmasıdır. İzolasyonlar mutlaka kaldırılmalıdır. Ambargoya mutlaka son verilmelidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığı mutlaka tam olarak bütün dünya devletlerine tanınmak için özel mücadele edilmelidir. Son yıllarda iki tane önemli adım atıldı. Birisi Türk Devletleri Teşkilatı’nda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin gözlemci ülke olması ki bu çok önemlidir, en son yapılan zirveye de Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar Bey'in davet edilmiş olması. Bu noktada biz de bunu önemsiyoruz. Bir diğeri de İslam İşbirliği Teşkilatı’nda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin gözlem ülke olmasıdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin adı Kıbrıs Türk Devleti olarak ilan edilmelidir

Bu iki tane önemli kuruluşta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin gözlemci ülke olması tanınması yönünde ve bu üye ülkelere tanıtılması yönünde mutlaka Türkiye'nin değerlendirilmesi gereken bir noktadır. Ama şimdi bir belki bilinen ama çok dile getirilmeyen bir boyutuyla devletin adının nasıl olması gerektiğini burada ifade etmek istiyorum. Şimdi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz ama İslam İşbirliği Teşkilatı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni Kıbrıs Türk Devleti olarak tanımlıyor. O zaman bize düşen madem ki 2004 yılında uluslararası camianın getirdiği teklife hayır demiş olmalarına rağmen Kıbrıs'ın tamamının temsilcisi gibi Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kıbrıs Cumhuriyeti olarak ilan edildiyse bugünden tezi yok Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin adı Kıbrıs Türk Devleti olarak ilan edilmelidir ve bu ilan neticesinde de onların 2004 yılında yapmış olduğu bu adıma karşı bir duruş sergilenecektir ve böylece Kuzey'deki yaşayan insanlarımızın hakkı, hukuku daha net bir şekilde muhafaza edilecektir.

Kuzey bölgesindeki Türklerin aidiyet hisleri zayıflıyor

Bir sene önce Kıbrıs Sosyal Sigortalar Kurumundan alınan bilgilere göre güneyde çalışan Kıbrıslı Türk sayısı 4 bin ila 4100 idi. Son bir yılda, bu sayı en az iki katına çıktı. Yani bugün resmi rakamlara göre her gün kuzeyden güneye işçi geçişi var ve oraya giden insanlar. Orada avro'dan aldıkları yevmiyelerle vesair gelirlerle beraber kuzeye dönüyorlar. Bu zihinsel olarak kuzeydeki aidiyete zarar veren bir gelişmedir. Bir de kaçak geçişleri saydığınızda 10 bin sayısının çok üzerinde insanımız güneye geçip maalesef orada işte çalışmak durumundalar. Peki kuzeyde onların yaptığı işleri kimler yapıyor? Üçüncü dünya ülkelerinden gelen insanlar yapıyor. Başta Pakistanlılar yapıyor ve bunun neticesinde de Pakistanlılar gelir seviyesi düşük bir işlerde çalışıyor. Türkler ise kendi iş imkanlarını kuzeyde tam olarak oluşturamadıkları için güneye gidiyorlar. Bu da bir süre sonra oradaki yaşayan insanlarımızın zihninde Türkiye'yi kendi ekonomik gelişmelerine engel gören bir anlayışa sürüklenmelerine sebep oluyor ve netice itibariyle aidiyet hisleri zayıflıyor. Bunu mutlaka değerlendirmemiz gerekir. Bunu mutlaka dikkate almamız gerekir. Kıbrıs'ın içinde bulunduğu maddi manevi boşlukların, özellikle mutlaka tamamlanması gerekir. Evet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki uluslararası hukuka göre belirlenen bir şekil vardır. Ama bu mutlaka Türkiye'nin bu boyutlarıyla beraber yapacağı ikili anlaşmalarla Kıbrıs'ın bu eksikliklerinin tamamlanması noktasından adımlar atmalıdır.

Kıbrıs milli bir davadır!

Peki Kıbrıs neden önemlidir? Kıbrıs milli bir davamızdır. Kıbrıs asla Türkiye Cumhuriyeti'nin vazgeçemeyeceği milli bir davadır. Bu bir. İkincisi; Kıbrıs hiçbir müzakere masasının malzemesi haline dönüştürülmemelidir. Dönüştürülmeyecektir. 1878’de Akdeniz bir iç deniz gibi iken İngiltere'ye kira verilen Kıbrıs'ın bugünkü stratejik önemini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bugün dünya deniz ticaretinin üçte biri Akdeniz'den sağlanmakta ama aynı Akdeniz dünya su yüz ölçümünün de bir kadar yani 100 yüzölçümü var ama deniz ticaretinin üçte biri bu ortamda Gazze'de yaşananları düşündüğünüzde. Gazze ve Kıbrıs arasındaki bağlantıyı düşündüğünüzde ve aynı şekilde Kıbrıs'ın Suriye’ye olan bağlantısını düşündüğünüzde ve aynı zamanda Akdeniz'e en uzun kara sınırı olan Türkiye'nin varlığını idrak ettiğinizde her hal ve şart altında Kıbrıs'taki varlığımızın mutlaka sağlanması gerektiğini ve mutlaka korunması gerektiğini, bugün Güney Kıbrıs'ta Fransız üslerinden, İngiliz üslerinden kalkan uçakların İsrail'e yardım edip Gazze’deki soykırıma destek verdiği gerçeğini de aklımıza getirdiğimizde bir şey görüyoruz. Kıbrıs kesinlikle hiçbir şekilde pazarlık malzemesi yapılmamalı ve Kıbrıs'ın bütün dünya üzerinde tanınması, kendisini muhafaza etmesi bir devlet olarak kendi ayakları üzerinde durması ve bütün ekonomik siyasi kültürel ticari bütün boyutlarıyla kendi varlığını idame ettirmesi için Türkiye ona her türlü desteği vermelidir diyor sizleri değerli basın mensuplarını saygıyla selamlıyorum. Bir kere daha o dönemde Kıbrıs Barış Harekatı'nın gerçekleşmesinde en önemli rolü üstlenen Profesör Doktor Necmettin Erbakan Hocamıza, dönemin Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit'e ve bu kararın altında kimin imzası varsa ve Kıbrıs'taki bu barış ortamının oluşturulmasında kim katkı verdiyse buna her birisine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Hayatta olan gazilerimize hayırlı uzun ömür diliyorum."