"(Suriye) Herkes kendi bölgesinde duruyor"

Suriye ile ilgili biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın bir müddet önce yaptığı bir açıklama vardı. Burada tabii yani siyasi iradenin en üst düzeyde yaptığı bir açıklama. O da Esad'la görüşmeye hazır olduğumuzu ifade etmesi. Şimdi biz Esad yönetimiyle yani epey zamandır çeşitli formatlarda görüşüyor idik. Yani özellikle istihbari ağırlıklı, askeri ağırlıklı çeşitli çok taraflı formatlarda, özellikle Rusların ve İranlıların olduğu ortamlarda hep görüşüldü. Fakat şimdi aslında şunu biz tekrar görmek istiyoruz. Özellikle 2017'den itibaren Astana formatı ve Türkiye'nin özellikle Ruslarla yaptığı diğer askeri mutabakatlar neticesinde rejimle muhalefet arasında dondurulmuş bir savaş var. Çatışma yok artık. Dondurulmuş durumda. Bir sessizlik ortamı var. Herkes kendi bölgesinde duruyor. Bu sessizlik ortamı, aradan geçen zaman içerisinde, biz belli konuların aslında kalıcı olarak çözülmesine yönelik adımlar atılması gerektiğini düşündük. Tabii burada tarafların bu adımları atması gerekiyor.

"Yurt dışında milyonlarca Suriyeli mülteci neden var?"

Türkiye bu savaşta, yani rejim ve muhaliflerin savaşında görmek istediği konu rejimin ve muhaliflerin kendi üzerinde anlaşabilecekleri bir siyasal çerçeve. Bu olduğu zaman, özellikle Birleşmiş Milletler kararları uyarınca, bu olduğu zaman bizim için sorun kalkmıyor. Yani olay tanımlanırken aslında şöyle çok fazla ifade ediliyor; yani Türkiye'yle normalleşme meselesi, yani bizimle normalleşmeden de önce yani biz tabii ki ilişkilerin normalleşmesi ile ilgili kendi aramızdaki sorun alanlarını yönetmemiz gerekiyor. Ama bunların başında mesela şunu söyleyeyim. Yurt dışındaki milyonlarca Suriyeli mülteci. Yurt dışında milyonlarca Suriyeli mülteci neden var? Kendi ve muhalefetiyle problemli olan bir yönetim, milyonlarca mülteci üretmiş durumda. 3 milyondan fazlası Türkiye'ye gelmiş durumda. 5 milyon mülteci de Türkiye'nin ve Türkiye dostlarının Suriye içerisinde etkin olduğu bölgelerde yaşıyor. Rejimin kontrolünün dışında. Biz orada bu sistemi kurmuş olsaydık, 5 milyon insan daha Türkiye'ye gelmiş olacaktı. Neden biz Suriye'nin içerisinde dost unsurlarla varlığımızı sistematik bir şekilde bu şekilde yapıyoruz? Çünkü hala orada rejimle ilişkilerinde kendisini güvende hissetmeyen 5 milyona yakın bir kitle var.

Bahçeli'den Suriye mesajı: Fırat'ın doğusunun da temizlenmesi mukadder sorumluluktur Bahçeli'den Suriye mesajı: Fırat'ın doğusunun da temizlenmesi mukadder sorumluluktur

"Kurumlarımız bu konuda son derece bilgili"

Şimdi bu kitle rejimle barışını, güven ilişkisini tesis etmediği sürece, yani bizim daha fazla göç almayla ilgili endişelerimizin izale edilmesi mümkün değil. Bırakın var olanların geri gitmesini gönüllü bir şekilde, daha fazla mültecinin Türkiye'ye gelmemesini engelleyecek bir sistem olmuyor. Biz hep şunu söylüyoruz; kendi muhalefetinle bir nasıl sistem kuracaksın? Kendi halkınla, milyonlarla nasıl barışacaksın? Odaklanmanız gereken yer burası. Türkiye ile ilgili konu, mülteciler meselesi, terörle mücadele meselesi, bunlar bizim çok rahat konuşacağımız ve konuştuğumuz da konular. Çünkü biz kendimizden eminiz. Ne istediğimizi biliyoruz. Cumhurbaşkanımızın o konudaki vizyonu fevkalade net. Kurumlarımız bu konuda son derece bilgili. Yani silahlı kuvvetlerimiz olsun, Milli İstihbarat Teşkilatı olsun, diplomasimiz olsun. Yani bu konuda yoğun bir koordinasyonumuz var.

Ama şu anda ne yapıyoruz? Şu anda getirdiğimiz noktada, sürekli dinamik bir şekilde yürüttüğümüz ilişkilerle sorunun daha fazla ileriye gitmemesi, bir çatışmaların olmaması ve daha fazla insan ölmemesi. İkincisi, daha fazla insanın mülteci olarak çıkmaması. Şu anda bu ortam bu buna yarıyor.

"Üçte bir tarafı Amerika'nın desteklediği PKK YPG üzerinden işgal edilmiş durumda"

Diğer taraftan Türkiye terörle mücadelesini sürdürüyor. Sizin sorduğunuz Amerika boyutuna gelince, Amerika Suriye ile ilgili kendi taleplerinde aslında bu konuyu çok fazla ilişkilendirmiyor. Dolaylı olarak nereden ilişkilendirir? Amerika'nın ortaya koyduğu şartlarda, özellikle BM şartlarına yönelik birtakım çözümlerin olması gibi konular var. Çünkü Sezar Yasası biliyorsunuz Suriye ile ticari ilişkiler dahil olmak üzere bütün ilişkileri Amerika kendi hukuki normlarıyla yasaklıyor. Kendi hükümranlık alanı içerisinde olan entitelere.

Şimdi bunun içinde dolarla iş yapan, Amerikan şirketleriyle iş yapan ne kadar yapı varsa, Suriye ile ticaret yapmada sıkıntı çekiyor. Bu Suriye ekonomisini zaten kötü, oldukça daha kötü durumda tutuyor. Şimdi bir de üçte bir tarafı Amerika'nın desteklediği PKK YPG üzerinden işgal edilmiş durumda. İşgal edilen bölgelerde de özellikle Suriye'nin çok işine yarayacak doğal zenginlikler var. Petrol başta olmak üzere. Türkiye'nin istediği tarzda bir çözümün olmasının ben diğer sorunları da Suriye'nin daha rahatlıkla çözeceğine inanıyorum. Yani orada bir bağlantı var ama çok direkt bağlantı olmayabilir.

Avrupa Birliği ile ilişkiler

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları gayrı resmi toplantısına davet edildik uzun bir aradan sonra. Bu önemli bir toplantıydı. Çünkü hem formatı itibariyle hem tartışılan konular ve daha sonra yapılacak olan takibi itibariyle de önemli bir toplantı. Burada yani uzun zamandır beraber çalıştığımız bakan arkadaşlar var. Onlarla görüşlerimizi hep paylaşıyorduk birebir. Yüksek Temsilci Borrell'le de sürekli bir araya geldiğimizde pozisyonlarımızı biliyoruz, anlatıyoruz. Ne olduğunu biliyoruz. Genişlemeden sorumlu Komiser Varhelyi vardı. Onunla da zaten pozisyonlarımız belli. Ama ne farklı? Yani birbirimizi ikili düzeyde tanıdığımız bütün aktörler artık hepsi AB Türkiye konulu bir toplantıda bir araya geldik. Türkiye'yle bir nevi dondurulmuş birtakım ilişkiler, bundan sonra nereye nasıl gidebilir sorusuna bir cevap arama egzersiziydi. Şimdi esas itibariyle bizim birebir yaptığımız ilişkilerde de gözlemlediğimiz konuların, orada biraz daha, daha yapısal bir şekilde tartışıldığı bir düzlem oldu.

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın seçildikten sonra Avrupa Birliği'yle alakalı ortaya koyduğu yenilenmiş vizyonu var. Yani her seçimden sonra Cumhurbaşkanımız ülkemizin dış politikası ile ilgili, güvenlik politikası ile ilgili, dost-düşman tanımı ile ilgili, halkın artık iradeyi verdiği makam olarak yenilediği ifadeleri var. Yani bunları dikkatle takip etmek gerekiyor. Ama bunlarda da ciddi bir devamlılık var. Yani terörle ilgili düşman tanımı, Türkiye'nin birlik-bütünlüğü tanımı ve aynı zamanda Avrupa Birliği ile ilgili konu, bu konuda hep nettir. Seçildiği andan itibaren de tekrar Avrupa Birliği ile ilgili Türkiye vizyonunun değişmediğini Cumhurbaşkanımız vurgulamıştı.

Ben bu konuyu açıkçası başlangıç noktası olarak ortaya koydum. Tabii bu şunun için önemli; Avrupa Birliği'nde bir tarafın girmesi ve diğer tarafın kabul etmesi, yani bu karşılıklı irade beyanıyla olacak bir şey. Demokrasilerde bunun siyasi iradeyle mümkün olması gerekiyor. Şimdi Türkiye'nin 2004'ten itibaren ortaya koyduğu siyasi iradenin devam ettiğini, biz ortaya koyduk. Ama Avrupa Birliği'nde 2008'den itibaren artık siyasi iradenin değiştiğini, bu noktada bir siyasi irade olmadığını, bu irade Türkiye Avrupa Birliği üyelik ilişkilerini tam ortada bıraktı.

"Aday ülke statüsü ile yapmamız gereken şeyler var"

Şimdi üyelik ilişkileri, irade yoksunluğundan dolayı ilerleyemezken. Diğer taraftan aday ülke statüsü ile yapmamız gereken şeyler var. Yani beraber yapmamız gereken konular var. Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri içerisinde gerek ticari olsun gerek siyasi olsun bu konularda atılması gereken adımlar var. Yani üyelik konusu ilerlemiyor diye diğer konularda çalışma olmaz.

Fakat son yıllarda birtakım subjektif yaklaşımlar, bazı AB üyeleri ülkelerinin kendi konularını AB'nin merkezi konumu konusu gibi yapma çabaları, esas itibariyle yani AB gündemini Türkiye'yle ilişkilerde biraz dibe çekti. Burada biz tekrar bu dibe çekmeyi normalleştirme, özellikle ticaret, ekonomi, vize, eğitim, kültür gibi alanlardaki zaten var olan normal işleyişimizi daha da pekiştirmek, daha da yapısallaştırmak konusunda neler yapılabilir onu gördük.