Hz. Resulullah Arafat’ta sayıları 120.000’i aşan ashabına Veda Hutbesi diye anılan ve İnsan Hakları Manifestosu diyeceğimiz bir konuşma yapıyor. Bu konuşmadaki, öneri, emir ve yasakları ne kadar biliyor ve yaşıyoruz?
Hz. Peygamber; “bütün insanların Allah’ın kulu olup aynı anne-babadan türediklerini hatırlatıyor, ırk, renk, dil ve sınıf farkı gözetilmeksizin bütün insanların eşit olduğunu, Allah katında üstünlük ölçüsünün ancak “takva” olduğunu haykırıyor. Peki biz, toplum ve bizi yönetenler olarak, bunların ne kadarını savunuyor ve yaşıyoruz?
Veda hutbesinde, genellikle insan hakları üzerinde duran Rasûlullah “can, mal ve ırz güvenliğine vurgu yaparak, kul hakkı konusunda dikkatli davranılmasını, zulümden ve haram lokmadan kaçınılmasını, emanete riayet edilmesini, eşler arasında karşılıklı hak, görev ve sorumlulukların gözetilmesini istemişti” Peki biz, toplum ve bizi yönetenler olarak, bunların ne kadarını yerine getiriyoruz?
Hz. Resulullah, “Bütün Müslümanların kardeş olduğunu ifade etmiş, birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekmişken” Biz, toplum veya bizi yönetenler olarak, kardeşliği sözde değil özde olarak, ne kadar içimize sindirebildik?
Hz. Resulullah, “Kur’ân ve Sünnet’in vazgeçilmez hidayet kaynağı olduğunu, namaz, oruç, zekât ve hac gibi dinî ibadetlerin yerine getirilmesi ve ahlak kurallarına uyulması konusunda hassasiyet gösterilmesini istemişken” Biz, toplum veya bizi yönetenler olarak, Kuranı anlayıp yaşadık mı? İbadetlerin ruhunu ve anlamını kavradık mı? Adalet, güven, doğruluk, emanete sahip çıkma, rüşvet, torpil veya yolsuzluğa karşı olmayı emreden ahlaki değerleri ne kadar yaşıyoruz?
Hz. Peygamber “Cahiliye dönemine ait bazı anlayış ve geleneklere de işaret ederek ribânın ve kan davasının yasaklandığını, Câhiliye çağı kurumlarını ve uygulamalarını kaldırdığını ilan etmişken” Biz, toplum veya bizi yönetenler olarak, bunlardan ne kadar uzak ve temiz kalabildik?
Kendisini dinleyen ashabına sık sık “Tebliğ ettim mi?” diye sorup söylediklerini tasdik ettiren Hz. Peygamber, “Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!diyerek konuşmasını tamamlarken” Biz, toplum ve bizleri yönetenler olarakta, Başımız dik, “Evet Ya Resullullah! Biz de, duyduk, öğrendik, anladık ve itaat ettik! diyebiliyor muyuz?
Hz. Peygamber, Arafat’tan ayrılmadan önce nazil olan Maide süresi 3. Ayeti kerimede: “Bugün size dininizi kemale erdirip nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” dediği halde; biz, toplum ve yöneticiler olarak İslamı, bir hayat nizamı olarak ne kadar uyguluyor ve yeterli görüyoruz? Yoksa dilimizle bunu kabul ederken, icraatımızla başka nizamların peşinden mi koşuyoruz?
Dolaysıyla,
Hz Resulüllahı camilerde, ev sohbetlerinde, TV ekranlarında veya büyük konferans salonlarda anmak yeterli değildir,
Resulullahı bol bol selavatlarla veya revatib sünnetlerle anmak yeterli değildir,
Hele hele lezzetli sofralarda, tabakların dibini temizlemek hiç yeterli değildir.
Hz. Resulullahı anmak bunlarla beraber hayatın her alanında onu örnek alıp yaşamaktır.
Hz. Resulullahı (sav) anmak, onun nasıl bir devlet adamı, nasıl bir komutan, nasıl bir aile reisi, nasıl bir baba, nasıl bir eş, nasıl bir öğretmen, nasıl bir komşu nasıl bir arkadaş, nasıl bir ticaret adamı olduğunu örnek alıp yaşamaktır.
Hz. Resulullahı (sav) anmak, onun gibi emin, güvenilir, dürüst, vefa sahibi, sözüne sadık, halim, şefkatli, merhametli, yumuşak, temiz, cömert, israftan kaçan, saygılı ve nazik, ötekileştirmeden uzak, birleştirici ve herkesi kucaklayan olmaktır,
Hz. Resulullahı (sav) anmak, onun gibi adil ve her zaman adalet ve haktan yana olmaktır. Kul hakkına dikkat edip, herkesi eşit görmektir.
Hz. Resulullahı (sav) anmak, onun gibi işkence ve zulme karşı olmak, yalan söylememek, iftira ve hakaret etmemek, aldatmamak, ağzında kötü, kırıcı ve üzücü bir sözü çıkarmamaktır.
Kısacası, Hz. Resulullah, sadece anılan ve konuşulan değil, anılan, anlaşılan ve her alanda örnek alınıp yaşanılan olmalıdır.
Vesselam