Saadet Partisi Genel Başkan Vekili ve Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan, konuşmasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunarak şunları dile getirdi:
Kıymetli Misafirler, Bugün 17 Ağustos 2024. Ağustos ayı tarihimiz açısında çok büyük öneme sahip bir tarihtir.
Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda; Ağustos ayı, bizler için yalnızca bir takvim yaprağı değil, aynı zamanda milletimizin yeniden doğuşunun, bağımsızlık meşalesinin yeniden alev aldığı mübarek bir zamandır.
26 Ağustos, Malazgirt’in kudretiyle Anadolu’nun kapılarının açıldığı;
23 Ağustos, Sakarya'nın destanlaştığı,
30 Ağustos, Milli Mücadelemizin kazanıldığının mührüdür.
Bu zaferlerin her biri milletimizin ferasetinin ve dirayetinin en yüce nişanesidir.
Anadolu, Niğde’miz, bizim için yalnızca bir toprak parçası değil aynı zaman tarihin ve medeniyetin kalbidir. Bugün bir kez daha anlıyoruz ki, bu topraklar üzerinde var olmanın bedeli ağırdır. Ama bizler, tarihimiz boyunca bu bedeli ödemekten asla çekinmedik; bugün de ırkçı emperyalizme karşı, büyük orta doğu projesine karşı, siyonizme karşı ne bedel ödemek gerekiyorsa hazırız.
?️@mahmutarikansp:
— TV5 (@tv5televizyonu) August 17, 2024
?Anadolu bizim için yalnızca bir toprak parçası değil tarihin ve medeniyetin kalbidir
?Biz tarih boyunca bedel ödemekten çekinmedik: Bugün de Irkçı Emperyalizm'e, BOP'a, Siyonizm'e karşı hangi bedel ödenecekse ödemekten çekinmeyeceğiz pic.twitter.com/6eAS1i6G6D
Bu vesile ile, Malazgirt’ten, Niğbolu’ya; Kosova’dan, Sakarya’ya bu topraklar için canını veren; başta Şehit Ömer Halisdemir olmak üzere tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, şükran ve minnetle anıyorum.
Arıkan: 17 Ağustos'un üzerinden 25 yıl geçse de acısı hâlâ yüreğimizde
Ağustos ayı dendiğinde tarihimizdeki zaferlerle gurur yaşadığımız kadar aynı zamanda bizler için acı bir ayı da ifade eder.
Malumlarınız, bugün 17 Ağustos. Ülkemizin en büyük felaketlerinden olan 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin 25. Yıl dönümünü idrak ediyoruz. Öncelikle bu depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Üzerinden 25 yıl geçse de acısı hâlâ yüreğimizde.
O günün Türkiye’sini unutmadık, unutmayacağız. “Sesimi duyan var mı?” feryadının bugün bile travması atlatılabilmiş değil. En acısı ne biliyor musunuz? Biz bir sene önce bu felaketten daha büyüğünü yaşadık. Ne yazık ki ne yazık ki aynı feryat bir yumruk gibi oturdu kalbimize.
Aradan geçen yıllar içerisinde hiçbir ders alınmaması on binlerce insanımızın canına mal oldu. Bu ülke insanı, kardeşlerimiz, evlatlarımız enkaz altında günlerce yardım bekledi. Depremin üzerinden 1.5 yılı aşkın bir süre geçmiş ama daha dün sosyal medyada eşinin mezarını arayan bir vatandaşımızın yürekleri burkan hikayesini okudum.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” nidaları ile meydanlarda oy toplayanlar, yine oy için ilk depremde yıkılacak evlere tapu dağıttı. İnsanlar imar affı marifetiyle kendilerine tabut olacak evlere para ödeyip tapusunu aldılar. Bunların reklamları yapıldı!
Bundan sorumlu olan bir insanın bir daha toplum içine çıkmaması lazım. Ama aynı isim bugün bir kez daha Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı yapıldı. Ve şehir şehir gezip depreme hazırlık yapıldığını anlatıyor.
Muhterem misafirler; bizler dört bir tarafı fay hatları ile dolu bir ülkeyiz.
Hep Marmara bölgesi konuşuluyor ama, Türkiye’nin tamamı deprem kuşağında yer alıyor. Niğde’de de durum aynı. Geçtiğimiz aylarda Ömer Halisdemir Üniversitesi’nden Jeoloji Mühendisi bir hocamız Niğde’yi etkileyebilecek 3 tane fay zonunun olduğunu, bu açıdan Niğde’nin de depremsellik açısından risk altında olabileceğini belirtmişti.
Biz 15-20 yılda bir on binlerce insanını depremde kaybedecek kadar aciz bir ülke olamayız. Bütün bu olanlar iş bilmezliğin ve önemsememenin sonucudur. Deprem gerçeğini göz önünde bulundurarak şehirler inşa ederseniz insanınızı korumuş olursunuz. İşte o zaman insanı ve devleti yaşatmış olursunuz. Ben inşaat mühendisiyim. İnanın bunlar o kadar zor şeyler değil.
Malumunuz yakın bir zamanda yerel seçimlerden çıktık. Bizim Saadet Partisi olarak bu konuda çok ciddi bir hazırlığımız ve dikkatimiz var. Saadet iktidarında üzerine ilk eğileceğimiz problem bu olacaktır inşallah.
Arıkan: 22 yıldır aynı iktidar tarafından yönetiliyoruz
Bir başka önemli tarih 14 Ağustos Adalet ve Kalkınma Partisinin 23’üncü kuruluş yıldönümüydü. Sn. Erdoğan çok veciz bir konuşma ile sayılan hizmetleri saydı döktü.
Evet! 22 yıldır aynı iktidar tarafından yönetiliyoruz. Bu hiç de hafife alınacak bir dönem değil. Nesil ifadesi genelde 25-30 yıllık zaman dilimi içinde büyüyen bir dönemi ifade eder. AK Parti döneminde yepyeni bir nesil yetişti. Bugün 30 yaşının altında olan gençlerimiz başka bir iktidar dönemini hatırlamıyor nerdeyse.
Bunları neden söylüyorum? 22 yıl bir ülkeyi neredeyse sıfırdan inşa etmek için bile yeterli bir süreydi. Peki iktidar bu 22 yılda ne yaptı? Rakamlar bize, maalesef ki başladığı noktanın bile gerisinde olduğunu söylüyor. Bizler bugün bütün göstergelerde 2002 yılının gerisindeyiz. Birkaç örnek vereyim:
2002 yılında asgari net ücret 163 liraydı ve 7 çeyrek altın alınabiliyordu. Bugün asgari net ücret 17.000 liraydı fakat 4 çeyrek altın bile alınmıyor. İnsanımız düğün, cemiyet olduğu zaman kara kara düşünüyor.
Yine 2002 yılında en düşük emekli maaşı 216 türk lirasıydı. Yani asgari ücretin nerdeyse bir buçuk katıydı. Bugün asgarî ücret ile emekli maaşı arasında 5 bin TL’ye yakın fark var. Yıllarca ülkesine, milletine hizmet eden; ülkesi için üreten, alınteri döken emeklimize reva görülen ücret yoksulluk sınırının 8 bin TL altında. Şimdi burada emeklilerimize soruyorum; size reva mı bu yaşam, bu yoksulluk!
Yine aynı şekilde benzin, ekmek, kırmızı et, şeker vb. birçok ürün 2002 ile kıyaslanmayacak kadar pahalı. Bu 22 yılda onlarca kurumun özelleştirildiğini ve ülkemizin cari açıkta cumhuriyet tarihinde rekor kırdığını unutmayalım.
Bütün bunların sebebi ne? Bunların sebebi rant ekonomisi, bunların sebebi yolsuzluk, bunların sebebi lüks ve şatafat, bunların sebebi yandaş memurlara birden fazla maaş, bunların sebebi vahşi kapitalizmin çarklarını yürütmek için uygulanan faiz.
Faiz demişken, Merkez Bankası başkanının açıklamasını takip etmişsinizdir. “Bu can bu bedende olduğu müddetçe, faziler hep düşecektir” denmişti seçim öncesi. Geçen hafta yine Sn. Erdoğan’ın imzası ile faiz bir dünya gerçeği oluverdi ve Merkez Bankası politika faizini yüzde 50'de sabit bıraktı. Bir sabah uyanıyoruz “Faizsiz bir dünya mümkün” diyorlar, daha akşam olmadan “Faizsiz bir dünya namümkün” diyorlar.
Merkez Bankası Başkanı Sn. Karahan’ın faiz kararı kadar enflasyon tahminleri de ilginç. Çarşıdaki, pazardaki, kasaptaki yani sizin yaşadığınız enflasyon ile onların ki aynı enflasyon değil. Tahminlere göre enflasyon: 2024’te, % 38; 2025’te, % 14; 2026’da, %9 olacakmış.
Biz Sn. Karahan’ın bazı dosyaları karıştırdığını düşünüyoruz. Bu rakamlar olsa olsa AK Parti’nin sonraki yıllardaki anket sonuçlarıdır. 23 yılın sonunda milletimizin terk edildiği yoksulluğun neticesi böyle olacaktır. Sn. Karahan’ı ciddiyete davet ediyoruz ve anket firmalarıyla, kurum dosyalarını karıştırmamasını rica ediyoruz.
Arıkan: Ülkemizin dört bir yanında çiftçi yollara dökülüyor
Kıymetli misafirler; Türkiye bu hayat pahalılığı ile, en temel ihtiyaçları bile tüketmek lüks oldu. Tüketim bu halde iken, üretim ise çok daha can yakar bir hale geldi.
?️@mahmutarikansp:
— TV5 (@tv5televizyonu) August 17, 2024
?Çiftçi, Türkiye'nin dört bir yanında yollara döküldü, çünkü gözü gibi baktığı ürünü girdi maliyetlerini karşılayamıyor
?Saadet Partili Milletvekili, Tarım Bakanı'nı aradığında "Bu problemleri bana neden kimse bildirmiyor?" diyor, siz nerede yaşıyorsunuz? pic.twitter.com/xcojzCraeV
Yaz aylarındayız. Ülkemizin dört bir yanında hasat var. Çiftçi bugün yollara dökülüyor. Çünkü gözü gibi baktığı, aylarca üstünde titrediği ürünü girdi maliyetlerini karşılamıyor. Devletin açıkladığı alım rakamları çiftçiyle alay etmek gibi.
22 yılda neler değişti demiştik. 2002 yılında; Türkiye, tarım ürünleri konusunda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi. Bugün çiftçimizin hali ortada
İşte patatesi ile meşhur Niğde’miz. Dün Niğde Tarım ve Orman Müdürü bir açıklama yapmış ve “hasadın devam ettiğini, Patates rekoltesinden çiftçilerin memnun olduğunu” söylemiş.
Sokak öyle demiyor ama. Konuştuğumuz her vatandaşımız kan ağlıyor. Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Projesi'nde 42 il var, Niğde yok! Lisanslı depoculukta 42 il var, yine Niğde yok! Soruyorum ben de: Niğde’de patates üretimi sorun oluyorsa bir şeyler yanlış gitmiyor mudur?
Açıklanan taban fiyatlar çiftçiyi mutlu etmiyor. Nasıl mutlu etsin! Gübre, mazot, tohum ve ilaç gibi temel tarım girdilerinin maliyetleri ortada. Özelleşen fabrikalar getirilen ürünü kendi belirlediği günde alıyor, bu nedenle ürün tarlada duruyor, tarlada durdukça fire artıyor, bu da çiftçinin gelirinin düşmesine neden oluyor. Soğan eken vatandaş tarlayı soğanı ile birlikte sürüyor. Çünkü toplasa yine masraf ve zararı artacak.
Yaz kış demeden bin bir zahmetle yetiştirdiği mahsulü hasat etmeden tarlada bırakıyor. Bu ülkemiz ve çiftçi kardeşimiz için çok ama çok hazin bir tablodur. Ama maalesef iktidarın gündeminde bunlar yok.
Bir yandan yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek maliyetler; Bir yandan düşük maaş, düşük üretim, düşük istihdam; Bunlar Türkiye’de tek bir şeyi gösteriyor: Kötü ekonomi yönetimi. Bunu zaten hep beraber yaşıyoruz. Hissetmediğimiz tek bir an bile yok.
Burada ben çok kritik bir gerçeği daha hatırlatmak istiyorum; kötü ekonomi, bizim toplumsal yapımızı da dinamitliyor. Ve inanın ki, gerçek tehlike buradadır.
Mesela eğitimi alalım. Burada evlatları olan arkadaşlar, torunları olan büyükler var. Hepimiz şimdi hangi okula göndereceğiz, masrafları nasıl karşılayacağız diye kara kara düşünüyoruz. Evlatlarımızın iyi bir eğitimi alması bizim için, geleceğimiz için çok önemli. İyi bir lise eğitimi sonrası iyi bir üniversite kazanmaları, iyi ve faydalı bir iş bulmaları, güzel bir hayat kurmaları hepimizin hayali. Ama Türkiye’de gerçekler çok farklı.
Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Üniversite yerleşme sonuçları açıklandı. Öncelikle hayal ettiği bölüme, üniversiteye yerleşen tüm kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Gençlerimiz şunu unutmasınlar ki bu eğitim sistemi onların hak ettiği bir sistem değil. Hiçbir şey veremeyen, ezbere dayalı ve çağın gerçekliğini karşılamayan bu sistem nitelikli insan yetiştirmekten çok çocuklarımızın ve gençlerimizin zaman kaybına sebep oluyor sadece.
OECD ülkeleri arasında eğitime en az para harcayan ülke Türkiye ve yine aynı verilere göre eğitim kalitesinde de sondan 4. Sıradayız. Eğitimdeki kalitemiz ekonomi kalitemizden farklı değil. Bu sistemle hem ülkemiz hem de gençlerimiz kaybediyor. Ekonomiyi toparlamak mümkündür ama kötü bir eğitimle yetişmiş bir nesli kurtarmak çok ama çok zordur.
Arıkan: Son 20 yılda boşanma oranı % 47 artmış
Yine ekonomi ve gençlikle bağlantılı bir başka kritik konu var. TÜİK geçen aylarda Türkiye’nin boşanma ve doğum hızı ile ilgili bir rapor yayınladı.
Üç önemli istatistik var: Birincisi; İlk evlenme yaşı her iki cinsiyette de artmış. İkincisi; Son 20 yılda evlenme sayısı % 20 oranında azalmış. Yani gençlerimiz artık evliliği ya daha ileri yaşlara atıyor ya da evlenmiyor. Üçüncüsü ve en kritik olanı ise: Son 20 yılda boşanma oranı % 47 artmış.
Boşanma sebepleri arasında elbette bireysel sorunlar vardır. Bunlar kesinlikle reddetmiyoruz. Fakat tüm çalışmalar öne çıkan faktörlerin; daha çok gelecek kaygısı, ekonomik zorluklar, iş ve aile yaşamı dengesizliği olduğunu söylüyor.
Bunu bizim söylememize gerek yok. Hepiniz, her gün bunları zaten duyuyor, görüyor hatta yaşıyorsunuz. Şu gerçekle yüzleşelim: Bugün gençlerimizi yuva kurmaktan uzaklaştıran, kurulan yuvayı bozan sebeplerin başında ekonomi geliyor.
Düğün masrafları, fahiş kiralar, barınma ve beslenme sorunları, düşük ücretler, istihdam yetersizliği de gençlerimizin kafasındaki en büyük soru işaretleri. Sadece ekonomi değil; yapısal sorunlar, sokakların tekinsizliği, çeteler, silahlı gruplar, adaletsizlik ve daha birçok şey aile kurumunun engelleri arasında.
?️@mahmutarikansp:
— TV5 (@tv5televizyonu) August 17, 2024
?20 yılda boşanma oranı %47 artmış, her iki evlilikten biri boşanma ile bitiyor
?Gençlerimizi yuva kurmaktan uzaklaştıran, kurulan yuvayı bozan sebeplerin başında iktidarın uyguladığı ekonomi politikaları geliyor
?Türkiye'nin gerçekleriyle artık yüzleşelim pic.twitter.com/LBFIMWW4Hm
Hepimiz artık çekiniyoruz. Her gün ya bir ailenin dağılmasını ya da sokaklarda saçılan dehşeti izliyoruz. Evlatlarımız bir yere gönderirken bir kez daha düşünüyoruz.
Son dönemde artan şiddet olayları maalesef ki ülkemiz için artık ciddiyetle düşünülmesi ve önlem alınması gereken bir konu. Sosyal medya, bilgisayar oyunları ve televizyon dizileri başta olmak üzere toplumumuza sürekli şiddeti özendiren içerikler dikte ediliyor. Geçtiğimiz hafta Eskişehir’de eline aldığı bıçakla önüne gelen vatandaşımıza saldıran bir caninin gençlerimizin hangi mecralarda vakit geçirdiğini bir kez daha bize sorgulattı.
Silahlı saldırılar artık olağan bir hâle geldi. Haraç kesmek, adam yaralamak, gasp, cinayet haberlerine yetişemiyoruz. Çoğu yerde bir cinnet hali var.
Değerli arkadaşlar; bu gençler bizim, bu insanlar bizim. Bizim hiç kimseyi kaybetme lüksümüz yoktur. Devletin denetim mekanizması olmayınca insanların içindeki kendi adaletini sağlama güdüsü devreye girmektedir. Çünkü adalet mekanizmamız dağıldı. Toplumda ciddi bir cezasızlık algısı var. Trafikte terör estirip sokak aralarında hız yapanlar, karıştıkları kazalardan sonra ifadesi alınıp serbest bırakılıyor.
İnsanımız bugün kendini emniyette hissetmiyor. Her gün haberde izledikleri haberlerden sonra sıradaki kurban olmaktan korkuyor. Bu asla sürdürülebilir değil. Burası kartellere teslim edilmiş Meksika değil, çetelere diz çöktüremeyen Brezilya değil. Sokak ortasında insan öldürmenin cezası iki üç sene cezaevinde yatıp çıkmak olamaz.
?️@mahmutarikansp:
— TV5 (@tv5televizyonu) August 17, 2024
?Toplumda bir cezasızlık algısı var: Bir milletvekili konuşma yaparken diğer milletvekili onu darp edebiliyor
?Meclis İç Tüzüğü'ne güvenmeyen milletvekili cezayı kendisi kesmeye kalkıyor
?Türkiye kartellere teslim edilmiş Meksika değil, olamaz pic.twitter.com/I4dZwkPgTw
Bunları niçin anlatıyorum, kötü ekonominin bizi getirdiği yeri daha ne ortaya koymak için.
Rahmetli Erbakan hocamızın yola çıktığı günden beri söylediği bir şey vardı? Ne idi o? “Önce Ahlak ve Maneviyat” Biz Milli Görüş Saadet Partisi olarak hep bunu tekrar ettik. Şimdi anlaşılıyor artık çok daha fazla gündeme getireceğiz.
Açık konuşacağım: Önce Ahlak ve Maneviyatı tesis etmenin tek yolu: Adil Düzendir! Adil Ekonomik Düzendir!
Nedir Adil Ekonomik Düzen: Adil ekonomik düzende devlet, ülke ve bölgelerin makro planını yaptırır. Bunlarla ilgili yatırım projelerini hazırlatır. Böylece herkes ülkenin her yerinde, tarım, sanayi ve hizmetler sektöründe gerek mevcut yatırımların verimliliğini artırmak yönünden ve gerekse yeni yatırımlar yönünden hangi projelerin teşvik edileceğini önceden bilir.
?️@mahmutarikansp:
— TV5 (@tv5televizyonu) August 17, 2024
?Erbakan Hocamız yola çıktığı ilk günden beri "önce ahlak ve maneviyat" derdi
?Önce ahlak ve maneviyatı tesis etmenin yolu adil ekonomik düzeni inşa etmektir
?Adil ekonomik düzende beşli çetelere yer yoktur! pic.twitter.com/M4kxi6Zp8c
Şahıslar ya tek başına, ya şirketler veya vakıflar halinde bu projelerden istediklerini seçerler ve bunları yürütürler. Devlet, bu projeleri her bakımdan destekler ve çeşitli teşviklerle bunların en faydalı ve verimlilerinin öncelikle gerçeklemesini yönlendirir.
Yani muhterem misafirler: Adil Ekonomik Düzende, 5’li çeteler olamaz! Yandaşlar, rantiyeciler olamaz! Çok zenginler, çok fakirler olamaz! Adil paylaşım olur! Hakça paylaşım olur! Herkeste refah artımı olur!
İşte tam da bu noktada Adil Ekonomik Düzeni başarmamızı sağlayacak dört ana ilkemiz vardır. Bunlar 1969’dan bugüne yolumuzu aydınlatan, efsane hizmetleri yapmamızı sağlayan ana ilkelerdir. Nedir bunlar?
Birinci ilkemiz: “Önce Ahlak ve Maneviyat”tır. Bu en önce gelen esastır. İşin ruhudur. Yükü ağır ve anlamı en derin olandır.
İkinci ilkemiz: “Şahsiyetli Dış Politika” güdülmesidir. Türkiye’nin uydu değil lider ülke olmasıdır. Peki niçin lider ülke olacağız? Başkalarına üstünlük taslamak, eyy diye başlayan fiyakalı cümleler kurmak için değil; bütün insanlığın beklediği, özlediği hakkı üstün tutan dünya nizamının kurulması için Türkiye’nin güçlü bir ülke olması gerekiyor.
Öyle şahsiyetli bir dış politikamız olsa, Türkiye güçlü ve lider bir ülke olsaydı:
İsrail’le ticareti tamamen keserdik. Gazze’yi vuran uçakların yakıtını göndermez, vanaları kapatırdık. İncirlik ve Kürecik üslerini kapatır, İsrail’i kör ederdik. Yüzlerce yıldır bütün mazlumlara el uzatmış devletimizi, zalime destek verir hâle getirmezdik.
Ama bunların hiçbiri olmadı. Olamayacak da. Göreceksiniz bunların hepsi Saadet iktidarına nasip olacak!
Üçüncü ilkemiz: “Sömürge tipi kalkınma değil, lider ülke kalkınma modeli” esasıdır.
Dördüncü ilkemiz: “Yeryüzünde ifsadın önlenmesi, Türkiye’nin ve bütün insanlığın saadeti için çalışma” esasıdır.
Kıymetli Saadet Partililer:
1969’dan bugüne bunları savunan tek hareket Milli Görüş hareketidir. Dolayısıyla bugün bunu başarmak Saadet Partilerin, bizim omuzlarımızdadır. Konuşmamın başında ifade etmiştim ya “bu topraklar üzerinde var olmanın bedeli ağırdır”.
Biz Saadet Partililer olarak bu ağırlığı omuzlarımızda hissediyoruz. Ama bununla birlikte ne yapacağımızı da gayet iyi biliyoruz. İşte bunun, Adil Ekonomik düzeni başarmak için bizim Saadet Partililerin, Niğde teşkilatımızın; Sokak sokak, insan insan çalışması gerekiyor.
Hepimiz için yepyeni bir dönem başlıyor. Bu yukarıda saydığım ilkeler ışığında milletimize yeniden hizmet için, Milletimizi Saadet Partimize, Milli Görüş’e yeniden ikna edeceğiz. Hep birlikte, tek bir kardeşimizi dışarıda bırakmadan; şu bu demeden her vatandaşımız kucaklayarak Saadet iktidarında buluşacağız. Allah yardımcımız olsun.