Saadet Partisi Genel Merkez Başkanlık Divanı Üyesi Fesih Bozan, yazısında şunları dile getirdi:
Kürt meselesi, dönemsel bir mesele mi?
Süleyman Demirel: Kürt realitesini tanıyorum. (1993)
Tansu Çiller: Kürt sorununa Bask modeli (Avrupa Konseyi 1993)
Mesut Yılmaz: Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer (Diyarbakır 1999)
Erdoğan "Kürt sorunu benim sorunum" (Diyarbakır 2005)
Binali Yıldırım: "Büyük Millet Meclisi'nde Kürdistan mebusu da vardı" (Diyarbakır 2019)
Son olarak da, Bahçeli'nin: 1 Ekim'de DEM vekilleriyle tokalaşması ve Grup toplantısında “APO gelsin TBMM’de DEM Parti Grubunda konuşsun” (22 Ekim 2024) ve daha sonra “Kürdü sevmeyen Türk, Türk değil, Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir” (26 Ekim 2024) sözleri.
Erdoğan da aynı sözleri tekrar etmesi ve Bahçeli'yi teyit etmesi...
Liderlerin, Kürt sorununun varlığını kabul ve dile getirmeleri bugüne kadar sorunu çözmemiş. Demek ki önemli olan laf değil, icraat ve gerekli anayasal düzenlemelerdir.
Bir sorun, çözülmek isteniyorsa, ilk önce o sorunu doğru teşhis etmek gerekir.
Bunun için her şeyden önce Kürt meselesini ve terör sorununu birbirinden ayırmak gerekir. Her Kürt meselesinden bahsedeni bölücü saymak, Kürt halkının haklarını vermeyi teröre endekslemek veya pazarlık konusu yapmak doğru değildir.
Benim burada dile getirdiğim ve kastım terör örgütleri değil, Kürt meselesi yani Kürt halkının hakları ve yaşadıkları mağduriyetlerdir. Yaşanan sorunların sebep ve sonuçlarını hatırlatarak, barış ve birlikteliğe katkı sağlamaktır. Çünkü bugün birlik beraberliğe, birbirimizi sevmeye daha çok ihtiyacımız var.
Kürt sorununun temel sebebi; Türkiye Cumhuriyetinin ümmet zihniyeti yerine ulus devlet zihniyeti üzerinde kurulmasıdır. Bunun sonucu olarak, Cumhuriyet döneminden bugüne kadar, farklı dozda devam eden, başta Kürtler olmak üzere, herkesi Türkleştirme politikası, inkar, asimilasyon, baskı, güvenlikçi politikalar ve insan hakları ihlallerini getirmiştir. Bu da ayaklanmalara, terör ve dış mihrakların oyunlarına zemin hazırlamıştır.
Son kırk yılda ise 50 binden fazla can ve yaklaşık 5 trilyon dolar ekonomik kayıp, her biri bir fabrika gibi olan binlerce köy yakılmış, yıkılmış, boşaltılmış, yüzbinlerce göç, işkencelere maruz kalmış veya tutuklanmış kişi ve faili meçhullere kurban gitmiş on binlerce Kürt.
Bütün bu yaşanan acıların ve ekonomik kaybın son bulması, barışın sağlanması, annelerin ağlamaması ve gençlerin ölmemesi için samimi olarak söylenecek her söz, atılacak her adım ve kurulacak her diyalog önemli ve desteklenmelidir.
Ancak, yazının girişinde bir kaç siyasinin sözlerinden verdiğim örneklerde olduğu gibi, Kürt Meselesine mevsimlik ve dönemsel konjonktürel, siyasi beklentilere, çeşitli iç ve dış zorlama ve planlara göre yaklaşılmamalıdır.
Görüldüğü gibi, bu mesele, inkar, asimilasyon, baskı, silah, öldürme ve güvenlikçi politikalarla çözülmediğine göre, artık siyasi, diyalog ve müzakere yolu tercih edilmelidir.
Türkiye, Kürt Meselesini, Kürtleri Türk sayarak değil, Türkler ve Kürtler olarak Türkiye’yi beraber kuran iki asli kavim, İslam’ın verdiği haklar, evrensel hukuk, insan hakları, adalet, eşit yurttaş, empati, ümmet ve kardeşlik zemininde değerlendirilmesi, hakların anayasal güvence altına alarak çözülmesi gereken, ülkemizin en önemli sorunudur.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürt halkının sorunlarını, bugüne kadar, Kürtlerle oturup çözemediği için, maalesef bugün uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Türkiye komşu ülkelerdeki Kürtleri düşman değil, işbirliği yapabileceği, Türkiye'deki Kürtlerin akrabaları ve aynı kavimden olması hesabıyla, yurt dışındaki Türkmenlere nasıl ki, "soydaşlarımız" deyip haklarını savunuyor ise Kürtlere de aynı şekilde yaklaşmalıdır.
Örneğin, Türkiye'nin bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan olumlu ilişkileri Türkiye'nin faydasına mı zararına mı? Elbette faydasınadır.
2018 yılında Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu, Coğrafyamızda “kardeşlik ikliminin sağlanması gerektiğini, bunun için de, Türkiye, İran, Irak, Suriye devletleriyle, Kürtlere ait Parti, STK, kanaat önderleri, aşiret reisleri ve temsilcilerinin katılımıyla “Barış, İstikrar ve Kardeşlik” başlığı altında Diyarbakır’da geniş katılımlı, bölgesel bir konferans organize edilmesini" iktidara teklif etmişti.
Çünkü “Yumurta içeriden kırılırsa hayat bulur, dışarıda kırılırsa hayat son bulur.
Ancak, Türkiye, İran, Irak ve Suriye bu dört Müslüman ülkenin, diyalog ve işbirliği çabaları, yine Müslüman olan Kürtlerin sesini kısma ve kazanılmış haklarını yok etmeye değil, her Kürdün kendi ülkelerinde eşit yurttaşlık çerçevesinde birlikte yaşama çabası olmalıdır.
İsrail’in bölgede savaşı yayma çabası, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planlarının konuşulduğu bu dönemde bu diyalog ve işbirliğine daha çok ihtiyaç vardır.
Hepimizin şahit olduğu gibi, ABD ve İsrail'in Arz-ı Mevut, BOB ve BİP projeleri, tıkır tıkır çalışıyor; böl, parçala, yut…
Ülkemiz ve Bölgemizde yeni sınırlara yeni devletlere, yeni bölünmelere değil, ümmet anlayışıyla, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Kürtlerin daha çok işbirliği, diyalog ve ittifak yapmaya hatta AB ülkeleri gibi sınırları kaldırmaya ihtiyaçları vardır. Birlikte güç ve kolaylık, bölünmede güçsüzlük ve zahmet vardır.
Unutmayalım ki, ABD ve İsrail, ne Türk’ün, ne Arap’ın, ne Kürdün ve ne de Farsın dostu değildir. Onların tek derdi bu halkları birbirine savaştırmak, bir araya gelmelerini önlemek, bölmek, parçalamak ve kolay lokma haline getirip İsrail’in güvenliğini sağlayıp Büyük İsrail Devleti hedefini gerçekleştirmektir.
Unutmayalım ki, İsrail ve ABD’nin ipiyle kuyuya inen kuyuda kalır.
Bütün bu gerçekler varken, iktidar söylediği söz ve attığı adımlardan samimi olmalıdır.
Ancak son gelişmelere bakınca Cumhur ittifakının, barış, kardeşlik, yumuşama ve iç cepheyi güçlendirme söylemlerinde Kürt meselesini kökten çözmek değil, sadece PKK'yı bitirmeye ve Erdoğan’ın tekrar seçilmesinin önünü açmaya yönelik olduğu anlaşılıyor.
* Bahçeli: Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Kürt sorunu yoktur. (28.10. 2024)
* Mafya babalarının işin içine girmesi, tehdit ve kişileri hizaya getirmeleri,
Bu sabah yazımı son satırlarını yazarken, aldığımız Kayyum haberleriyle Mardin, Batman ve Halfeti Belediyesine Kayyum atanması, ki daha önce Esenyurt'a da Kayyum atanmıştı, iktidarın kutuplaştırma, ötekileştirme, milletin iradesini yok sayma ve hedef göstermeye devam edeceğini göstermiştir.
* İktidar attığı son Kayyum adımları ve baskılarla siyaset ve diyalog alanının gittikçe daraltarak gerginlik ve milliyetçi duygularla kendi iç cephesini güçlendirmeyi mi düşünüyor?
* Ayrıca bu son Kayyum atamaları, Türkiye’nin İsrail’e devam eden ticaretini, vatandaşlarımızın limanlarımızda İsrail’e giden yük gemilerine karşı yükselen tepki, baskı, protesto ve ekonomik sıkıntıları gündemden düşürmek için de olabilir.
Cumhur ittifakının yeni süreçte çerçeveyi belirlemesi, muhatapları sınırlandırması, Kayyum rejimine devam etmesi, mafya babalarının ortalıkta cirit atması, tehdit ve baskılarla, köklü ve kalıcı bir çözüm ve barışın sağlanması mümkün değildir.
Görünen o ki, AKP/MHP iktidarı, bir elinde havuç bir elinde sopa ile herkesi kafalarındaki planına uydurmaya ve hizaya getirmeye çalışıyor. Bu da sonuç vermez.
Vesselam