TV5 Genel Yayın Yönetmeni ve Gazeteci Mustafa Yılmaz, Perspektif'te kaleme aldığı köşe yazısında Milli Görüş'ün Recai Ağabey'i olan Saadet Partisi Kurucu Genel Başkanı ve ESAM Başkanı Recai Kutan'ı anlattığı yazısında şunları dile getirdi:

Recai Kutan sadece sabrıyla değil, mütevazı kişiliği, nezaketi, hoşgörüsü ile tanıyan herkeste iz bıraktı. Sevdiğim bir sözdür; “Aslında bütün hayatımız şerefli bir ölüm içindir”. Şerefli bir hayatın eşliğinde bu dünyadan şerefli bir adam daha göçtü. Allah rahmet eylesin…

Yıl 1914. Yer Sarıkamış. 

Kar, boran, tipi, fırtına…

Öyle bir ayaz ki ısınmak için avucunuza üflediğiniz nefes bile buz olup yere düşüyor. Tarih belki böyle yaman kışlar görmüştü ama böylesi acı bir drama şüphesiz ilk kez şahitlik ediyordu. O gün Sarıkamış’taki kar, mermiden daha ağır, gülleden daha acımasızdı. 

90 bin vatan evladı tek bir mermi atmadan, tek bir düşman yarası almadan yere düşmüştü. Düşenlerden biri de Kotanizadeler’den İsmail Efendi’ydi. Bozguna uğrayan ordu dağdan ovaya inmeye çalışırken asker bir bir yere düşüyor, beyaz bir kefen gibi her tarafı kaplayan karın içerisinde kısa sürede kayboluyordu.

Kotanizadeler’in İsmail Efendi de iyice bitkin düşmüş, ayaklarındaki fer kesilmişti. “Şurada bir kaç saat uzanayım, biraz dinleneyim, sonra yola devam ederim” diye içinden geçirdi. 

MİT Başkanı İbrahim Kalın, bu hafta CHP’yi ziyaret edecek MİT Başkanı İbrahim Kalın, bu hafta CHP’yi ziyaret edecek

Oysa uyumak ölmek demekti. Diğer 90 bin Mehmetçik de biraz dinlenmek için uzanmış ama bir daha hiç uyanamamıştı. Bundan sonrasını hayal meyal hatırlıyordu Kotanizade İsmail. 

Tam gözleri kapanacakken, galiz küfürler eşliğinde yüzüne okkalı bir şamarın indiğini hissetti. “Kalk ulan” diyordu tokadı atan, “Kalk”. 

Yediği sillenin şiddetiyle, gözlerini araladı. Baktı, şamarı vuran askeri tanıdı. Bu Malatya hapishanesinde idam cezalarını infaz eden ve can aldığı için Malatyalılar tarafından pek de sevilmeyen hapishane celladıydı. 

Cellattan yediği şamar Kotanizade İsmail’in daha da ağırına gitti. Elini belindeki beylik tabancasına götürmek istedi.

Başaramadı. Bırakın silahı çekip tetiğe basmayı, parmağını bile oynatamadı. Çünkü çoktan vücudu donmaya başlamıştı.

“Kalk ulan, yoksa burada ölüp gideceksin” derken iri kolları geniş omuzlarıyla Kotanizade’yi bir hamlede sırtına aldı.  Birlikte inmeye başladılar.

Kotanizade Sarıkamış’ta bir cellat sayesinde canını kurtarmış ama parmaklarını kaybetmişti. Donmanın etkisiyle ayak parmakları deforme olmuş bu yüzden de hiçbir zaman normal ayakkabı giyememişti. Ne zaman parmaklarına baksa Sarıkamış’ı hatırladı. Sarıkamış aklına düşünce de celladı. Öyle ya kim derdi ki Malatya’da idam sehpalarında can alan cellat, Sarıkamış’ta Kotanizade İsmail’e can olacak.

Recai Kutan, Sarıkamış faciasından, yani bu olaydan tam 16 yıl sonra, 1930 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Çocukluğunda babası Kotanizade İsmail’den dinlerken en çok etkilendiği hatıralardan biri buydu. Babası, Sarıkamış bozgunundan sonra öğretmen oldu. Malatya’nın en sevilen, en saygı duyulan başöğretmenlerinden biriydi. 

Ünlü öğrencileri vardı. Hasan Celal Güzel, Yusuf Özal, Metin Emiroğlu, Temel Karamollaoğlu bu öğrencilerden bazılarıydı. Recai Kutan da doğal olarak okulun en zeki, en başarılı ve en disiplinli öğrencilerinden biriydi. 

Sadece okulun öğrencileri değil, öğretmenleri de meşhurdu. Örneğin edebiyat öğretmeni ve okul müdürü, ünlü bayrak şairi Arif Nihat Asya idi. Onun etkisi olsa gerek, Recai Kutan’ın şiire özel bir ilgisi vardı. Arif Nihat Asya’nın bütün şiirlerini ezbere bilir, ne zaman gençlerle bir araya gelse bu şiirlerden birini mutlaka okurdu. 

Sadece okudukları okul değil, oturdukları Sancaktar Mahallesi de daha sonra Türkiye siyasetine ünlü ve önemli isimler kattı. 

Recai Kutan’ın kendisinden dinleyelim: “Çocukluğumda komşularımız arasında devlet memurları, mahalle bakkalları, at arabacıları, terzi, tenekeci, velhasıl her meslekten insan vardı. Sancaktar Mahallesi ileride Türkiye siyasi hayatına etki yapacak olan seçkin simalar yetiştirmiştir. Turgut Özal, Korkut Özal, Yusuf Özal, Oğuzhan Asiltürk, Hamit Fendoğlu (Hamido) hep Sancaktar Mahallesi’nin çocuklarıdır. Malatya’nın beş belediye başkanı bu mahalleden çıkmıştır. Turgut ve Korkut Özal kardeşler sık sık bizim evin arka bahçesine gelir, sürekli bizim bahçede oynarlardı.”

Necmettin Erbakan ile Tanışma

Ama Recai Kutan’ın siyasi hayatını şekillendiren, küçük bir çocukken bahçede birlikte oynadıkları Özal’lar değil 1947 yılında İTÜ’nün bekçi kulübesinden bozma mescidinde karşılaştığı bir isim oldu. Bu isim geniş omuzlu, şık giyimli, girdiği ortamda duruşu ve konuşması ile hemen etki uyandıran, İTÜ motor kürsüsünün genç asistanı Necmettin Erbakan’dan başkası değildi. 

Necmettin Erbakan’ın daha o yıllarda bile liderlik vasfı herkesin dikkatini çekiyordu. Recai Kutan’ın deyimiyle; “Erbakan, İTÜ’nün yıldız öğrencisi olmanın yanı sıra bu küçük mescitte Türkiye, İslam dünyası ve insanlık alemi üzerine sohbetler yapardı. Mescitte buluşmalarda, bazı asistan ve öğrencilere İslam dünyasının sorunlarını çalışmak üzere görevler verir ve bu çalışmalar üzerinden mescitte müzakereler yaparlardı.”

Recai Kutan’a daha sonraki yıllarda, Sancaktar Mahallesi’nden tanıdığı Turgut Özal başta olmak üzere Süleyman Demirel de dahil olmak üzere hemen her kesimden siyaset teklifi geldi.

Şüphesiz bunların en ilginci İsmet Paşa’dan (İsmet İnönü) gelen teklifti. Süleyman Demirel siyasete yeni girmişti. Türkiye’de Demirel rüzgârı esiyordu. Genç bir mühendis siyasete atılmış ve hızla Adalet Partisi’nde genel başkanlığa kadar yükselmişti. Bütün Türkiye Anadolu aksanıyla konuşan DSİ kökenli bu genç mühendisi konuşuyordu. Türkiye’yi barajlarla donatacağını söylüyordu. İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP’de “Madem toplum barajlara, mühendislere bu kadar ilgi duyuyor o zaman biz de bir mühendis bulalım” fikri oluşmuştu. 

DSİ Bölge Müdürlüğü

Henüz genç bir mühendis olan Recai Kutan da henüz 27 yaşındayken DSİ Diyarbakır bölge müdürlüğüne atanmıştı. Diyarbakır başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’daki 11 il bu genç mühendise bağlanmıştı. Bölge halkı, namaz kılan, söze selamünaleyküm diye başlayan müdürlere alışkın değildi. Bu minyon tipli, sempatik ve dindar genç müdürü çok sevmişlerdi. Elbette sadece bu özellikleri değil, çalışkanlığı da herkesin dilindeydi. Kadim arkadaşı Fehim Adak ile birlikte bütün bölgeyi katır sırtında dolaşıyorlardı. Devletin sürgün yeri diye memur gönderemediği bölgede iki genç mühendis gece gündüz, dere-tepe demeden her yeri dolaşıyorlardı. Arabayla ulaşamadıkları mezralara katır sırtında gidiyor, ellerinde tuttukları haritalara sürekli notlar alıyorlardı. Daha sonra bu çabalardan Türkiye’nin en büyük projesi GAP doğacaktı.

Kısa sürede bütün bölgede tanınmıştı. 

İsmet Paşa, Recai Kutan’a milletvekilliği teklif etti. Genç Kutan kendine yakışır nazik bir üslupla bu teklifi reddetti. Çünkü çoktan kararını vermişti. Şartlar ne olursa olsun, İTÜ’nün bekçi kulübesinden bozma mescidinde tanıdığı Necmettin Erbakan ile yola devam edecekti. 

Öyle de yaptı. İTÜ’de tanıştığı Erbakan’la bir daha yollarını hiç ayırmadı. Erbakan’ın en sevdiği ve en güvendiği isimlerden biri oldu. 

Sabır ve Hoşgörü

Ben kendisini henüz 20’li yaşlarımın başında Millî Gazete’de çalışmaya başlamış genç bir muhabir iken tanıdım. Saadet Partisi genel başkanlığına seçildiği andan itibaren de birebir çalışmaya başladık. Konuşma metinleri ve basınla ilişkiler konusunda elimden geldiğince kendisine yardımcı olmaya çalıştım. 

Herkes gibi ben de ondan çok şey öğrendim. Hayata bakışıma çok katkısı oldu. Ben küçükken rahmetli ninem; “Kara kuzum, Allah seni iyilerle karşılaştırsın” diye dua ederdi. Recai Kutan ile yolumuzun kesişmesini, bu duanın bereketine bağlamışımdır hep. Tanıdığım en iyi insanlardan biriydi. 

Şüphesiz en önemli özelliği, kendisi için ne söylenirse söylensin, “sabır ve hoşgörü” ile karşılık vermesi olmuştur. Nitekim daha küçük bir çocukken akrabaları sakin kişiliğine şaşırırlar; “Gökten iki yük sabır inmiş, yarısını Recai’ye vermişler” derlermiş. 

Recai Kutan sadece sabrıyla değil, mütevazı kişiliği, nezaketi, hoşgörüsü ile tanıyan herkeste iz bıraktı. Sevdiğim bir sözdür; “Aslında bütün hayatımız şerefli bir ölüm içindir”. Şerefli bir hayatın eşliğinde bu dünyadan şerefli bir adam daha göçtü.

Allah rahmet eylesin…